1980’li yıllardan itibaren yaygınlaşan, geleneksel başörtüsünden farklı olarak kendine özgü bağlama şekli olan türban kavramıyla Türkiye; resmi olarak ilk 1984’te tanıştı. YÖK’ün “başörtüsü” kullanımını yasaklayarak “modern bir şekilde, türban” kullanılmasına izin vermesi üzerine “türban” ile “başörtüsü” kavramları üzerine başlatılan tartışma o tarihlerde Danıştay’ın bu kararı iptal etmesi üzerine son bulmuştu.
Asıl kırılma noktası “Yükseköğretim kurumlarında, dershane, laboratuar, klinik, poliklinik ve koridorlarında çağdaş kıyafet ve görünümde bulunmak zorunludur. Dinî inanç sebebiyle boyun ve saçların örtü veya türbanla kapatılması serbesttir” şeklindeki kanuni düzenlemenin, iptali amacıyla konunun Anayasa Mahkemesi’ne taşımasıyla yaşandı.
1989’da Anayasa Mahkemesi kanunu iptal etti ve Danıştay içtihatları türbanın kamusal alanda yasaklanmasının yargısal temellerini oluşturdu. 1991’de de “Yürürlükteki kanunlara aykırı olmamak kaydıyla yüksek öğrenim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir” hükmünü, Anayasa Mahkemesi, “yorum kaydı” ile (yani “türban serbestliği sağlamadığı görüşüyle) reddetmiş oldu.
1990’lı yıllarda “türban” bir kez daha ama bu kez “siyasi simge” olarak karşımıza çıktı. Laik kesimler türbanın “siyasî simge” olduğunu, bunu takanların “laik cumhuriyet rejimini” değiştirmeyi hedeflediklerini öne sürdü. İslamî kesimler ise bunun siyasi değil, dini bir vecibe olduğunu belirterek ‘türban’ yerine “başörtüsü” demeyi tercih etti.
2008’de “türban” ve “başörtüsü” kavramları üzerinden başlatılan sert tartışmalar, aynı yıl, üniversitelerde “türban’a serbestlik” getirecek olan Anayasa değişikliğine kadar sürdü. Bu değişiklik TBMM’de 518 milletvekilinin katıldığı oylamada 411 olumlu, 103 olumsuz oyla kabul edilince “türban” siyasi iktidarın “başörtüsü” olarak “din ve vicdan özgürlüğü” gerekçesiyle anayasal düzeyde güvence sağladı. Ancak Anayasa Mahkemesi bu maddeyi iptal ederken yasa zeten bu kavramların ikisine de yer vermemişti... Yani ne türban dedi ne de başörtüsü...
Türban mı Başörtüsü mü?
Okurlarımız için ise “türban” ve “başörtüsü” ayrımı hala çok net. Bir okurumuz şöyle diyor: “35 yıldır Milliyet okuruyum. Son seçimlerde bütün haberlerinizde türban yerine başörtüsü demeyi tercih etmişsiniz. Örneğin Merve Kavakçı’nın türbanı birden bire nasıl başörtüsü oldu merak etmekteyim. Oysa yıllarca başörtüsü ile türbanın birbirinden nasıl farklı olduğunu yazmadınız mı? Başörtüsü geleneksel bir örtü, Anadolu kadınının başını örttüğü ancak örterken ‘saçımın teli görünmesin’ kaygısı taşımadığı bir örtü değil midir? Doğrusu da bu değil midir? Başörtüsü başı örtüyor ancak saçları tamamen kapatmıyor. Türban ise saçları tamamen kapatmak için kullanılıyor. Bu arada şunu söylemeliyim ki ben türban takana da saygı duyarım. Onun tercihidir. Ancak neden türbanı başörtüsü yaptığınızı anlayamadım.”
Anayasa hukukçusu Prof. Dr. İbrahim Kaboğlu; günümüzde, başörtüsü-türban ayrımının belli ölçüde aşılmış bulunduğunu hatırlatıyor. Kaboğlu’na göre; üniversitelerde öğrenciler ya da Meclis açısından artık sorun yok. Buna karşın başörtüsü-türban ayrımına kadar kutuplaşmanın belirginleştiği bir toplumda, asıl sorun bundan sonra yargı mensuplarının da böyle bir kutuplaşmanın parçası haline gelip gelmeyeceğinde... Ve asıl sorun, örtüye verilen addan çok, ‘özgürlük dili’ni kullanmakta düğümleniyor.
Milliyet’te yıllarca türban ve başörtüsü arasındaki farkı haberleştirenlerden biri olarak okurumuzun iki kavram arasındaki farkı ortaya koyması yerinde bir eleştiridir. Ancak bu kavramlar üzerinden yapılan tartışmaların bugüne kadar çok ciddi toplumsal kutuplaşmalara neden olduğu da bilinen bir gerçek. Siyasi iklime göre kavramlarla oynamak sorunu çözmüyor. Dolayısıyla başörtüsü ve türban kavramı üzerinden yaratılan kutuplaşmalardan vazgeçilmesi ve bu konuda bir uzlaşma zemini yaratılması gerektiğine inanıyorum.