Japonya ile oynadığımız hazırlık maçı beni taaa 21 yıl öncesine götürdü. Yani Güney Kore ve Japonya’da yapılan 2002 Dünya Kupası’na... Yorucuydu, oradan oraya, her gün neredeyse ülke değiştirdik, gelin görün ki bir o kadar da keyifliydi.
Japonya’yı o turnuvada 1-0 yendik, yenmesine de pek kolay olmamıştı. Samuraylar’da o yıllardan bu yana sadece isimler değişti, her alanda olduğu gibi müthiş disiplinliler, oyun sistemine sonuna kadar sadıklar. Kaldı ki rakibimizin birçok oyuncusu Avrupa’da top koşturuyor, artı apoletleri 4 Asya Kupası ve en önemlisi 7 kez Dünya Kupası’na katılmış olmaları, yani o kulvarın gediklisi. Çok çabuk ve teknik oyuncuları kadrosunda barındırıyor Japonya. Hazırlık maçı da olsa, rakip işini ciddiye alıyor, baksanıza Almanya’yı bile özel maçta 4-1 yendiler, Hansi Flick’in biletini kestiler!
Hazırlık maçlarında skor tabelasına pek takılmam, ancak ilk yarıda yediğimiz üç gol biraz ağır oldu! Adamlar pire gibiler, hem alan daraltıyorlar, hem hücumda çoğalıyorlar, hem de geri
Kusura kalmayın, bizim kulvarı bu hafta pas geçiyorum, tek satır futboldan, takımlardan, transferlerden, kimin iyi, kimin vasat olduğundan dem vurmayacağım, çünkü ortada büyük bir zafer söz konusudur.
Ülkemizi ayağa kaldıran, sokaklara döken, bizleri mutlu eden, gurur ve onur veren Avrupa’nın en büyüğü FİLENİN SULTANLARI’nı dilim döndüğünce öne çıkaracağım. Onlar bunu hak ediyor, hem de sonuna kadar...
Futbol bizim ekmek paramız, haber ve yorumlar yapıyoruz... Ne var ki, 48 yıllık yol arkadaşım Şerife, öyle pek futbolla ilgilenmez, ara sıra göz ucuyla bakar maçlara hepsi o kadar. Fakat ben onun kadar voleybol ve basketbol fanatiği tanımadım dersem abartmış olmam. Öyle ki bu iki branş bazen futbolla çakışıyor, tabii ki ufak tefek takışmalar oluyor, ama sonunda tatlıya bağlıyoruz. Ben salonda, o mutfakta maçlarımızı izliyoruz, yani sataşmalar büyük boyutlara hiç ulaşmadı bugüne kadar!
Voleybolda finaller boyunca telefonum hiç susmadı, yazlıkta olduğu için her saat arıyor, ‘Bak Bilal, voleybolcularımızın
Şöyle ilk yarının istatistiklerine bakalım, sonra düşüncelerimizi ortaya koyalım ne dersiniz? Topla oynama yüzde 70 Beşiktaş lehine...
Bu rakam, konuk takım Sivasspor’un ofansif oyundan çok savunmasına yaslandığını gösteriyor. Bakın bu oyunda zor olan savunma yapmaktır, ne kadar kapanırsanız kapanın, bir tane ‘çilingir’ çıkar, o kilidi açar! Yani, faturayı gelir, keser tıpkı Colley gibi! Hele de duran toplar bu oyunun en kritik atışlarıdır. Colley kapı gibi stoper, savunmadan çıkıyor, duran toplarda fırsat kolluyor. Nitekim, gol ayaklarının sustuğu ilk yarıda kafayla perdeyi açtı.
Muleka’yı beğenen var, beğenmeyen de, ben mi, pozitif düşüncelerim her hafta artıyor. Rashica’nın attığı golde onun da emeği büyük, kazandığı topu Aboubakar’a aktardı, Kartal’ın gol makinesi, soldan derinlemesine topu arkadan kopup gelen Rashica’ya yuvarladı, ona da vurmak kaldı, ilk yarının skorunu belirledi. Gelelim Güneş’in 11 tercihine...
Valla görüyoruz ki, takımın pek sağıyla, soluyla oynamıyor, ufak - tefek değişiklikler yapıyor, yerden göğe
Muleka kimine göre iyi, kimine göre ise vasat! Valla, Şenol Güneş onu 11’de sahaya sürüyorsa bir bildiği var, yani ondan vazgeçmiyor. Güneş’in düşüncesine aynen katılıyorum, her geçen gün çıtayı yükseltiyor, özgüven duygusu neredeyse tavan yapmış. Baksanıza ilk yarıda Beşiktaş’ın dört pozisyonu var, üçü Muleka’ya ait... Birini kaleciye nişanladı ki zor pozisyondu. İkincisinde top Onur’a çarpmasa kaleyi bulması işten değildi. Bitmedi, bir uzaktan şutunda top direkten geri döndü, bu yarının en ciddi pozisyonuydu bence, daha ne yapsın Muleka. Artı adam kovalıyor, savunmanın sıkıştığı anlarda yardıma koşuyor, atamıyor ama en azından deniyor, geri vites yapmıyor. Valla, kaptan Necip Uysal’a kimse laf etmesin, çarpılır, taş kesilir, taş! Her yerin adamı, tam bir joker, yoklukları kapatan isimdir kaptan Necip. Stoper mi sakatlandı göreve hazır, sağ bekte sorun mu var, ilkyardım çantası gibi. Nereye koysanız orada oynuyor, en azından yüreğini ortaya koyuyor, adeta cengaver, bravo kaptan. Onur’u
Beşiktaş sevdalıları, Talisca ve Ramos’u adeta dillerine dolamışlar! Sanıyorlar ki, yönetim boş duruyor. Evet ikisi de yıldız, kabul ediyorum, ancak onların bir maliyeti var, bir de takım içindeki parasal balansı unutmayalım.
Talisca konusunda girişim yapmış yönetim, Başkan Çebi açıkladı, ancak olumsuz yanıt almışlar bu birrr... İkincisi Ramos’un yıllık maliyetini de Çebi açıkladı, vergileriyle toplam 25 milyon euro, iki yıllığı eder size 50 milyon euro... Bir kulübün anahtarını istememiş arkadaş! Biz uydurmuyoruz en yetkili ağız söylüyor.
Başkan Çebi’nin ne avukatı, ne de savunucusu asla değilim... Para - pul işlerinden de pek anlamam, ancak gerçekleri de göz ardı etmeyelim. Kulüpte bırakın futbolcuları personel maaşlarının dağıtılamadığı günleri anımsıyorum. Hele hele takım elbiseli icra memurlarının kapıyı aşındırdığı günler ne çabuk unutuldu? Şimdilerde ise maaşlar tıkır-tıkır ödeniyor, icra memurlarından tık yok, tık! Yiğidi öldürelim, ama hakkını da teslim edelim, eleştirirken ağacı kökünden sökmeyelim!
Sizlerin nasıl vefalı
Adana Demirspor’un Avrupa seferine çıkmasını tesadüf ya da şansa bağlamak gibi bir düşünceniz olmasın çünkü oynadıkları futbolla bunu çoktan hak ettiler. Bakmayın dünkü tabelaya... Bunun Adana’sı da var... Belçika futbolu son yıllarda çıtayı bir hayli yükseltti, kaldı ki Genk de öyle çantada keklik asla değildi. Ne var ki Adana Demirspor da öyle bileği bükülecek bir takım izlenemi asla vermiyor. Kluivert’in gelişiyle birlikte Demirspor, kaldığı yerden devam ediyor.
İlk yarıda iki takımın da kazanma arzusu, oyuna kalite getiren en büyük faktör idi... En net gol fırsatını ise Adana Demirspor yakaladı. 19’da Ndiaye’nin kaleci ile karşı karşıya kaldığı pozisyonu harcaması klasına hiç yakışmadı.
Golcüler bazen kaçırırlar ama ekstra işlere imza atarlar. Örneğin ilk yarıda o fırsatı cömertçe harcayan Ndiaye, 47’de Emre Akbaba’ya müthiş bir asist yaptı, tecrübeli futbolcu fileleri havalandırdı.
Skor avantajına rağmen Adana Demirspor yine tüm hatlarıyla oyunu rakip alana yıktı. Genk bu
Fanatizm kelimesi beni oldum olası irite eder, sevmem! Ki bizim mesleğimiz bu kelimeye asla izin vermez.
Hiçbir kişiye, hiçbir kuruma asla önyargılı olmadım, olmam da. Bu kelimeyi apoletlerinde taşıyanlarla, ne tartışırım, ne de işim olur! Fanatizm kelimesi biraz açalım, sanırım daha aydınlatıcı olur:
“Bir öğretiye, bir kimseye, bir şeye aşırı ölçüde, coşku ve tutkuyla bağlılık, kişileri bu konularda aşırılıklara sürükleyen, körü körüne yandaşlık!”...
Elbette saygılı olmak kaydıyla eleştiri yapabilirsiniz, ancak siyaha da beyaz demeyeceksiniz, işte buna fanatizm denir! Neredeyse yarım asıra dayanan mesleğimde, şöyle her yönüyle ‘tertemiz’ eleştirilerden uzak bir sezon yaşamadım, hasret kaldık hasret!
Federasyonuyla, MHK’siyle, hakemleriyle uğraşmaktan, eleştiri yapmaktan, insanlara yol gösteren düşüncelerimizi ortaya koyamadık, belli ki bunu da başaramayacağız!
Futbolumuza her gün neredeyse yenilikler geliyor, örneğin VAR sistemi girdi hayatımıza, ‘hay girmeseydi’ der konuma geldik! Avrupa’da bu sistem tıkır-tıkır
Neredeyse her gün ülkemizin çeşitli yerlerinde çıkan yangın haberleriyle uyanıyoruz, içimiz cız ediyor. Tıpkı dün saat 13.30’da Çanakkale’de başlayan yangın gibi... Sosyal medya ve ana haberlerde Çanakkale’deki yangın ilk sıraya oturdu, çünkü çok büyük idi. Düşünün o kadar büyük ki, Gelibolu’ya 35 kilometre uzaklıktaki yangının dumanlarını belirli yerlerden görüyorduk, varın büyüklüğünü anlayın.
Tam eve girmek üzereyken, değerli meslektaşım Milliyet Haber Araştırma Müdürü Pınar Aktaş, Çanakkale’ye gitmemi istedi. Durur muyum, daha sırt çantamı indirmemiştim ki, buradaki yakın dostlarımı aradım, Beşiktaşlılar Derneği Başkanı Hakan Pehlivan, aile dostumuz Kazım Karababa ile birlikte bastık gaza, arabalı vapuru beklemeden, köprüden Çanakkale’ye vardık. Hakan Pehlivan cep telefonuyla çok harika fotoğraflar çekiyor, ondan destek istedim, sağolsun Kazım kardeş özel aracıyla bizi yangın yerine ulaştırdı.
Yüreğim yandı
&Cced