<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Milyonlu dolarlı futbolcuyu binli dolarlı hakem yönetebilir mi ? Sadece birinin değil ki, bir diğerinin de, hadi alt yapısını boşverin genel yapısı belli değil mi ki ? İstisnaları yok mu, var. İki taraftan da var tabii. Ama istisnalar da kaideyi bozmaz tabii.
Sonra dürtüyorlar beni işte. Merak ediyorum. Bir dördüncü hakem, mesela ne yer, nerede yer, nasıl yer ? Ne içer, nasıl içer, evi mesela, kombili mi ya da kombisiz mi ? Ne okur, ya da okur mu ? Ne giyer, nerede gezer ? Türkiye birkaç elit hakemine minimum 200 - 300 bin dolarlık kontratlar sunmalıdır. Ya da sunabilmelidir ki, rahatlasınlar, rahatlayalım. Ferahlasınlar, ferahlayalım. Ezilmesinler, ezmesinler de alınmasınlar da, tabii alıngan olmasınlar da.
Bağlayalım, ama hep aklımda olanla bağlayalım. Mesela peruk takan başkan deyince başkan kızıyormuş. Ama o bir başkan ve peruk takıyor (kendi isteğiyle), peruksuz başkan da denemeyeceğine göre rahatsız oluyorsa takmasın. Takıyorsa da rahatsız olmasın...
Evde kalmış olimpik kıza (el değmemiş) koca aranıyordu ya. Koca adayı da statsızdı ya. Olimpikin familyasının büyükleri de araya girmişlerdi ya. Sonra filan ve de falan diye yazmıştım ya.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
O, Erdoğan Demirören'in en vergici olduğu dönemde Erdoğan Demirören'in oğluydu. Şimdi Yıldırım Demirören. Erdoğan Demirören de artık Yıldırım Demirören'in babası. Türkiye'de onun gibi binlerce işadamı var. Ama en popülerlerinden biri de o. Çünkü Beşiktaş'ın futbol şubesinin bir yöneticisi o. Kolay mı elveda demek ? Kolay mı bırakıyorum demek ?
Bir "made in Bilgili" filmi diye yorumlanabilir belki. Ya da bir başkanın cinliği belki. Bence de medyanın gücü belki...
Mesela Gaziantepli Alper (!) imza atıyor. Yine o masa, ortasında bir imza atan, sağında, solunda da bir sürü attıran. Sanki "bilmemkim" geliyor Fenerbahçe'ye. Ve de o bilinmeyen kimler o masalarda işte bilmemkimler haline geliyor.
Mesela işte bir yaz günü, yine o masanın bu sefer Beşiktaşlı'sında ben oturacağım, sen oturacaksın olmamış mıydı ? İtişip kakışılmamış mıydı ? Belki bir noter ve belki de bir müdür. Yeter de artmaz mıydı ki ? Hadi arkadaşları ve eşi söylemediler diyelim. Çocukları da mı söylemez insanın ? "Baba be, böyle ayıp olmuyor mu ki ?" Medyalı yapamıyorlar hesapta. ama medyasızda hiç yapamıyorlar ki. Ve de bazen işte öyle panikliyorlar ki...
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Saat daha 18.30 falan. Galatasaray 18'i, Konya'da ısınıyor. "3 - 5 - 2'ye dönüyor hoca galiba" diyor aniden bizden biri. Üstelik bana. Bana ne diyorum" ben de, "Dönsünler". İstersen Ömer'i (Üründül) ara, ona söyle. Hani daha ilerlemiş şekli de birkaç gün önce söylemek herhalde bunu. "Her an 3 - 5 - 2'ye dönebilirler" hani. Sanki hepsi birer Lippi. Galatasaray'ı çözmeye Konya'ya gelmiş bir sürü bizim Lippi. İşte aniden sıkılıyorum. Nasıl olsa Rıdvan da var, Halil de var ya. Maçı bırakıp, işte girdim bile Konya'ya.
Geçen sene seçim öncesi Milliyet'le "TIR"lamıştım bu Konya'yı yine. Erbakan'sız sanki rahatlamış şehir. Konyalı da tabii. Bir yaşındaki Hilton'u, bir yaşındaki Konya'nın "Akmerkez"i Massera'sı ve tabii Mevlana'sı ile yırtmış Konya tabii. 60 - 70 binlik üniversitesi, şehir içinde bir başka şehir gibi... Mesela sağımdaki bizim küçük Erhan (Telli), daha ikinci saniyede (dakika değil), "Bülent sağda oynamaz ki" diyor. O da sanki sağımdaki küçük Lippi gibi. 55'te gol gelir diyen de var bizim Lippi'ler arasında, Baliç girmeli diyen de. Galatasaray üç puanla Konya'dan çıkamaz diyen de. Ya da mesela "Bu 11'le de çıkılmaz ki"... Terim'in işi zor vallahi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> İsveç'ten değil, sanki Mars'tan geliyorlar. Ya da sanki Mars'a geliyorlar. Demirel, oyuncularını tebrik ediyor ! (İyi mücadele etmişler). Örs, başarısızlık varsa (yok mu ?) sorumluluk benim diyor. (Ben de benim zannediyordum). Ama beni atayanlarla konuşup öyle karar vereceğim. (Niçin ?) Efes Pilsen'de de bırakması gerekirken bırakmamıştı. (Hoş olmayan bir şekilde bıraktırılmıştı). Ne tuhaf, o oyuncuların hemen hemen hepsinin başarısında emeği ve payı var Türkiye'nin en kariyerli coachunun. Ama onun bu başarısızlığında da Türkiye'nin bu en kariyerli oyuncularının hemen hemen hepsinin de emeği de var, payı da var. Takım olduk hiç olmazsa diyorlar. (Hangi takımsa kastettikleri). Gerçi oldular 3 senede 2,5 kere. "Bir"i 2001'de Ankara'da İspanya öncesi, "buçuk"u 2001'de İstanbul'da Hırvat maçının o müthiş ikinci yarısında. "Bir"i de 2003'te İsveç'te Hırvat maçından sonra kavga ederken. Haaa, bir de reklam filminde takım halinde karpuz yerken. Hakyemez yine hakem diyor. Diyor da Hakyemez'in yenilip de hakem demediği bir tek maç da yok ki zaten ?..
Horozlar öterken
O İngiliz hakem kötü. Hem de çok kötü. Peki, ama onun bir gün sonra yine düdüklendirilmesi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Vay vay vay... Nasıl da indiler valla, havadan o alana. Valla yine bi accaip indiler o havaalanına... Kasteddiklerim Süreyya ve Yücel tabii ki değiller. O ikisinin önündekiler, yanındakiler, hatta arkasındakiler. Tamam önceden görme değildik, tamam gümüşümüz de olmuştu ve ilk defa da olmuştu. Ama herkes birdenbire o gümüşün etrafına doluşmuştu.
Tabii önce Gençlik ve Spor'un başı Atalay konuştu... Ve tabii uzun uzun konuştu... Ve tabii niye uzun uzun konuştu? Ve de tabii Allah aşkına niye ilk o konuştu. Koşan Süreyya idi, koşturan Yücel, coşan da Atalay, Bayatlı ve Yurdadön... Coşturan da mikrofonu - kamerası, karşılarındaki Türk medyası... Görmemişin gümüşüydü ya işte... Hesapta söz de gümüştü, sükut da altındı ya işte. Paris'te kaçan altın, Ankara'da yine kaçmıştı. Dünya Şampiyonası'nı Türkiye'ye laıvermişlerdi, olimpiyatları da İstanbul'a... Süreyya koştukça koşuyordu... Onlar da coştukça coşuyordu...
Ve sonra Süreyya... Yayın canlıydı. Biliyorsunuz kaçan altın da "kanlı"ydı... üstelik antrenörü de konuşacaktı... Yok "o günü" yanlış hesaplanmaştı veya hesaplanamamıştı... Yok "o gün" 10 gün sonra sanılmıştı.
Atletizmin 46 yıldır içinde yaşayan
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
4 - 0 olmazdı tabii Sofya'da... Yani bu CSKA, Sofya'da bile dört olamazdı. Ama işte her "olmaz olmaz"ın da bir de "ya olursa"sı vardır ya... Babalarının ligini kaybedeceklerdi, tabii parasını da... Terim ve Canaydın'ın bu bitmez gibi gözüken kredisi bile, hani bir 90'da bitebilirdi valla. Stat bir tuhaftı zaten. Ormanın içindeydi. Seyircisi de çıldırmıştı sanki. Her geçen dakikada daha da çıldırıyordu sanki. Biz bile etkilenmiştik. Minibüsümüze gitmek için o ormanın içinden binlerce CSKA'lı ile yine yürüyerek çıkacaktık. Galatasaray bu staddan çıksa bile, biz o ormandan nasıl çıkacaktık ?
Mavi mavi masmavi de değil miydi Galatasaray? Onlar da bir tuhaftı valla. En güzel tarafının İstanbul'a dönüşünün olduğu seyahatlerden biriydi yine işte. İlk 30 dakika hiç risk almak istemedi Terim, almadı da. Geride Prates, Bülent, Hollandalı, K.Hakan... Önlerinde Tamas, Batista... Prates'in önünde bu sefer Sabri, hem de ne Sabri... Sanki anası babası Brezilyalı da, o da doğmuş Brezilya'da... İsmi de sanki sonradan Sabri olma bizim beyaz Brezilyalı Sabri. Durun bitmedi daha... Hani biri çıkıp dese kulübüne 5 - 10 milyon dolar, kendisine de 2 - 3 milyon dolar senelik
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Rus coachuna, "İsveç'te Rus takımının coachu mu olmak istersin, Türk topluluğunun mu (takım değiller)" deseniz, yine de "Türkler" der... Onlarla İsveç'in sonuna kadar... Ruslar'la, Krilenko'nun istediği yere kadar... Bir "O" istedi, zaten işte yendiler bizi... Letonya'yı boşverin. Sırbistan Karadağ altı - yedi eksikle gelmiş. Hani takımın yarısı yok. Yine de maçın yarısını dört faulle 30 sayı atarak oynayan bir Stojakovic bile yeniyordu neredeyse bizi. Tamam yendik de, ne yani bu Sırbistan - Karadağ'ı da yenemeyecek miydik ? Maç seçiyor belli ki Türk topluluğu... Ondan Örs'ün bile belki haberi yok ki. Stojakovic ve arkadaşlarını gözlerine kestirmişler belli ki... Veya dünkü İtalya. Bir Bazile var oyuncu gibi, bir de belki Bulleri... İtalyan coachuna da sorun; İsveç'e İtalyanlar'la mı gitmek istersin, ya da Türkler'le mi diye... Bakın ne diyecek; deli değilse ya da aptal, "yüzde yüz Türkler" diyecek. İşte Hido'yu, İbo'yu, Mirsad'ı, işte Memo'yu, işte Kaya'yı... İşte kim takar coach İtalyan bile olsa İtalya'yı... Onlara da yenildik. Bu turnuvalar takımlar değil de, oyuncular arasında bire bir oynansa, bizimkiler belki uzak ara şampiyon olacak.
Ne denir, ahı
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Onla başlayalım, Hagi ile, en 10'la başlayalım. Ama ondan da önce Galatasaray'da bıraktığı o 10'la. Hakan'daydı, yılların 9'u işte 10 olmuştu. Belli ki Hakan mutluydu, peki ya o "10". Bir ara Hagi ile gözgöze geldiler. Hakan değil tabii kastettiğim, yeni numarası. Dile gelip konuşabilseydi, kim bilir neler derdi. Belki de "Nedir bu başıma gelenler" derdi. Forması bile özlüyordu belki onu... Evet gün Hagi'liydi Bursa'da. Maç da tabii... Tabii öncesi de. Tabii yorumu da. Bursalı tribünler bol Hagi'liydi, Galatasaraylı olanları da. İşte önce eski arkadaşlarının gelip onu kucaklayışı, işte onun gidip, eski hocasına sarılışı, sonra Galatasaraylı tribünleri selamlayışı...
Mesela dakika 5 miydi, neydi. Okan sanki ofsayttı ya da sanki ofsayt mıydı; pası Okan'a atan Bursalı Hagi gibi atıyor, Okan da hem kendisinin, hem Bursa'nın ilk golünü çok erken atıyordu. Terim tipi de oynatıyordu Bursa'yı Hagi. Defansı öne, orta sahayı daha öne, forveti çok öne çıkartıyor, oyunu kanatlara açıyor, sık sık Okan'ı, Sertan'ı Galatasaray defansının arkasına kaçırıyor, ilk 45'te de pozisyon üstüne pozisyon buluyordu, sayılmayan da iki gol. Maç içinde de maç seyrediyorduk adeta. Serdar