Bir hukuk devletinde suç sizin “rahatsız” olduğunuz, hoşlanmadığınız konularla oluşan bir şey değildir; yani önce “suçlu” bulup sonra “suç” yaratılmaz
Nişantaşı Üniversitesi Psikoloji bölümünden bir grup öğrenci kadına şiddet konusunda toplumsal duyarlılığı gözlemlemek adına birkaç ay önce sosyal deney hazırladı. Senaryo gereği Taksim Meydanı’nda erkek arkadaşı tarafından zorla sürüklenen kadının uğradığı şiddeti yoldan gelip geçenler izlemekle yetindi. Ancak engelli bir vatandaş duruma müdahale etmek için akülü arabasını şiddet gösteren erkeğin üzerine doğru sürdü.
Kız arkadaşına “şiddet” uygulayan delikanlı ile engelli vatandaş arasında çıkan tartışmaya ise bazı vatandaşlar ve bir sivil polis kimliğini göstererek müdahale etti. Sivil polis, şiddet uygulayan genci hem kadına hem de engelli vatandaşa davranışının yanlış olduğunu söyleyerek azarladı, yanındaki genç kıza da şikâyetçi olup olmadığını sordu. Kalabalığın artmasının ardından olayın “sosyal deney” olduğu açıklandı.
Bu iyi bir örnek… Ancak toplumsal yaşam alanına müdahale edenler, siyasetin muhafazakâr kimliğinden güç alanlar, kadına ya da çocuğa yönelik şiddete sessiz kalanlar son dönemde kıyafet özgürlüğüne müdahalenin de sınırlarını giderek genişletiyor.
Geçtiğimiz günlerde bir halk otobüsünün, genç bir kızın kıyafetinden “rahatsız olan yolcu” yüzünden karakola çekilmesinden sonra bu kez bir kafede kendini avukat olarak tanıtan bir kişi iki kız kardeşin kıyafetinden rahatsız oldu. İşletmeciyle bu nedenle tartışmasını bir vatandaşın densizliği olarak yorumlayabilirsiniz, ancak söz konusu avukatın bu nedenle polis çağırması ve gelen polislerin de “Kalk da bakalım şortun kısa mı?” diye sorması bunun en dehşet verici örneklerinden biri olsa gerek. Söz konusu olayı sanatçı Hakan Ural, “Gel Konuşalım” adlı programda dile getirdi. Olayın programın kamera arkasında çalışan genç kadının kız kardeşiyle oturduğu Ortaköy’de bir kafede başına geldiğini, bu olay nedeniyle savcılığa şikâyetçi olacağını da açıkladı.
Medya toplumsal duyarlılığı artırmalı
İki ülke arasında yaşanan diplomatik krizler yine diplomasiyle, ekonomik savaşlar alınan önlemlerle çözülebilir ama insan yaşamına müdahale eden bir zihniyet yok sayıldığında, öylesine geçiştirildiğinde ya da tepkisiz kalındığında; giderek derinleşen ve bir daha dönüşü olmayan toplumsal ayrışmalara yol açacak büyüklükte bir sorun halini alır. Dolayısıyla medyanın bu tür haberleri doğru yorumlaması tam da bu nedenlerle önemli. Bu tür olaylar sıradan bir olay gibi haberleştirildiğinde ya da örneğin “şort giydiği için ya da mini etek giydiği için” diyerek gerekçelendirildiğinde toplumun bir bölümü için meşruluk kazanır, olağan hale gelir. Oysa bu tür haberlerde uygar bir toplumda, yaşadığımız bu çağda kendi yaşam biçimine ya da ahlaki normlarına uymuyor diye insanların nasıl yaşaması gerektiğine kimsenin karar veremeyeceğinin altının da çizilmesi gerekir. Medya toplumsal duyarlılığı artırmanın yollarını bulmak zorunda…
Sessizlik bumerang etkisi yapar
Burada suçlu kim? Bir kafede oturan iki kardeş mi? Yoksa onların kıyafetinden rahatsız olduğunu söyleyip işletmeciyle tartışan, polis çağıran vatandaş mı? Daha da kötüsü bir kamu görevlisinin etek ya da şortun boyunu kontrol etmesi mi? Bu tür haberlere sessiz kalmak bumerang etkisi yapar ve bir gün döner sizi de en özelinizden vurur.
Bir hukuk devletinde suç sizin “rahatsız” olduğunuz, hoşlanmadığınız konularla oluşan bir şey değildir. Yani önce “suçlu” bulup sonra “suç” yaratılmaz. Dolayısıyla bu tür haberleri verirken bir kişinin özeline yapılan bu linç eyleminin insan hakkı ihlali olduğu ya da iki genç kadına rahatsızlık veren bir avukat ve polisin hukuki ve cezai sorumluluğu da hatırlatılmalı.
BİR YERGİ
Medyada bazı köşe yazarları; ABD ile Türkiye arasında yaşanan diplomatik krize yönelik alınan önlemleri ve Cumhurbaşkanı’nın boykot çağrısını yorumlarken; kastı aşan, insanları hedef gösteren ifadelere yer vererek durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini provoke etmeden, daha yapıcı, daha sağlıklı bir zemine çekmek yerine, bu gerilimin sürmesi halinde “IPhone’u sadece FETÖ’cülerin kullanacağı” yönünde öngörülerle insanları kullandıkları telefona göre ayrıştırmak bu mesleğe yakışmaz. Bunun doğuracağı sonuçlar çok daha farklı sorunlara yol açacaktır. Gazetecilik ayrıştırarak değil birleştirerek yapılır.
HAFTANIN FOTOĞRAFI
Troya Antik Kenti’nin destanını yazan görme engelli ozan Homeros anısına dünyadaki kardeşliğe vurgu yapan bir organizasyon düzenlendi. 20’yi aşkın ülkeden ve Türkiye’nin dört bir yanından 250 görme engelli, Homeros’un Troya Efsanesi’ni anlattığı İlyada Destanı’ndan bölümler okumak için Troya Antik Kenti’nde buluştu. Bu fotoğraf üniversite mezunu down sendromlu İspanyol eğitimci, yazar, aktör Pablo Pineda’nın sözlerini hatırlatıyor: “Down sendromu bana asla engel olmadı, down sendromlu olduğum için toplum engel oldu…” Belki de başarılı insanı tanımlarken “engelli’ ifadesini de kullanmamak gerekiyor.
Özay Şendir
F-35 meselesinde kitabın orta yeri...
29 Kasım 2024
Didem Özel Tümer
Ankara’da ‘değerlendirme’ kulisi: Öcalan ile kim görüşecek?
29 Kasım 2024
Abbas Güçlü
Diploma mı, meslek mi?
29 Kasım 2024
Abdullah Karakuş
Bölgede satranç ve terörle mücadele
29 Kasım 2024
Mehmet Tez
Suudi Arabistan başarabilecek mi?
29 Kasım 2024