“Nefret suçlarını önlemenin yolunun, silahlanmayı kısıtlamak değil, ibadet yerlerine güvenlik güçlerinin yerleştirilmesi” olduğunu söyleyen siyasi söylemler, acaba fotoğrafın elimizde olmayan eksik parçası olabilir mi?
Önce elimizdeki ‘fotoğrafı’ kesip saklayalım: Sarıkla, takkeyle veya kipayla gezdiğiniz, inancınızı rahatça dile getirdiğiniz demokratik bir ülkede, kutsal bir mekânda dua ederken, öldürülmenin fotoğrafını... Ve soralım: Nefret söyleminden beslenen, benzer öfkeleri paylaşan ve bu suçu işleyen kişilerin varlığı neyin, nasıl bir zihniyetin sonucudur?
Dünya medyası, bu soruya özellikle siyasilerin suça dönüşen kin ve nefret söylemleri üzerinden yanıt arıyor. Son dönemde tırmanışa geçen anti-semitik saldırılarla demokrasinin aldığı ölümcül darbeler ve benzer olayları zamana yayarak, görmezlikten gelmenin olası sonuçları üzerinde duruluyor. Örneğin; New York Times; Pittsburgh kentinde sinagoga düzenlenen ve on bir insanın ölümüyle sonuçlanan son saldırıyı “ABD’yi zehirleyen nefret” başlığıyla manşetine taşıdı. Ülkedeki anti-semitik saldırıların geçtiğimiz yıla oranla yüzde 57 oranında arttığını belirterek siyasilerin nefret söylemlerinin bu olaylardaki rolünü sorguladı.
Siyasi retoriğin önemi
The Washington Post devamını getirdi; ABD Başkanı’nın Yahudiler konusunda söylediği bir dizi talihsiz sözü hatırlattı ve “…bir talimatları yok, buna ihtiyaçları da yok ama gündemi onlar belirler ve günün sonunda başka birileri bu pis işleri onlar adına yapar” diyerek siyasi retoriğin etkisi ve önemi üzerinde durdu. CNN Türk ise sonuca odaklandı; Pittsburgh saldırısıyla birlikte 11 Eylül’den bu yana ABD’de de aşırı sağcı ve cihatçı terör saldırılarda ölenlerin sayısını açıkladı: 190 insan! Bu da tam olarak Yahudi düşmanlığı ve iç terör tehdidi… Medya manipülasyonu üzerine araştırmalarıyla tanınan Joan Donovan bu süreci analiz ederek, bu saldırıları, Amerika ve Avrupa’da aşırı sağın yükselişine; hem Yahudi küresel egemenliği hakkındaki Yahudi karşıtı komploların yayılması hem de daha güçlü sınırlar ve milliyetçi politikalara yönelik çağrıların artmasına bağladı. Bu değerlendirmeler haliyle ABD ve Avrupa basının neredeyse tamamının “Artık evimizde, okullarımızda, en kutsal saydığımız yerlerde bile güvende olamayacak mıyız?” sorusunu da beraberinde getiriyor. Bireysel silahlanma yasalarıyla bu nefretin önüne geçilip geçilemeyeceği sorgulanıyor. ABD’nin nefret söyleminin karşısında duracak iyi niyetli, sağduyulu açıklamalara ihtiyacı olduğunu söyleyen New York Times, Amerikalılara “Ülkeyi bir arada tutan değerleri anımsatabiliriz” çağrısında bulunuyor.
Kesip saklayacağımız ikinci fotoğraf: Bir ibadeti kutsal bir mekânda, güvenliğiniz için silahlı korumalar altında yerine getirmek! Bir insanın inancını hedef haline getirerek, onun yaşam hakkını elinden alamazsınız demek için… Peki, suçu yaratan nedir? Bir suçu oluşturan şeyin ne olduğunu bilmeden ona çözüm üretebilir misiniz? Ya da şöyle soralım; “Nefret suçlarını önlemenin yolunun, silahlanmayı kısıtlamak değil, ibadet yerlerine güvenlik güçlerinin yerleştirilmesi” olduğunu söyleyen siyasi söylemler, acaba fotoğrafın elimizde olmayan eksik parçası olabilir mi? Bu soruya yanıt bulduğumuzda bu berbat fotoğrafın eksik parçasını tamamlamak mümkün olabilir. Diğer türlü, siyaset günlük politikalar üzerinden sertleşerek patolojik bir olgu olarak varlığını sürdürürken, zihniyeti şiddetle beslenen bir toplumda, demokrasi en büyük fantezi olarak kalacaktır.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024