<#comment>#comment> Tutku, Goljovic, Zaza, Haluk, M.Booker, Ülker’in sahadaki beşiydi. Bu da bir çeşit ‘Dream Beş’ idi... Rüyalarda bile, bir araya gelemeyecek bu beşi, ikinci periyodun bitimine 4 küsur dakika kala, Tolga Öngören bir araya getirmişti. Bence de iyi etmişti...
Efes iyi başlamıştı... Granger müthiş oynuyordu. Ülker’in 9 sayısına ulaşamadığı anda, o 9 sayısına bulaşmıştı bile. Sonra kenara alındı (?) Tekrar girdiğinde, ikinci periyotun bitimine 40 saniye vardı. Skor da 38 - 33 Ülker’in idi. Efes, Ömer hariç, başladığı beşinlinin dördüne dönmüş, Granger ile de beşlemişti... Devre biterken, 3 saniye kala, Granger üçlüğü atıyor, Efes 36 oluyor, Ülker 40’ta kalıyor, Oktay Mahmudi’nin de kulakları çınlıyordu...
Üçüncü periyoda, Ülker dinlendirdikleri, Efes dinlendiremedikleri beşleriyle başlıyordu. 25.40’ta 49 - 47 Efes idi, Granger da 20 sayıylaydı... Ülker, skorerini arıyordu ya da kendi Granger’ını... Mahmudi, Glomak, Alper, Asım’ı alıyor, ama Granger sahada kalıyordu. Ülker de arayı kapatıyordu... Üçüncü periyot 60 - 56 bitiyor, aradaki dört sayı, Efes farkı değil, Golemac üçlüğü, artı Serkan’ın faulü, yani Golemac’ın dörtlüğünün farkıydı.
Sonra son periyot...
<#comment>#comment> Konuşturan Şenay Düdek, konuşanlar da ikisi. Türkiye’yi özlemiyorlarmış, özledikleri arkadaşları (etrafındaki kalabalıkları kast ediyorlar herhalde). Unuttuğumuza göre diyorlar, alıştık herhalde (İtalya’ya). Inter’i, Galatasaray ile, San Siro’yu Ali Sami Yen ile karşılaştırabilirler. Ama Milano ile İstanbul’u denemesinler bile. Konusunu, komşusunu, Duomo’sunu (Kilise), Scala’sını (Tiyatro binası) çıkartırsanız geriye ne kalır allahaşkına. Belki bir Nişantaşı. O da İstanbul’un içinde var zaten (Ne vize, ne dolar, ne euro üstelik). O unuttukları İstanbul’un içinde üstelik bir Monaco da var. Çıkartın kralını, kraliçesini, prensini, prensesini, Formula 1’i, onun sponsorlarını, mesela Moda’nın içine koyun. Sonra söyleyin bakalım, Monaco mu, Moda mı? Veya Beyoğlu. O da Roma diyelim. İşte Capri Adası ya da Heybeli’si, Kınalı’sı, Burgaz’ı veya Büyükada’sı.
Uzatmayalım. Bu ikisi, buralardan uzakta kalmış (Florya). Şimdi daha da uzaktalar. Hatırlatalım dedim. Üstelik oralarda Milano mu, İstanbul mu? derseler, ilk tepki Milanolu’dan gelir zaten. Estağfurullah denir. Çünkü İstanbul’u o ikisinden daha iyi bilirler.
Salı akşamı onlardaydım, onlarlaydım da.
<#comment>#comment>Özhan Canaydın’ın sessiz sedasız yaptığı bir devrim bu. Verip de tuttuğu sözlerden biri de. Yalçın Granit’in başkanlığı ve onun başkanlığındaki Galatasaray Basketbol Yönetim Kurulu. Bir ilk, olması gereken bir ilk, ama başarılı olunamazsa da ilk ve son olabilecek bir ilk.
Soruyorlar, bu model nereye kadar. Açık, açık buraya kadar. Hatta açık, saçık Ülker ile Efes’e kadar. Efes’in pas geçtiği Arda ve Ülker’in pişsin diye verdiği Muratcan’ın yanına oraların yabancılarından basketbola daha yabancı yabancılarla Efes ve Ülker’i yenebilir misin? Bir maçlık belki ama, bir seride onları geçmeyi deneyebilir misin? Model doğru, o modelin başkanı da, onun yönetim kurulu da doğru. Hatta menajeri, profesyonel yöneticisi, coach ve ekibi de doğru. Herkesin doğrusu olmasa da, başkan ve yönetim kurulunun doğrusu olarak doğru. Peki basketbolcusu. Onlar da ne kadar para, ona göre ara cinsinden.
Granit, benim olduğum yerde hedef üçüncülük olur mu diyor. Olmaz tabii. Ama bu kadroyla da üçüncülükten yukarısı olmaz. Yalçın abinin işi zor. Bir kötü, bir iyiyle bağlayalım. Kötüsü, futbolda olmayan para, basketbolda olur mu? İyisi de, mesela geçen seneki başkan sayın Cansun. Yanlış
<#comment>#comment>Lucescu 91. dakikada yürüyordu (ağır çekim üstelik). Tüm kameralar da onu çekiyordu (o da farkındaydı). Yardımcılarından birinin paltosunu aldı, daha da ağırlaştı (hala ağır çekim). Hoooop, Tümer’in omuzuna. O (Lucescu) bunu (palto şov) hep yapıyordu (geçen sene Galatasaraylı Vedat).
Evet, o Türkiye’yi iyi tanıyordu, bizleri de. Onların stadyumu hemen klipleştirdi. Bizim Ercan Güven (o iyi niyetli) olağanüstü üslubuyla olağanüstü yorumladı. Lucescu bir babaydı. Baba gibiydi. Tümer de oğlu gibi. Hatta Tümer’in oğlu (varsa) o da Lucescu’nun oğlunun oğlu gibi. Dedeydi Lucescu belki de. Ben de (kötü niyetliyim) muhakkak öyledir dedim. Yukarıdakiler gibi. Ama ya değilse, ya öyle değil böyleyse? Hani aşağıdakiler gibi... Made in Bilgin devam edelim. Merak ediyorsanız eğer, vallahi de billahi de aşağıdakileri de okumanıza değer.
Ya öyle değil, böyleyse ?
Bir profesyonel organizasyonda (Beşiktaş gibi yüz yıllık) futbolun en başı...
1) O paltoyu kendi mi götürmeliydi?
<#comment>#comment>25. dakikaydı. Efes’in oturan beşi Kaya (A Milli), Ender (A Milli), Ömer Onan (A Milli), Asım (A Milli) ve Marcus Brown idi. Anlayana yukardakiler bile sazsa eğer, ya da azsa... O zaman Efesli Valentin, ki, onu oynarken gören yok. (Belki Valentine’s Day’de) O hiç oynamayan Valentin’i bırakın, Valentinimsi biri bile Galatasaray’da yok. Valentin’den Arda’ya geçelim. Arda’ya "Sana Efes’te yer yok" denmiş, Galatasaray’a verilmiş. Mesela o Arda’nın rüyalarında hep oynadığı maç, bence bu maç olmalıydı. Peki o Arda, rüyalarında oynadığı (Oynadıysa eğer) Efes’e karşı sahada böyle mi olmalıydı? Arda’dan Kambala’ya... Kambala’sı olan kazanacaktı. Galatasaray’da Kambala yoktu. Peki Kambalamsı var mıydı? O da yoktu ki. Kambalamsı oyuncusu yoktu da, Brown’ımsı, Kaya’msı, Kerem’si vesaire, hatta Ender’imsi oyuncusu var mıydı Galatasaray’ın, o da yoktu. Muratcan, Arda, yanlarında ikinci sınıf üç Amerikalı’yla ilk beş. Geri kalanlarıyla da o Efes’in yukarıdaki oturan beşiyle eşleş.
Peki Efes’te olmayıp, Galatasaray’da olanlar yok muydu? Vardı tabii. Bu seyirciyi Abdi İpekçi’ye getiren de onlardı zaten. Efes’in Yalçın Granit’i yoktu. Abileri de, seyircisi de, bu çapta bir
Geçen sene yine Bursa’ydı, ama Bursa’daydı... Yine Lucescu’ydu, ama biliyorsunuz, Galatasaray’ın başındaydı. On birinin, on birini de yerinden oynatmıştı, Bursa, Galatasaray’ı ezmiş, Lucescu başına gelecekleri sezmiş, özür dilemiş, "Hatalıydım" demişti. Belki tesadüf, belki de onun Rumen atasözlerinin içinde, sebebi gizli bir Rumen inadı... Mesela Sergen ve Tümer ile başlıyor... Sola Serdar’ı, Ronaldo ile Ali Eren’in yanına Ahmet Yıldırım’ı alıyor, Tolga, Yasin, İbrahim, Nouma, Kaan Dobra kulübede kalıyordu. Her nedense, hep Bursa’ya risk alıyordu. Belki de Bursa’yı hafife alıyordu. Üstelik şanslıydı da... Geriyi sağlam, ortayı kalabalık tutuyor, santrfor Pancu’yu santrfor değilmiş gibi oynatıyor, Ahmet Dursun’u tek bırakıp, tek Sergen’i onun yanına santrfor gibi sokuyordu.
Üstelik İlhan Mansız da yoktu, ama hâlâ kenarda Pascal lüksü vardı. Maç öncesi, İbrahim’in Galatasaray’a gol attığı forması 1.5 milyar ediyor, belki danışıklı dövüş, pardon satış, formayı Hüsnü Güreli alıyor. Ama formanın içindeki İbrahim yedek kalıyordu. Beşiktaş’ın solağının, olmayan sağının, olan solundan daha faydalı olması, Ali Sami Yen’de attığıyla giden maçın, Denizli’de çıkarttığıyla
<#comment>#comment>Geçen sene yine Bursa’ydı, ama Bursa’daydı... Yine Lucescu’ydu, ama biliyorsunuz, Galatasaray’ın başındaydı. On birinin, on birini de yerinden oynatmıştı, Bursa, Galatasaray’ı ezmiş, Lucescu başına gelecekleri sezmiş, özür dilemiş, "Hatalıydım" demişti. Belki tesadüf, belki de onun Rumen atasözlerinin içinde, sebebi gizli bir Rumen inadı... Mesela Sergen ve Tümer ile başlıyor... Sola Serdar’ı, Ronaldo ile Ali Eren’in yanına Ahmet Yıldırım’ı alıyor, Tolga, Yasin, İbrahim, Nouma, Kaan Dobra kulübede kalıyordu. Her nedense, hep Bursa’ya risk alıyordu. Belki de Bursa’yı hafife alıyordu. Üstelik şanslıydı da... Geriyi sağlam, ortayı kalabalık tutuyor, santrfor Pancu’yu santrfor değilmiş gibi oynatıyor, Ahmet Dursun’u tek bırakıp, tek Sergen’i onun yanına santrfor gibi sokuyordu.
Üstelik İlhan Mansız da yoktu, ama hâlâ kenarda Pascal lüksü vardı. Maç öncesi, İbrahim’in Galatasaray’a gol attığı forması 1.5 milyar ediyor, belki danışıklı dövüş, pardon satış, formayı Hüsnü Güreli alıyor. Ama formanın içindeki İbrahim yedek kalıyordu. Beşiktaş’ın solağının, olmayan sağının, olan solundan daha faydalı olması, Ali Sami Yen’de attığıyla giden maçın, Denizli’de çıkarttığıyla da
<#comment>#comment>Önce seyirci... 29 tane Beşiktaşlı... 29’unun yaşının toplamı 29 etmeyen 29 Beşiktaşlı... Üstelik ikinci periyoddan sonra 15’i giden 14’ü kalan... 94 de Fenerbahçeli... Hani koltuk üstü, üstelik "Ne Beşiktaş, ne Cim - Bom, ne de Trabzon (o da nereden çıktı), en büyük Fener" diye bağıran cinsten... Onlar da ikinci periyot sonunda sayıları 43’e inen... Protokolde 84 kişi, 200 kişi de polis (görünen), 194 de tarafsız taraftar... Düşünün kaç seyirci olması, maçın kaç kaç olmasından daha önemli... Üşenmeden saymışım... Üstelik maç oynanırken...
İki upuzunsuz takım... Beşiktaş hiç uzunsuz... Fenerbahçe’nin boysuz - pozsuz, uzun gibi olmayan o uzunları bile veya Fenerbahçe o uzunları ile bile Beşiktaş’a ağır basıyor... Geçen seneki Beşiktaş Türkiş trend’di. Bu sene "Faruk and his friends" olmuş veya "Faruk’s friends"... İçlerine konan biri sakallı, diğeri siyahi söz de uzunla kısaca Beşiktaş’a bu sene olanlar olmuş... Bir de coach Kandemir’in coaching merakı... Faruk Beşok ilk iki periyodu domine etmese maç 20 dakikada bitmişti zaten...
Ve tabii Fenerbahçe... Hadi beş veya dört yıldızlı olmasa da üç yıldızlık bir Yeni Zelandalı oyun kurucu... Yanlarında Türkiye