Dünyada gelişmiş ülkelerde neredeyse artık rastlanmayan bu hastalık, biz ve bizim gibi gelişmekte olan ülkelerde halen görülebiliyor. Rahim ağzı (serviks), rahmin vajinaya açılan ve doğum esnasında genişleyen kısmıdır. Erken evrede teşhis, çoğu türde olduğu gibi burada da tedavinin başarısı için önemli bir etkendir.
Erken teşhisin zorlukla gerçekleşmesinde, hastalarımızın gereksiz korku ve duyarlılıkları da rol oynamaktadır. Bu sebeple rahim ağzı ve diğer kanser türleri için de “Kendime konduramadım, korktum” benzeri bahaneleri lütfen hayatımızdan çıkaralım.
Mücadeleyi kabullenmenin birinci adım olduğunu ve sonrasında bu çabanın çok güvenli uzman ve size yardımcı olmak için can atan bir ekiple, güçlü biçimde süreceğini hayal edelim...
Risk faktörleri
Neredeyse tüm kanser vakalarından Human Papilloma Virüsü (HPV) sorumludur. HPV’nin çok sayıda alt tipi bulunmaktadır; bazıları genital siğillere sebep olurken bazıları da rahim ağzında hücresel değişikliklere yol açarak kansere giden
Günlerdir yazdığım halde yine de bir gazeteci gibi yazamıyorum, dolayısıyla bugün de bir akademisyen gibi başlayıp, kısa bir tekrar yapalım... Kanserin illet, kara talih ve kader olmadığını, sadece bir hastalık olduğunu hatırlayalım. Erken evrede tespitinde tedavinin son derece başarılı olabileceğini unutmayalım. İleri evrede tespitinde ise, geçmişe oranla çok daha başarılı olduğumuzu ve kanseri artık kronik bir hastalık haline getirebildiğimizi yineleyelim. Tanı aldığınızda sizi bekleyen sürecin asla sadece uzmanların inisiyatifinde olmadığını, bunun ortak bir strateji, sağduyu ve yol haritasıyla birlikte atlatılacak bir süreç olduğunu aklımızın bir yerine kazıyalım.
Hal böyleyken, kanser şüphesiyle başvurduğumuzda tanı mekanizmalarından önemli bir tanesine, biyopsi dediğimiz işlemin ayrıntılarına bakalım.
Özellikle bu tür yazılar okuduğumuzda ya da bir duyum aldığımızda obsesyon benzeri gereksiz bir korkuyla, küçük şikayetimizi zihnimizde büyüterek doktora başvurmamız gerekmiyor. Ama 10 günün üzerinde kendisini hissettiren, kullandığınız her türlü ilaca veya
Kanser türleri içinde sinsi ilerleyişi ve geç tanı oranının yüksek olmasıyla bildiğimiz, erken evrelerde yakalandığında ise tedavi şansı çok yüksek olan mide kanserinin en Kanser türleri içinde sinsi ilerleyişi ve geç tanı oranının yüksek olmasıyla bildiğimiz, erken evrelerde yakalandığında ise tedavi şansı çok yüksek olan mide kanserinin en önemli handikapı, sıklıkla gastrit veya ülser belirtileriyle karışmasıdır. Bu nedenle genelde erken evrede fark edilemez. Kanser sinsice ilerleyip ileri evreye geldiğinde tanı konulur. Beslenme alışkanlığında tuzlu ve tütsülenmiş yiyeceklerin sıkça görüldüğü Japonya, Malezya, İzlanda gibi ülkelerde daha sık rastlanılır. Ülkemiz, görülme sıklığı açısından yedinci sıradadır.
Sık rastlanılan belirtiler
- Kilo kaybı ve halsizlik,
- İştahsızlık,
- Karın ağrısı,
- Yemek sonrası hazımsızlık ve şişkinlik,
- Bulantı ve kusma,
- Mide girişini tutan kanserlerde yutma güçlüğü,
Pankreas kanseri, diğer türlerine oranla en çok tedirginlik yaratan kanser türü. En azından çoğunluğun algısı bu yönde. Oysa diğerleri gibi onu da erken evrelerde yakaladığımızda kür sağlayabiliyoruz. İlerlemiş evrelerdeki tanılarında ise, artık eskisinden daha çok alternatifimiz var; radyoterapi hem yeni teknikleri hem de girişimsel radyolojinin sağladığı destekle artık çok daha etkin ve yanı sıra immünoterapi çalışmaları son hız devam ediyor...
Pankreas, mide ile omurlar arasında yer alan bir salgı bezidir. Besinlerin sindirimini sağlayan enzimleri ve kan şekerimizi kontrol eden insülini üreten organdır. Sık görülen kanserlerden biri olmasa da hasta kayıplarında üst sıralarda yer almaktadır. Oldukça sinsi seyreder ve çoğu zaman ileri evreye ulaşıncaya kadar fark edilmez. Sırtta veya karında ağrı, kilo kaybı, sarılık, kaşıntı, bulantı ve gayta değişiklikleri en sık görülen belirtilerdir. Hastaların öyküsü dinlendiğinde pankreatit atağının veya yeni gelişen şeker hastalığının olduğu öğrenilebilir. Bu şikayetlerden birkaçı olduğunda ve
Küba aşısının hikayesi, aşının kendisi ve sağladığı yarardan daha ilgi çekici. Bu sebeple dilerseniz önce Küba’nın, aşı üretecek duruma nasıl geldiğine bir göz atalım...
Devrime kadar sağlık, eğitim ve bilimsel çalışmalara yeteri kadar para ayrılamıyordu. Doğal kaynaklar açısından çok da zengin olmayan bölgenin, ekonomik gelişimini de destekleyecek bir kaynağa ihtiyacı olması, Fidel Castro’ya başka bir ilham veriyor; ülkenin geleceğe yönelik en büyük avantaj ve zenginliğinin insan kaynağı olabileceğini düşünüyor...
Tiroit kanseri global ölçekte (diğer türlere oranla) sık rastlanmayan bir kanser türü olsa da, ülkemizde görülme sıklığı, meme ve akciğer kanserlerinden hemen sonra geliyor. Tiroit, boyunda adem elmasının altında bulunan ve vücudun tüm metabolizmasını yöneten tiroit hormonlarını salgılayan kelebek şeklinde bir bezdir. Genel olarak küçük bir şişlik veya nodül olarak kendini gösterir ve tiroit bezi büyüyebilir.
Belirtiler
Boynun alt kısmında şişlik veya hassasiyet,
Soğuk algınlığı belirtileri olmadan sebat eden bir öksürük,
Boynun ön kısmından başlayıp kulaklara yayılan ağrı,
Ses değişikliği veya kısıklığı,
Yutma güçlüğü,
Nefes alma güçlüğü.
İnsan Genom Projesi ile ortaya çıkan önemli kavramlardan biri de ‘nutrigenetik’... Kabaca ifade edersek, besinlerin genetik yapımızın özellikleriyle uyum ve uyumsuzluğunu analiz ederek ‘testi kırılmadan’ çözümler üretmeye, yani bizleri hastalıkla karşılaştırmamaya çalışan bir sistem. ‘Besinler kanser yapar mı ya da kanserden korur mu?’ sorusunun sahibi ve takipçisi... İlginçtir her iki cevap da “Evet” olabilir! Çünkü besinler, farklı bireylerde farklı etkiler yaratır. Aramızdaki genetik başkalık nedeniyle, bazı gıdalar bazılarımıza fayda sağlarken bazılarına daha az yarar, hatta zarar sağlayabilir. Düşünün; süt, kafein, alkol, bal ve tahin hepimizde aynı etkiyi yaratıyor mu?
Amaç hiç hasta olmamak!
Nutrigenetik, genetik farklılıklarımızın vücudumuzdaki dengeyi nasıl değiştirdiğini inceleyip, hastalıklar henüz oluşmadan onlarla mücadele etmeye ve tedbir almaya odaklanır. Genetik farklılıklarımızı daha iyi anladığımızda, yaşam tarzımızda yapacağımız küçük değişiklikler bile bizleri hasta olmaktan
Pandemiyle birlikte gördük ki, hayatın dengesi ve yaşama içgüdüsü, kendisine zarar veren bedeni artık tolere edemiyor! Kendine, bedenine (içki, sigara, düzensiz hayat,
özensizlik, kirlilik, kimyasallar ve deforme edip kirlettiği çevre ile) zarar veren insan, yaşamın kendisine de kötülük ediyor ve doğamız bizi böylesi bozulmalara rağmen ‘ayakta tutmayı’ başaramıyor. Bazen o karakterimiz gibi savunduğumuz alışkanlıklar, tabiata ve doğamıza karşı bir meydan okumaya dönüşüyor. İçinde bulunduğu bedenle hayatı çok seven zihnimiz, yine içinde bulunduğu bedeni yaşatmayı sanırım umursamıyor. Vazgeçemediği alışkanlıkları galip geliyor.
Madem alışkanlıklara karşı böylesine bir zaaf var, o zaman ‘sağlıklı hale getirelim’. Çünkü sağlık dışında diğerlerini de biz yarattık.
İnanması zor ama ülkemizde sağlıklı bir yaşamla ilgili gerekliliklerle; sigarayı bırakmakla, düzenli yürümekle, çiğ sebze, salata, faydalı tohumlar tüketmekle, spor yapmakla vs. ince de olsa alay edebilen, bunları elit alışkanlıklar