<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Mesela Fener'in başlayan "5"i, mesela Ülker'in oturan "5"iyle başa baş oynayabilir miydi sanki? Ya da herhangi bir Ülker "5"iyle. Ya da Fener'in ilk "5"inden Ülker'in benchine kimi istersin diye mesela coach Tolga Öngören'e sorsalardı, Ülker coachu acaba bir oyuncudan fazlasını ister miydi? O "1"i de belki ayıp olmasın diye "isterim" derdi. O zaman Tolga Öngören'e sormamız lazım, dün niye bu kadar zorlandıklarını. Ligde nasıl olsa ya bir ya da ikiyiz. Hedefimiz de Eurolig dese Ülker coachu, bu da o Eurolig için bir antrenman maçı, ya da bizim ligimizin her maçı Eurolig'in bir antrenman maçı, birşey de diyemezdik belki de.
O tempoda da başladılar zaten. Öyle de oynuyorlardı zaten. Sonra Fener aniden işi ciddiye aldı. 26. dakikaydı galiba, Umut Yenice attı galiba, Fener de ilk defa 54 - 53 öne geçiyordu galiba. Ülker, "ne oluyoruz" dediğinde, üçüncü periyot bitmişti, 61 - 57 öndeydi de Fenerbahçe. Geçen hafta Fenerbahçe ve coachu, ezeli rakiplerine en büyük kötülüğü yapmışlardı. Onlara yenilmişlerdi. Defolarını dikkatlerden kaçırmışlardı ezeli rakiplerinin. Ülker'de mi yoksa Galatasaray'a bir kötülük daha yapıyordu. Galatasaray'ın yendiğine mi yenileceklerdi
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Galatasaray bir "10"un eksikliğini her maç daha çok çekiyor. Hatta gibisinin eksikliğini de. Ergün Pembe mesela. "10" olmasa da "10" gibi değil mi mesela? Ama onu da solda, kanatta kullanıyor Terim işte. Eski "9"larını "10" yaparak, Şükür'ü de morallendirerek Karan'la aralarındaki sorun geçici olarak çözüldü tabii. Ama Galatasaray'ınki de çözülemedi tabii.
Orta saha yine Ayhanlı, yine Cihanlı ve yine Sabrili. Tamam onlarla belki koşuyorlar, kesiyorlar, basıyorlar ama ilk 45'te mesela Hakan ve Bratu'ya bir tek top bile atamıyorlardı. Yine o eski "9" ları "10" olduğu için ya da "10" olduğu için mi orta sahaya kadar kendi topunu kendi almaya geliyor, Bratu da iyice yalnız kalıyordu.
Biraz Hasan Şaş çabalıyor, ilk 45'te Galatasaray penaltı dışında tek pozisyon bile bulamıyordu. Tuhaf ama defansı Galatasaray'ın en problemli gözüken ve de en eleştirilen yeri. Ama Galatasaray'ın en az değişen ya da değiştirilen yeri de. Bence de Galatasaray'ın diğerlerine göre en az sorunlu yeri. Orta sahaya verdikleri topu, Ayhan ya onlara, ya yana, ya yanına, Cihan ya yanına, ya yana, ya onlara veriyor ve sıkışıyorlar tabii. Ama kendi kendilerini de sıkıştırıyorlar da
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ah o Victoria olmasa...
Ah o Victoria ona imaj yapmasa..."Yada Allah aşkına şu Beckham kim ki? Bizim Sergen ondan daha iyi değil mi ki?". Günaydın valla. İtalya'nın o "pasta"sıyla bizim makarnamız arasındaki fark peki?..
Mesela spagetti bolonese, kıymanın imajlandırılmışı değil mi sanki? Ya da bu bizim kıymalı makarna değil mi sanki? Saçı, maçı, karısı işte. Ya da mesela penne arabiata işte. O da domateslisi biberlisi, makarnanın Beckham'ı işte.
Sağı eh işteden biraz iyice. Solu zaten yok. Kafa vuramıyor, çalım atamıyor. Çocuk soruyor.
- Baba, peki bu adam Real Madrid'de oynamıyor mu?
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Galiba 9 saniye vardı. Fenerbahçe hep önde götürdüğü ve rahat kazanacağı maçta gereksiz coaching yüzünden Galatasaray'a en kritik saniyelerde yakalanmıştı. 64 - 64'tü. Galatasaray'ın Nijeryalı'sı Uche iki serbest atış kullanacaktı. Ve tabii (!) ikisini de kullanamayacaktı. Sonra Fenerbahçe'nin en başarılısı Umut Tınay elindeki topu kaptırdı.
Sinirler zaten gerilmişti tabi. Kavga da tam o anda çıktı yine şeref tribününde tabi. O tribün her Galatasaraylı, Fenerli derbide olduğu gibi bir acccaipti yine tabi. Herkes en Fenerli, en Galatasaraylı olduğunu da göstermek istiyordu tabi. Bir Fenerli, Galatasaraylı derbinin daha da yine içine edildi tabi... İki takımdan mesela Efes veya Ülker ile başabaş oynayacak bir takım çıkmaz diyelim en kısa yoldan. Yine mücadele vardı. Heyecan vardı. Ter, gözyaşı, sevinç, hüzün vede buna benzeyen her türlü duygu da vardı. Top da vardı iki pota, iki coach bisürü basketbolcu filan falan da vardı. Ama işte yine basketbol yoktu. Yöneticilerin harcadığı emeğe saygılıyız tabi, ama işte oynanan basketboldan kaygılıyız da tabi. Aynı yöneticilerin bizim eleştirilerimize de saygılı olmaları lazım tabi. Fenerbahçe sanki daha iyiydi.
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Şenol Güneş'in on biri çıkabilecek en iyi on bir miydi ? Ya da bu on bir, Şenol Güneş'in on biri miydi ? İki sorunun cevabında da bence hayır vardı. Ama işte biz böyleydik, işte her işimizde de nedense işte bir "hayır" arardık ! Millet hiç olmazsa otuz dakika Sergen demişti. O millet Hakan Şükür'ü de istemişti. Sanki bu sefer milli on biri sanki millet belirlemişti. Mesela Yıldıray yoktu. Belki formsuzdu. Ama işte Okan vardı. Hiç oynamıyordu ki. Üstelik o ne formlu, ne de formsuzdu. Mesela İngiltere'de kötü günler geçiren Alpay da vardı. Mesela en olması gereken Ergün yoktu. Kızmaz, kızdırmaz, üstelik sararmaz, kızarmaz, buz gibi idi. Evet o, tam bu maçın adamı gibi idi. Herkes maçtan önce kafasında İngiltere ile oynamış ve de İngiltere'yi yenmişti sanki. Ve de lütfen ısrar üzerine bu maçı seyretmeye gelmişti sanki. Galiba bir tek Şenol Güneş maç öncesi İngiltere'yi yenememişti. Yenemezsek de işte millet böyle istedi deyip, belki de sıyrılmayı istemişti. Kulüplerinde oynamayanları oynatarak (Rüştü'yü mecburen oynatıyor) sanki risk alıyordu. Aslında hiç ama, hiç risk almıyordu. Türkiye'nin gelmiş geçmiş en yetenekli jenerasyonunun başındaki bu şanslı coach, bence
<#comment>#comment>
<#comment>#comment> Aylardır haftalardır gerdiler onları (futbolcuları). Tabii bizi de. Gerildi onlar, tabii gerildik biz de. 'Geril geril'iz denir mi bilmem ama, denmese de işte dedim bile. Bir gün kaldı zaten. Söylemedik, yazılmadık hiçbir şey de kalmadı zaten. Neler de anlattılar ya da neler anlatmadılar ki bize koca koca adamlar. Hani annenin çocuğuna yemek yerken "üstüne dökme" demesi gibi.
- Ne olur üstüme dökersem anne ?
- Leke
- Leke nedir anne ?
- Leke işte bilmem nedir.
- Leke olursa ne olur anne ?
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Önce Konya, sonra Torino, sonra Fenerbahçe, sonra Nihat ve his friends işte. Bir türlü kazanamıyorlardı işte. Kimi arzu edersiniz bu hafta deselerdi, mesela yüz Galatasaraylı'ya. 99'u bence Akçaabat derdi, o kalan "bir" de tercihini dışarıdan değil, içeriden kullanırdı bence. Bizim PAF takımıyla oynayalım derdi bence. Galatasaray kazanmak istiyordu. Galatasaraylı da... Akçaabat da ya yeniyor, ya da yeniliyordu (yedide altı). Ama genellikle yeniliyordu. Berabere bile kalamıyordu, ya da kalmıyordu...
Terim, İspanyollar'a karşı ikinci kırk beşte o sezonun en tempolu otuz dakikasını oynayanlarla başlamıştı maça, Akçaabat yabancısız, ve de iddiasızdı. Nasıl olsa Kovaçeviç de yoktu, Nihat da yoktu. İnanmayacaksınız ama Olimpik Stat'ta dün rüzgâr da yoktu. Ve de işte Tamas da yoktu. Yine de ilk otuz beş küsura kadar vallahi de billahi de futbol adına hiçbir şey de yoktu. O dakikada frikik oldu. Frikiği Frank de Boer attı, gol oldu. Tam zamanıydı bence ama, sustum. "Ya, o Barcelona'da oynamıyor muydu ?" Galatasaray 1 - 0'dan sonra da sıkıyordu, Galatasaraylı 3 - 0'dan sonra da sıkılıyordu. Düşünün 3 - 0 olmuştu, Galatasaray yine oyunu sıkıştırıyordu ve de yine
<#comment>#comment>
<#comment>#comment>
Ben değildim tabii onu bulan. Beni Milano'da bulan Magic Johnson'dı. Hani herkesin o aralar arayıp da bulamadığı. O dönemin Sabahçılar'ına göre Magic'le karşılaşmamız onların büyüklüğüydü (!). Bana göre de Milano'nun "Centro (Merkez)"sunun küçüklüğü. Vittorio Emanuelle'de onunla karşılaştık, tanıştırıldık. Hatta paparazziler, garson, carabinieri (jandarma) vesaire kılığında üşüştüğünde yakındaki bir restoranda uzun uzun konuştuk da (fotoğraf da var). Gerçi biraz tuhaf bir konuşmaydı. Daha çok ben konuşuyordum. Hatta hep ben konuşuyordum.
- "İnşallah iyileşirsin" filan.
- "İnşallah şu AIDS'i de yenersin" falan.
- "İnşallah sen, karın, çocukların çok mutlu olursunuz" filan falan.
O da sadece "thank you" diyordu. Bazen karısı da "thank you" diyordu. Ya da ikisi birden "thank you" diyorlardı... Benim onla olmam, bu kadar bile konuşmam da haberdi ama, Sabahçılar'ı kesmemişti. Ve de bakın Erwin'e neler de dedirtmişlerdi: