Eskiden ‘ajandası’ olmayan gazeteciler ayıplanırdı... Ajandalar; önemli olaylar, davalar, tarihler, isimler, bağlantılar, telefonlar, fotoğraflar, önemli bulunan, tutulan notlarla dolardı... Yeniden hatırlamak, hatırlatmak, zamanı gelince bu bilgilerden yararlanmak için... Bu nedenle bir gazetecinin tuttuğu ajanda, onun hangi alanda ne kadar uzmanlaştığının da önemli bir göstergesi sayılıyor.
Dünyanın herhangi bir yerinde gazetecilik yapan bütün meslektaşlarımız için bu böyle. Abdi İpekçi ve Papa suikastını araştırmak amacıyla Türkiye’ye gelen Polonya TVN ekibinin tuttuğu notların, çetelerle bağlantılı isimlerin ve hazırlanan şemaların son derece çetrefilli, çok ayaklı iki kabarık dosyaya dönüşmesi, her birinin elinde bir ajanda olduğu içindi...
Ajanda delil olursa
Ancak son yıllarda potansiyel suçlu muamelesi gören gazeteciler için ajanda tutmak neredeyse bir kâbusa dönüştü. Diyarbakır’da bir ay önce iki İngiliz gazetecinin tutuklanması sırasında ‘suç delili’ olarak ajandalarının gösterilmesi sanırım bunun en iyi örneği...
Türkiye medyası araştırmacı gazeteciliğin kapısını aralayan bir ‘anahtar’ işlevine sahip ajandaların önemini unutmuş olmalı ki; Philip Gingell Hanrahan ve Philip John Pendlebury’ın tutuklanmalarına neden olan olayı aynen şu ifadelerle dile getirdi:
“İngiliz gazetecilerin konakladığı otel odasında PKK terör örgütüne bağlı bulunan oluşumların kısaltılmış hali ve İngilizce açılımlarının yazılı bulunduğu ajanda ele geçirildi. Ajandada yapılan incelemede terör örgütü ve yapılanmaları, Abdullah Öcalan, terör örgütünün eylem ve faaliyetleri, yasa dışı DHKP/C TKP/ML terör örgütleri ve sözde Kürdistan tarihi hakkında bilgiler bulundu.”
‘Yorumsuz’ haber
Terör örgütlerini araştıran ya da uzmanlık alanı olarak terör haberleri yapan bir gazetecinin elinde bu bilgiler olmayacaksa ne olacak? Bir ajanda nasıl ele geçirilir? Bir muhabir bunu haber yaparken, gazeteler böyle bir gerekçeyi yayımlarken okurlarına bir gazeteci için tuttuğu ajandanın önemini nasıl olur da hatırlatmaz. Elbette haberi olduğu gibi sunmalıyız. Ama bazı haberlerin yoruma ihtiyacı olduğu da açıktır.
Nasıl ki tiraj kaybının önüne geçmek için önlemler alıyorsak, bu tür haberleri verirken mesleği itibarsızlaştırarak, bilinçsizce yaratılan algının da önüne geçebiliriz... Gazetecilik sadece haber peşinde koşmak değildir. Bilgi de sadece tecrübeyle elde edilecek bir şey değildir.
Seminerin önemi
Bilgiye ulaşmak aynı zaman da bir eğitim işidir. Dolayısıyla Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) Konrad Adenauer Stiftung (KAS) ile birlikte düzenlediği gazetecilik seminerleri tam da bu nedenle son derece önemli. Cemiyetin belli aralıklarla düzenlediği bu meslek içi seminerlere meslektaşlarım katılsaydı en azından bir gazetecinin ajandasını ‘suç delili’ sayan yargıyla ilgili bir haberi olağan hale getirmeden, görevini yapmaya çalışan gazetecilerin önüne çıkartılan hukuksuz engellemeleri olağanlaştırmadan haber yapmanın önemini de kavramış olurdu.
Önceki gün bu seminerlerden birinin konusu “Bilgi Özgürlüğü Yasası” ve “Gazetecilerin Araştırma Yöntemleri” üzerineydi ve Alman meslektaşlarımız bilgi edinme yasalarının kendi ülkelerinde ne anlama geldiğini, bilgiye ulaşmalarının engellendiği durumlarda bu yasaları nasıl işler hale getirdiklerini haberi araştırma yöntemlerini anlattı. Bizim gibi ülkelerde söz konusu yasalar mevcut olduğu halde neden benzer sonuçlar alamadığımızı hiç düşündünüz mü?
Medyanın politik ve etik olarak toplumu esas alan sorumlu bir haberciliğe, bilgi edinme ve ifade özgürlüğünü sınırlayan uygulamalar karşısında haklarını savunmasına ihtiyacı var. Dünyada birçok ülke kültürel ve toplumsal gelişmelerle yol alırken biz gelişme değil, değişim yaşıyoruz. Bu değişim gazetecilerin bakış açısını da değiştiriyor. Her toplumsal değişim yeni bir yönlenmeyi gerektiriyor. Bunu da ancak bilgiyle aşabiliriz. Bu seminerlere katılın ve ajanda tutun...