Futbolsuz oynanan onca maçtan, gole boğulan kupa müsabakalarından sonra futbolseverlerin ortak beklentisi, dolu dolu bir derbiydi.
Lafı eğip bükmeden doğrudan söyleyelim. Gerçekten dolu dolu bir maç izledik.
İki takım da oynamaya, üretmeye çalıştı.
İlk yarının bastıran tarafı ev sahibi Beşiktaş oldu. Birinci dakikada Cenk’le pozisyona girdiler. Galatasaray savunmasının arkasına sarkan Cenk, acele etti. İstediği gibi vuramadı ve topu Muslera aldı.
Sonrası, Beşiktaş’ın ezici baskısı, üst üste attığı kornerler, Quaresma’nın ve Gökhan’ın sağdan, Babel ile Adriano’nun soldan ortalarıyla şekillenen tek taraflı bir oyundu. Galatasaraylı futbolcular, belki deplasmanda oynamanın yarattığı baskıyla telaşlı ve sert oynadılar. En başta Gomis olmak üzere Galatasaray’ın üst üste sert faullerle seçilmiş hedef Tolgay Arslan’a faul yaptığını gördük. Fırat Aydınus’un bu duruma kartlarla müdahale etmesi gerekirdi, olmadı.
İlk yarıda her iki takımın birer hayal kırıklığı kahramanı vardı: Oğuzhan ve Belhanda. Doğrusu, iki takımın 10 numarası da kendilerinden beklenen yaratıcı performansı sergileyemediler. Ancak ikinci yarıda Oğuzhan’ın oyuna katılarak takımının rekor gol pozisyonuna girmesinde başrol
Hepsi yalan, bu sahi! Vodafone Park’ta oynanacak Beşiktaş - Galatasaray derbisi, hiçbir bahaneye yer bırakmayacak, saklanmayacak, beraberliğe razı olunmayacak bir maç olarak önümüzde duruyor.
Bu maçı kaybetmek, iki teknik direktör açısından da 3 puanın ötesinde büyük erozyonlara neden olacak. İgor Tudor açısından kariyeriyle ilgili tartışmalarda negatif düşünen, ona zerre prim tanımayan kişileri ve grupları haklı çıkaracak. Başkan Dursun Özbek de teknik direktörün seçimi, desteklenmesi konusundaki ısrarından dolayı yönetimiyle birlikte taraftarın ve medyanın baskısı altında kalacak. Galatasaray’ın yenilmesi Tudor’un kariyerini kesintiye uğratır mı ? Sanmıyorum. Ama büyük maç kazanamadığı için yapılan eleştirilerin yanında, daha gerçekçi bir yaklaşımla önümüzdeki yıl Şampiyonlar Ligi’ne katılıp katılamayacağı tartışmaları da yoğunlaşacak.
12 puanlık maç
Aynı durum Şenol Güneş için de geçerli. Son 2 yılın şampiyonu olarak unvanını korumaya çalışan Beşiktaş, maçı kaybederse zirveden uzaklaşmasıyla birlikte şampiyonluk şansını da kaybedebilir. Şampiyonlar Ligi’nde ilk kez 11 puan toplayıp gruptan çıkmayı garantileyen Beşiktaş için daha da dramatik olanı, yenilgi halinde
Cumartesi günü Vodafone Park’ta oynanacak Beşiktaş-Galatasaray derbisinin itici gücü Fenerbahçe olacak.
Bu kanıya nereden vardım? Lider Galatasaray, Beşiktaş’ın 6 puan önünde... Bu durumda Galatasaray beraberliğe razı olabilir.
Ama zirvedeki ortaklara (!) bakacak olursanız, Galatasaray’ın pek de rahat edemeyeceğini göz önüne almak gerekir. İki puan gerideki Başakşehir ile Fenerbahçe, çok şeyler bekliyor bu maçtan. Rüyalarını süsleyen sonuç, Beşiktaş’ın galibiyeti. Üstüste gelen beraberlikler ve golsüz maçlar nedeniyle zaten Beşiktaş da aradaki farkı azaltmak amacıyla “Tek yol, gol!” diyor, başka bir şey demiyor. Beşiktaş’ın kazanmasını en çok isteyenler Başakşehir ve Fenerbahçe. Böyle bir durumda Başakşehir, Osmanlıspor’u yenerek zirveye oturacak. Fenerbahçe de Beşiktaş gibi “sıkı takip”e geçecek.
Aslında Galatasaray’ın asıl çekineceği takım Başakşehir. Ne var ki ancak dört yıllık bir geçmişe sahip Başakşehir, henüz ezeli rekabet efekti yaratamıyor. Başakşehir’in en azından bir şampiyonluk kazanarak yeni bir yol açması gerekir.
Aykut Kocaman’ın geçenlerde “Aldıkları sonuçlar suni” diye Galatasaray’a gönderme yapmasından sonra Cumartesi günü Galatasaraylı futbolcular, “doğal” (!) bir
Hayır, bunun adı yorgunluk değil. Şampiyonlar Ligi ile Süper Lig arasında kalan bir tercih sorunu, ya da maç seçmek de değil.
Beşiktaş, tüm rakiplerinin sıkı kontroluyla baş etmek zorunda. Malatya’da olduğu gibi, savunma bölgesinde yığılan takımlar oynayacak, vuracak, dönecek alan bırakmıyorlar Beşiktaş’a. Öyle ister kanattan yüklensin, ister ortadan Beşiktaş o kadar baskılı oyunun karşılığını alamıyor. Babel, Quaresma, Talisca ve Cenk baskıyı oluşturuyorlar ama, golü bir türlü atamıyorlar.
Oyunun ilk yarısı Malatyaspor’un kontralarıyla heyecanlı, Beşiktaş’ın sonuçsuz baskısıyla sıkıntılı geçti. Artık “kurt futbolcu “ unvanını fazlasıyla hak eden Adem Büyük ve arkadaşlarının yarattığı pozisyonlarda Pereira ve Boutaib’in yollarını kesen adamlar, Necip, Mitrovic ve kaleci Fabri oldu. Laf aramızda birbirleriyle ancak antrenmanda selamlaşan ama dün ilk kez birlikte oynayan Necip-Mitrovic ikilisi oldukça başarılıydı.
Tolgay ve Atiba maça çok iyi başladılar. Ancak dakikalar ilerledikçe Atiba düşmeye başladı. Bu nedenle Beşiktaş’ın top kayıpları çoğaldı. Beşiktaş’ın ataklarında 10 kişiyle duvar oluşturan Malatyasporlular, kazandıkları toplarla daha geniş alanda, daha rahat top kullanıp
Galatasaraylı dostlar diyor ki “Bir takım, herhangi bir rakibine 5 golle yeniliyorsa, asla şampiyon olamaz!” Ardından ekleyenler de var: “Şampiyon olsa bile yaramaz!”
Böyle günlerde lafın endazesi olmuyor. Oysa geçmişten üç istatistik var elimizde.
Üçü de Galatasaray’a ait 5’er gollük yenilgiler.
15 Kasım 1998... Süper Lig... Ali Sami Yen Stadı.
Galatasaray: 3 - Trabzonspor: 5
Teknik Direktör: Fatih Terim. Sezon sonunda Galatasaray üst üste üçüncü kez şampiyon oldu.
20 Ekim 1999... Şampiyonlar Ligi... Ali Sami Yen Stadı.
Oyunun akışına bakarsanız, Beşiktaş Porto’yu adeta ezdi. Topla daha çok oynayan, daha çok isabetli şut atan, daha çok korner kullanan, daha çok isabetli pas yapan takım Beşiktaş’tı...
Yine de zor bir maç oldu. Baskılı oynayan Beşiktaş’ın hücum bölgesinde, kale ağzında kaçırdığı goller ve kaptırdığı toplar, Porto’nun kaygı yaratan kontralarına dönüşüyordu. Bu kontralarda Pepe’nin, Gökhan Gönül’ün, Atiba ve Adriano’nun çabalarıyla Beşiktaş rahatladı. Ne var ki çalışılmış, akıllıca uygulanan bir serbest atışta golü yine Portolular attı. Ricardo Pereira’nın dikkatlerden uzaklaşarak aldığı topu atmasıyla Felipe golü golü atıverdi. Tamam, kaliteli bir organizasyondu ama, bu seviyedeki bir takım da daha dikkatli olmalı, böyle gol yememeliydi.
Beşiktaş’ın ilk yarıdaki oyununda bir Quaresma efekti vardı yine... Gökhan’la birlikte sağ kanadı ofansif anlamda doldurdular. Telles ve Brahimi’nin ataklarına da fazla fırsat vermediler. Sol kanatta ise Adriano ile Babel görevlerini yaptılar. Atiba ve Tolgay da merkezde geçiş oyununu başarıyla uyguladı.
Talisca’nın 41’de attığı gol tam anlamıyla bir Cenk Tosun konçertosuydu. Babel’den sol kanatta aldığı topu rakibinin üstünden aşırtarak ceza alanına
Belli ki Şenol Güneş derdini anlatamamış. Ne diyordu, “İyi bir seri yakalamamız lazım. Sadece Akhisarspor’u düşünün, Porto maçına kesinlikle takılmayın!”
Öyle olmadı... Anlaşıldı ki, Beşiktaş’ın özellikle ilk yarıdaki oyununda kafalar dağınıktı. Quaresma örneğin... Talisca’nın Kadir Keleş tarafından düşürülmesi penaltı. Hemen topun başına geçti Quaresma... Bu sezon attığı penaltıları gole çevirdi ya... Aşırı güven duygusuyla yavaş bir vuruş yaptı. Milan Lukac da doğru yöne atlayıp kurtardı. O Quaresma, duran toplarda da arkadaşlarına hiç fırsat vermeden “tek seçenek” olduğunu ilan etti, sonuç yok! Neyse ki kulübe çabuk uyandı. Talisca’ya dönüldü.
Maçın başlangıç on biri, Beşiktaş’ta zorunlu rotasyon göstergesiydi. Futbolcularına Porto maçına takılmamalarını öğütleyen Hoca, yine de Porto’yu düşünüyordu. O nedenle Babel ve Cenk’i bekletip Lens ve Negredo’ya şans verdi. Oğuzhan da kenardaydı. Sonradan üç adamı oyuna aldı Güneş... Maçı canlandırdı, baskıyı artırdı, bolca pozisyon buldu. Ne var ki Akhisarspor savunmasında yığılıp stoperleriyle de -Caner ve Mustafa Yumlu- duvar oluşturmuştu. Dahası, Akhisarspor’un kalecisi Milan Lukac da sezonun en iyi maçını çıkararak olmadık
Cumhurbaşkanı Erdoğan, NTV Spor’da yayınlanan özel programda sporun sorunlarına değinirken, futboldaki yabancı sporcular için önemli değerlendirmeler yaptı. Yabancı oyuncuların, özellikle küresel rekabet ortamında vazgeçilemeyeceğini belirten Cumhurbaşkanı, kulüplerimizi genç futbolcu yetiştirme konusunda uyardı.
Şimdi Kulüpler Birliği ile Türkiye Futbol Federasyonu’nun 2019’a kadar anlaşıp uzlaşarak yeni bir kontenjan (!) belirlemeleri gerekiyor. Öncelikle belirteyim ki yabancı kontenjanını daraltmak, zorunlu sınırlar koymak, kolay ve kestirme bir yol olarak görülse de çözüm değildir.
Türk futbolunun çözüm bekleyen sorunu, genç oyuncuların yetiştirilmesinde, uluslararası yüksek rekabet ortamına hazırlanmasındadır. Bunları yaparsak, gerçekleştirirsek kulüplerimizde ve liglerimizde forma rekabetinin sınırlarını da genişletip keyifli ve heyecanlı maçlar izleriz. Milli Takım’ın bir türlü istikrar kazanmayan başarı grafiğini uzun vadede düzeltebiliriz.
Sayın Cumhurbaşkanı, hükümeti ilgilendiren birçok konuda (TEOG, ÖTV zamları vb.) kendi üslubuyla “emir kipi”ni uygularken, yabancı-yerli sorununu özerk federasyona, kulüplere bırakıyor. Onların sivil inisiyatifleriyle bu işi çözmeleri için