Bugün, altı öğrencinin isminin karıştığı ‘öpücük davası’nın, yıllar önce baklava çalan çocukların davasından çok da farklı olmadığını anlayamadığımız için tepki bile gösteremiyoruz .
20 yıl önce baklava çalan çocukların davasını hatırlıyor musunuz? Baklava yüzünden o çocuklara yapılan eziyeti, işkenceyi, hukukçuları bile isyan ettiren cezaları? O tarihlerde dava baklava hırsızlığından vicdan davasına dönüştü. Çocuklar medyanın ve kamuoyunun daha da önemlisi hukukçuların gündeminden aylarca düşmedi. Araya psikologlar sosyologlar, eğitim bilimciler girdi; çünkü o güne ve o olaya kadar, mağdur çocukları korumak için cezaların artırılması gerektiğini tartışmaktan, suça itilen ve çoğu kez “haksız” bir şekilde cezalandırılan çocukları unutmuştuk…
Hâlâ unutuyoruz… Bir okul bahçesinin arkasında buluşan iki öğrencinin öpüşmesini bir başka öğrenci cep telefonuyla kaydetti. Sosyal medyada paylaştı. Aynı okuldan iki öğrenci de bu görüntüleri birbirleriyle paylaştı.
Görüntünün yayılmasının ardından önce okul müdürü ve sınıf öğretmenleri devreye girdi. Ardından polis ve savcılık duruma el koydu. Soruşturma sonunda müstehcen yayınların üretiminde çocukları kullanmak, çocuğun cinsel istismarı, çocukların kullanıldığı müstehcen yayınları nakletmek gibi gerekçelerle dava açıldı. Yaşları 13 ila 16 arasında bu altı çocuk hâkim karşısına çıkartıldı. 5’i beraat ederken, öpüşen çocuk, kız arkadaşına karşı basit cinsel istismar suçunu işlemekten 4.5 yıl hapis cezası aldı.
Geleceğini elinden alıyoruz
Üstelik çocukların bu eylemlerini değerlendiren bilirkişi raporunda “Çocuğun ergenliğin vermiş olduğu dürtülerle bu eylemi gerçekleştirdiği, cezaya gerek olmadığı” vurgusu yapıldığı halde.
Darp yok, cebir yok, tehdit yok, ailelerden şikâyet yok üstelik bir baba “Bu davayı açanlar hiç mi çocuk olmadı?” diye sordu ama kimseye sesini duyuramıyor. İki çocuk arasında yaşanan masum bir öpücükle bir öğrencinin bütün geleceğini elinden alıyoruz. Üstelik dokuz yaşındaki kız çocuklarını kendilerine eş yapan kocaman adamların neredeyse hiç ceza almadığı bir ülkede. Dolayısıyla medyanın bir çocuğun bütün eğitim hayatını yok edecek böyle bir haberi sorgulaması gerekirdi. Örneğin; küçük çocukların kendi aralarındaki zora dayalı olmayan cinsel davranışları hakkında kanun ne diyor? Böyle bir kanun var mı? Ya da kanuna aykırı bir takım içtihatlarla bunlar suç haline getirilmişse bu yanlış uygulamaları düzeltmek için ne yapılmalı? Bunları bilmiyoruz…
Bu sorunun en önemli ayağı eğitimi ise tamamen yok sayıyoruz.
Yine de umudumuzu koruyoruz. Bir çocuğun ergenliğin vermiş olduğu dürtülerle yaptığı bir eylem yüzünden polis çağıran okula, bilirkişi raporuna rağmen çocuğu cezalandıran yargıya, bu sorunlu olayı görmemezliğe gelen medyaya ve tepkisiz bir kamuoyuna en iyi yanıtı, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk verdi: “Okul yöneticileri idare değil, yönetişim yapsın!” diyerek.
Selçuk çok önemli bir şey daha söyledi: “Çok büyük ustalar orkestrayı yönetirken elinde batonu bile tutmazlar, yani kontrol etmezler. Eğer kontrol temelli bir durum varsa orada idarecilik vardır, yöneticilik yoktur” Üstelik bu tür bir ‘idareciliğin’ bize neye mal olduğunu da hatırlattı: Bir nesil kaybediyoruz!