Uyuşturucu, hırsızlık, şiddet, terör gibi suçları çocuklara sadece anlatmak; çocukların suçu kavramasına yetmiyor. Devlet şiddet ve istismar geçmişi olan eğitimcilerin yerine, suça itilmiş çocukları cezaevlerine gönderiyor, medya ise ya yok sayıyor ya da çocuğun işlediği ‘suçu’ adi bir adli vaka olarak görüyor
Bir süredir; tacize uğrayan, öldürülen, kaybolan, geleceği elinden alınan mağdur çocukların haberleştirilmesini medya eleştirileri üzerinden yazıyorum. Bunun bir ayağı da suça itilen çocuklar. Onlar da mağdur. Onların da ağır travmatik bir durumla karşı karşıya olduğunu unutmamalıyız. Üstelik suça itilen çocuk, kayıp bir kuşaktır. Bunun üzerinde düşünmek bir toplumun geleceğini de şimdiden inşa etmek demektir.
İstatistikler suça sürüklenen çocuk sayısının her yıl arttığını gösteriyor. Bu da bizim nasıl bir gelecek inşa ettiğimizin bir göstergesi sayılmalı.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, suç şüphelisi ya da mağduru olduğu gerekçesiyle, güvenlik birimlerine başvuran çocuk sayısı 2017’de, bir önceki yıla oranla, binde 5 artmış görünüyor. 2016 yılında 333 bin 435 olan rakam, 2017’de 335 bin 242’ye çıktı. Bu çocukların yüzde 57.7’sini 15-17 yaş, yüzde 23.3’ünü 12-14 yaş, yüzde 18.5’ini ise 11 yaş ve altındaki çocuklar oluşturuyor. Kısacası; bu çocuklar karakolla tanıştı; yolu karakola düşen çocuk sayısı son 5 yılda yüzde 22.5 arttı. Bu çocuklar “suç şüphelisi” olarak kayıtlara geçti. 107 bin 984 çocuğun, yüzde 34.4’ü yaralama, yüzde 24.8’i hırsızlık, yüzde 6.2’si uyuşturucu veya uyarıcı madde kullanmak, satmak veya satın almak, yüzde 3.9’u ise mala zarar vermekten. Haliyle adli birimlere 66 bin 321 çocuk sevk edildi.
Peki, ne yapabiliriz?
Avrupa’da bunun çok çarpıcı örnekleri var: Örneğin Hollanda’da hırsızlıktan, uyuşturucu kullanımına hayat kadınlarından, cinsel hastalıklara uzanan birçok konu birebir yerinde inceleniyor. Yani çocuğu koruma yükümlülüğünü, çocuğun suç işlemesi hâlinde de devam eden bir yükümlülük olmaktan çıkartmamışlar. Suçun önceden engellenebilmesinin eğitimle mümkün olacağını gösteren bir sistemi hayata geçirmişler… Örneğin bir çocuk ilk kez hırsızlık yapmışsa suç siciline işlemesin diye dört saat toplum yararına bir iş yapmakla cezalandırılıyor. Bu da cezalandırma ama öncelikle koruma ve rehabilite amaçlı bir uygulama… Cezaevlerinin nasıl olduğunu, çocukları cezaevine götürerek anlatıyorlar. Uyuşturucu tedavi merkezlerini ziyaret ediyorlar.
Ancak ne acıdır ki bizim gibi ülkelerde; değil suça bulaşmış çocuğun eğitimi, uluslararası sözleşmelere göre çocuklara yönelik şiddet ve istismar geçmişi olan kişiler hâlâ eğitim alanında görev yapabiliyor. Medya ise ya yok sayıyor ya da çocuğun işlediği ‘suçu’ adi bir adli vaka olarak görüyor. Oysa derslerde uyuşturucu, hırsızlık, terör gibi suçları, kötü olanı anlatmak; çocukların hayatın felsefesini anlamasına ve suçu kavramasına yetmiyor. Öğrencilere cezaevi, ıslahevi ya da uyuşturucu merkezlerinin nasıl bir yer olduğu gösterilebilir. Ve zaman içerisinde böyle bir eğitimin o okullarda çocukların suçla ilişkisi üzerindeki etkisi ortaya çıkartılabilir. Ve elbette Milli Eğitim, Adalet Bakanlığı ve medya işbirliğiyle.