Bitkilerin kansere ve diğer birçok rahatsızlığa karşı koruyucu veya tedavi edici özelliklere sahip olduğu yüzyıllardır biliniyor. Tedavi amaçlı yapılan ilk ilaçlar da doğal olarak bitkilerden elde ediliyordu. Hedefe yönelik moleküllerin kullanılmaya başladığı son birkaç yıla kadar kanser tedavisinde alınan ilaçların birçoğu, yine bitkilerden elde edilmekteydi.
Kanserin gelişmesinde çevresel faktörlerin ve beslenmenin öneminin anlaşılmasıyla çok daha popüler hale gelen beslenme konusunda ciddi bir endüstri oluştu. Tedavi sırasında da hastaların yaklaşık yüzde 50-60’ı radyoterapi veya kemoterapilerin yanı sıra değişik bitki ve besinler kullanmaktadır. Koruyucu olduğu düşünülen, çok kullanılan, araştırılan bitkiler arasında; zerdeçal, safran, soya fasulyesi, yeşil çay, üzüm, brokoli, turp, deve dikeni, sarımsak, domates, maydanoz ve zencefil sayılabilir.
Yemeklerden alınan zerdeçalın etkisi düşük olduğu için, bir fitoterapi uzmanıyla takviye miktarını belirleyip, Tarım Bakanlığı’nın ruhsatlandırdığı ekstreleri kullanmak doğru olacaktır.
Üzüm, böğürtlen, kızılcık, ahududu, elma, erik, kırmızı soğan ve kabak (C-yanidin): Hücre yenileyici, metabolizma destekleyici ve antioksidan olarak bilinirler. Bağışıklığı güçlendirir ve toksinleri uzaklaştırır.
Turpgiller: Brokoli, karnabahar, su teresi, Brüksel lahanası, roka, Çin lahanası, turp ve şalgam gibi sebzeleri içeren brassika cinsi bitkilerin bir parçasıdır. Sindirim sırasında özellikle midede indoller, nitriller, tyosiyanatlar ve izotiyosinatlar gibi bileşiklere dönüşür. Laboratuvar çalışmalarında, bu bileşiklerin hayvanlarda kansere karşı koruyucu etkisi olduğu gösterilirken insanlar üzerindeki etkisi henüz tam anlamıyla gösterilememiştir. Ancak bu gruptaki besinlerle yapılan deneylerde; DNA hasarından hücreleri koruyabilecekleri, kanserojen maddeleri etkisiz hale getirebilecekleri, programlı hücre ölümüne sebep olabildikleri; ayrıca metastazı ve tümör büyümesi için gerekli yeni damar oluşumunu etkiledikleri görülmüştür. İnsanlardaki tesiri netlik kazanıncaya kadar çalışmaların devam etmesi gerekmektedir.
Soya (Genistein): Organik soya tüketimi, diyetinize daha fazla protein, sebze ile lif eklemenin kolay ve ucuz yollarından biridir. Ancak östrojen hormonuna benzeyen yapısı sebebiyle kansere neden olduğu inancı yaygındır. Akılda tutulması gereken nokta, soya bir fito-östrojendir yani bitkisel kaynaklıdır, bazı hücrelerin büyümesini ve bölünmesini tetikleyen östrojenden farklıdır. Yine aynı hücrelere bağlanabilir; fakat etkisi gerçek östrojenden yaklaşık bin kat daha azdır. Bu sebeple, gerçek östrojenin etkisini göstereceği hücre üzerindeki alıcılara bağlanıp, bu hormonun etkisini göstermesini bile engelleyebilir. Soya yoluyla vücuda yeterli lifi vererek diğer östrojenik yiyeceklerin (yağ ve et gibi) daha az tüketilmesi de sağlanmaktadır. Bazı laboratuvar çalışmalarında, soya eklendiğinde hücrelerin daha fazla çoğaldığı görülmüştür. Gözlemciler mısır, un, yağ ve domates gibi başka besinler ilave edildiğinde de hücre üremesinin artabileceğini vurgulamaktadır. Soya tüketirken işlenmiş olup olmamasına dikkat edilmeli, protein yüklemek amacıyla piyasaya verilen izole soya proteinlerinden uzak durulmalıdır. GDO’lu olup olmaması da bir başka dikkat edilmesi gereken nokta olabilir. Yarın da bitkileri incelemeye devam edeceğiz. Sağlıklı ve bugünlerde evde kalın...