Hasan Şaş’tan Özcan Deniz’e

6 Haziran 2003

<#comment>
<#comment>     Hasan Şaş Kore’de golü atınca bağırıyorlardı. Dünya bizi artık tanıyordu. Gerçi o Dünya bizi zaten tanıyordu da bağıranlar o Dünya’yı tanımıyorlardı. Hasan golü atmasa demiştim, hatta Türk Milli Takımı hiç gol atmasa, hatta Türkiye’nin Milli Takımı olmasa, Türkiye’de lig de olmasa, futbol da oynanmasa Türkiye tanınmayacak mıydı yani ? Zaten Dünya’dan bihaberdiler. Demek Türkiye’den de bihaberdiler...
     
     İşte bizde Çim Hokey’i yok. Çim Hokeyi Ligi de yok. (Var mı?) Çim Hokeyi Milli Takımı da yok. Olmayan Çim Hokeyi Milli Takımı’nın, Dünya Kupası’nda golü de yok tabii. Peki mesela Hindistan, Pakistan bizi tanımıyor mu? (onlar çim hokeyinin Brezilyalıları ya) Ne alakası var gibi gelse de valla çok alakası var. Yukarıdakilerin hepsi olsaydı, çim hokeycilerinin de bir Hasan Şaş’ı olsaydı. Hep bir ağızdan yine bağıracaklardı. (Tanındık işte) Kapadokya’yı Asmalı Konak’la keşfeden bir milletin Hasan Şaş’la Türkiye’nin keşfedildiğini düşünmesi normal değil mi ? Akın akın Kapadokya’ya gidenlerin Asmalı Konak’ı görüp Kapadokya’yı görmeden geri döndüğünü yazıyor gazeteler. Hasan attığı golle

Yazının Devamı

Kısalarak uzattılar

5 Haziran 2003

<#comment>
<#comment>     Yine 5'e 5'tiler, yine iyi eşleşmiştiler. Blair ile Kambala tabii yine birbirleriyle eşleşmiştiler. Ül - Ef Ligi'nin "Ül"'ü ile "Ef"'i yine başbaşa bir final oynuyorlardı, o finali de yine başabaş oynuyorlardı.
     Birinci periyodun bitimine üç küsür dakika vardı. Hani herhangi bir Ülkerli'ye sorsanız Efes'ten kimin çıkmasını istersiniz diye, hepsi Kambala derdi. Tuhaf ama çıkan hakikaten Kambala oldu. Daha tuhafı da çıkartan da Efes'lilerdi. Giren bir önceki maçı kopartan Clark'tı. Gerçi iki küsür kala Kambala tekrar oyundaydı. Ama hep futbol bu denir ya. Basketbol da buydu işte.
     Altı üstü 50 - 60 saniyede Efes'in ritmi bozulmuştu bir kere. Üstelik Kambala'ya iyi gelmeyen Zaza da oyundaydı. Ve yine iyi gelmiyordu. Belki de maçın ilk kırılma noktasıydı (1. periyot: 20 - 13). İkinci periyodun yarısında işte Kambala üçlemişti bile. Sonra o kavga çıktı. Fatura da Zaza ve Kaya'ya... Birer uzun atılmıştı. Saha karıştı, düşünün Efes'in bir Amerikalısı'nın bir Amerikalı arkadaşı bile tribünden atlayıp kavgaya karışmak istemişti. Onu Kerem Tunçeri önledi. Zaten Kerem'in dünkü tek faydası o

Yazının Devamı

Efes, 'Clark' attı

2 Haziran 2003

<#comment>
<#comment>     Lig Ül - Ef ya da Ül - Ef ve diğerleri ya... Diğerleri de artık yok ya... Anneannelerimizin ve babaannelerimizin bile ligin başında bildiği ligin sonu işte... Kısaca Ülker - Efes işte...
     Ül - Ef'in 'ÜL'üne, 'EF'ine seyirci gelmiyor, peki ULEB'in son 16'sına kalan Efes ve Ülker'i birbirleriyle oynarken görmeye niye gelmiyor? Belki megafon lazım; "Yaa mega star Hido ve mega star Memo da içerdeler yaa... Bari onlar için gelin yaa"
     Evet biz hakikaten acccaipiz. Daha doğrusu siz acccaipsizin... Bu pazar bu maçtan daha renkli ne buldunuz yaa... Nerdeydiniz yaa?
     Ve maç tabii... Melvin yine aynı saniyelerde verdi, tıpkı bir önceki maçı o aynı saniyelerde verdiği gibi... (Blair'dan ve diğer uzunlardan içeride hiç katkı gelmiyordu.) Melvin de dışarıdan zorluyordu. Belki bu da Ülker'i zorluyordu.
     Ülker, Efes'e (ligde) hep aynı şeyi yapıyordu... Kalın Kambala'yı, kalın Zaza ile yoruyor, sonra Blair ile vuruyordu (İki maçtır Blair ile vuramıyor).
     Mesala son maçta Zaza çabuk üçlemişti... Ülker'in de planları

Yazının Devamı

Alman Lisesi nire, Floransa nire

30 Mayıs 2003

<#comment>
<#comment>     Alman Lisesi'nden (Alman disiplininden) kaçıp Floransa'ya gittiğim dünlerdi. Floransa Güzel Sanatlar Akademisi'nin sınavlarında deneyecektim şansımı. Trenden inip Piazza Republica 'ya yürürken hem sağıma, soluma bakıyordum, hem de sağımdaki solumdaki mağazaların camlarında benle beraber yürüyen bana. Bir tuhaf gelmişti görüntüm gözüme. Mesela ayakkabım o gün bir tuhaftı. Tamam rahattı, sıkmıyordu. Terletmiyordu da (Alman işi). Üstelik pahalıydı da (Mark). Ama bir tuhaftı işte ogün. Mesela pantolonum da... Gerçi ölünceye kadar giyebileceğim kadar sağlamdı. Yüzdeyüz bilmemneydi. (O da Alman işi). Ama pantolonum da o gün Floransa'da bir tuhaftı işte. O yaz oluşabilecek dünyanın herhangibiryerinde oluşabilecek her hava şartına o pantolonumla ve o ayakkabımla uygundum. Dikkatimi çeken, kimse benim gibi giyinmemişti (Alman turistler hariç). Galiba Floransa'ya uygun değildim. Ne şehirdi be. Bir - iki saatte yürürken bile güzeli ve güzel olmayanı öğretmişti bana. Hele bir de güzel sanatlar akademisine girersem ... (girdim de).
     
     Maça niye gidiyoruz. Pres, blok, koridor, ya da daralan alanlar

Yazının Devamı

Milan'ın coachu benim arkadaşımdı

23 Mayıs 2003

<#comment>
<#comment>     Fatih Terim'in, Milan'ın coachu olduğu günlerdi. Milano'nun Malpensa'sına inmiştim. Gümrükçülerden biri beni görünce yanaştı.
     - Onu tanıyor musun ?
     - Evet
     Çok şaşırmıştı. Nasıl yani dedi, karşılaşınca konuşur musunuz ? Hatta Öpüşürüz de dedim. Hayal kırıklığına uğramıştı. O veya onların on metre yakınından bile daha bir Milan coachu geçmemişti. Milan'ın coachu, Silvio Berlusconi, Eros Ramazotti, Marcelo Lippi ile öpüşebilirdi. Ama benle ? (Gerçi ben de Terim ile Milan coachu iken görüşmedim, öpüşmedim de).
     - Nasıl ulaşıyorsun peki ?
     Elimdeki cep telefonunu gösterdim.

Yazının Devamı

Yenen de memnun, yenilen de

19 Mayıs 2003

<#comment>
<#comment>     İkinci periyotun bitimine 5 dakika ve küsuru vardı, 27 - 25 Fenerbahçe öndeydi... Arda girdi, üçlük attı, 28 - 27 Galatasaray olmuştu. Ve bir şey belli olmuştu; Galatasaray ancak Arda oynarsa kazanacaktı. Bir dakika içinde bir savunma bir de hücum ribaundu ve bir üçlüğü vardı ve son 5 dakika ve küsurunda iyi ki Galatasaray'da Arda vardı. Lyday dökülüyor, Muratcan'ı Fenerbahçe iyi tutuyor (O anda 0 sayı) Galatasaraylı da yoksa yine mi diye yavaş yavaş tutuluyordu. İki Amerikalısı'ndan Hairston'un içeriden binbir güçlükle, Koch'un da taa dışardan, taa uzaktan üçlük üstüne üçlükle bulduğu sayılar da olmasa... 2.58 vardı daha da koca iki periyot vardı. Muratcan da üçlememiş miydi... Galatasaray, Arda ve Muratcan'dan aynı anda, aynı alanda katkı alamıyordu. Sahada gerçi ikisi de vardı, ama biri varken, sanki biri yok oluyordu..
     Galatasaray böyleydi de, peki ya Fener... Erdal Bibo sık sık zorluyor, gereksiz zorluyor, daha doğrusu niye zorluyordu. Zaza ile dışardan bombalıyor. Davenport ile içerden sayı buluyordu. Maç sanki 5'e 5 değil, 2'ye 2 oynanıyordu. Sanki Galatasaray ve Fenerbahçe'nin bu ikilileri arasında

Yazının Devamı

Fenerbahçeli menajer doğar!

9 Mayıs 2003

<#comment>
<#comment>     Anneme bugün Fenerbahçe menajeri olduğumu söyleyin mi desem, ya da kırkımdan sonra bir saatte nasıl menajer oldum mu desem? Ya da ben menajer olarak doğmuşum da farkında mı değilmişim. Ya da anneeee. Korkuyorum, beni menajer yaptılar... En iyisi Torino'dan başlayalım. Ya da Torino'dan iyisi menajerin Şam'dakisi...
     
     Bir menajer hikayesi
     Torino'da Della Alpi Stadyumu'nun kapısındaydık. O ve ben. O Fenerbahçe'nin eski bir futbolcuydu yeni de menajeri. Tarih de A.Y.Ö. (Aziz Yıldırım Öncesi) bilmem kaç. Roma'dan, Torino'ya da ona yardımcı olmak için gitmiştim (Çok iyi arkadaşım). Juventus'un, Fenerbahçe ile oynayacağı maçın öncesindeki son maçını izlemesini istemişlerdi. Kapıdaki görevliye Fenerbahçe'nin menajeri o dedim. Maçı izlemek istiyor.
     - Bileti var mı ?
     - Yok

Yazının Devamı

Derbisi de kendisi gibi

8 Mayıs 2003

<#comment>
<#comment>     3.3 saniye kala 31 sayılı Lyday tek başına aldığı maçı adeta tek başına vermek istemişti. Saçma bir faul yapmıştı, üstelik 5. faulünü. Emre de 2'de 2 atmış maç da uzamıştı. Galatasaray sene içinde Fenerbahçe'yi iki kez yenmişti. Daha çok basketbolcu gibi basketbolcuları vardı. Daha çok oyuncu ile oynuyorlardı. Hatta hepsi oynuyorlardı. Daha takımdılar. Takım eşleşmesinde de her pozisyonda ağır basıyorlardı. Belki Fenerbahçe ve Yeni Zellandalı'sı... Ama dedim ya işte müthiş oynuyordu Galatasaray'ın da yeni Amerikalı bir numarası. Fener'in pivotu da yoktu. Zeki sakatlanmıştı yoktu. Mısırlı'nın bir Petter Sellers tiplemesinden de farkı yoktu. Evet, kısaca Fener'in pivotu da yoktu. Ama seyircisi vardı. (Gerçi seyirci denmez ya seyretmiyorlardı) Tuhaf ama iddialı Galatasaraylı'dan çok, iddiasız Fenerli vardı. Üstelik biri yeni (Aziz Yıldırım) biri eski (Metin Aşık) iki de başkanı da vardı. Galatasaray şubeyi ayırmıştı ya. Yalçın Granit de başkandı ya. Belki de yanlış anlaşılmıştı. Yoksa ayrılmışlar mı sanmışlardı. Mesela basketbolcu başkan Özhan Canaydın niye yoktu. Tuhaf ama tezahürat da yoktu. Acccaip bir gürültü vardı. Ve o gürültüyü çıkartan

Yazının Devamı