Önce konuklara bakalım. 67 yıllık bir emekçi kulübü... Karabük Demir Çelik Fabrikaları’nın müessese takımı. Sonradan özelleşme filan derken sendikaya maledilmiş. İşçiler kendi gündeliklerden aidat ödeyerek ayakta tutmaya çalışmışlar. Endüstriyel gelirleri de doğru kullandıkları söylenemez. Kimse küçümsemesin, 170 milyon lira borç var, kaldıramıyorlar.
Özetle Süper Lig’imizin yoksul sonuncusuyla zengin lideri santrada buluştular. Aslında böyle dengesiz durumlarda oynanan oyuna “match/maç” demek de doğru değil. Biraz denklik aranır. Nerede var ki denklik!
Gelelim ev sahibine... Fatih Terim Stadı’nda Türkiye’nin en rahat kulübü Başakşehir sahaya çıkıyor. Bütçe denk... Ligin en iyi kadrolarından belki de en iyisi, en verimlisi orada... Göksel Gümüşdağ’ın başkanlığına Abdullah Avcı’nın teknik direktörlüğüne itirazınız mı var ? Sanmıyorum. Dünkü maçta aslan yavrusuyla oynar gibi oynadılar... Ara transferde kayıplara uğrayan, maaş ödemelerinde sıkıntı çeken Karabükspor, oyun boyunca futbolun belli prensipleriyle topu kazanmak ve kullanmak istedi, ama olmadı. Yapamadılar. Her türlü sorun bir yana zaten arada mukayese kabul etmez bir kalite farkı da vardı.
Uyumlu, etkili, gayretli ve samimi
Hadi buna “Vodafone farkı” diyelim ama yetmez. Geçen hafta Antalyaspor’u Talisca’nın golleriyle geçen, bunun ötesinde kendisine yakışan ya da beklenen oyunu oynamayan Beşiktaş, dün kendi evinde dişli bir rakibiyle oynadı. Yine formda oyuncusu Talisca ile 25 dakikada 2-0 öne geçti.
Oynadığı oyun skora göre daha renkli, daha derindi. Cenk’in gidişinden sonra santrfor sorununu çözmeye çalışan Şenol Hoca’ya yönetim Vagner Love’la küçük bir hediye sunmuştu. Ama hediyenin daha büyüğü Negredo’dan geldi. İspanyol futbolcu, Kasımpaşa’nın iki stoperine baskı yaparak, yaslanarak hem alan boşalttı hem de Talisca sürprizine yol verdi. Elbette kaçırdığı goller de söz konusu ama, takım adına yaptıklarını da takdir etmeli.
Beşiktaş’ın oyunundaki farklılıklar, sadece kanat ezberlerine değil, ortadan hücumlara da dayalı arayışlarla güzelleşti. Talisca’nın attığı gollerden öte sürekli olarak koştuğunu, iki kez yatarak top çalıp rakip atağını kestiğini gördük. Negredo’nun boşalttığı alanlara girerek fazladan hücumcu kimliğiyle baskı yarattı. Golleri de bu baskı ile attı. İlkinde Q7’nin kornerine kafa attı. İkincisinde ise akan oyunda isabetli Quaresma ortasına beklenenen kafa vuruşunu yaptı. Bu
Mustafa Cengiz seçimi kazandı ama yine de Galatasaray Başkanlığı unvanını kullanmamak için özen gösterdi. Hiç kimseye talimat vermedi. Sadece Pazar akşamı kendisini arayıp kutladıktan sonra yönetime karar fırsatı vermek üzere istifaya hazır olduğunu bildiren Fatih Terim’e “Hocam daha önce de açıkladım. Bizim sizinle hiçbir sorunumuz yok. Elbette devam edeceksiniz. Birlikte başaracağız” dedi.
Kayseri’ye ayrı bir uçakla uçtu. Takımı rahatsız etmemek için dostlarıyla birlikte başka bir otelde kaldı. Protokol tribününde de yer almadı. Kayserispor Kulübü’nün tahsis ettiği bir locada müsabakayı izledi. Dönüş yolunda takım uçağına davet edildi, teknik direktör ve futbolcuları kutlamak üzere o uçuşa katıldı.
Mustafa Cengiz’in (ve yönetimdeki arkadaşlarının) yönetim kurullarında dirsek çürütmeden, sorumluluk almadan doğrudan Galatasaray başkanlığına (ve yönetim kuruluna) seçilmesi, elbette ben dahil herkesin yadırgadığı bir durum. Bu duruma Ünal Aysal’ın adaylığı sırasında da itiraz etmiştim. Cengiz’in ekibindeki dostlardan biri, “Biz yıllardır Galatasaray’ın içindeyiz. Gündelik sorunları da, büyük sorunları da biliyoruz. Hazırlığımızı yaparak geldik. Şu da unutulmamalı ki,
Devre arası hemen her takımın kendini yenilediği, eksiklerini giderdiği, yeni gelenlerle güçlenmeye çalıştığı bir süreç. Beşiktaş da bu süreci çok hızlı ve heyecanlı yaşadı. Cenk Tosun gibi bir fenomeni kaybetti. Yıllardır lafı dolaşan Vida’yı nihayet savunmasına kattı, o kadar... Elbette filmin devamı var. Şimdilik sürprizleri merakla bekliyoruz.
Antalyaspor’la ikinci yarıya giriş yapan siyah-beyazlılar, ikiye bölünmüş takım hallerinden hala kurtulamadıklarını gösterdiler. Pepe ve Tosiç’in sakatlığından dolayı Şenol Güneş’in en azından dün denemeyi asla düşünemeyeceği format, zorunlulukla sürpriz bir savunma hattı yarattı. Adriano, Medel, Vida ve Caner... Antrenmanda hiç oynadılar mı, bilmiyorum. Takımın yenisi Vida ile eskilerinden Adriano ve Caner’e ilaveten Medel de stoper oynuyordu. Sekizinci dakikada Charles’in golüyle anladık ki bu savunma hattının öndeki altı hücumcuyla alakası yok. Onlar savunmanın, savunma da onların yükünü paylaşmıyor, paylaşamıyor. Takım bu eski alışkanlığından bir türlü kurtulamıyor.
Hamza Hamzaoğlu, sorunlardan bunalan, idari-mali-teknik sıkıntılarla lgin dibine takılıp kalan Antalyaspor’u iyi motive etmiş. Basit bir taktikle (bastır, topu kazan, koş
Üç spor adamından etkilendiğini anlatıyor, “Süleyman Seba’nın ilkelerini, Faruk Süren’in vizyonunu ve liderliğini, Özhan Canaydın’ın nezaketini rehber edindim” diyor. Ardından vurgulu bir cümle: “Yine de kimse eklektik bir kişi olduğumu sanmasın, ben kendimim!”
Eklektik, mimaride hemen her üsluptan yararlanarak karma bir anlayışla eser yaratma çabası olarak tanımlanabiliyor. Daha da ötesi, felsefenin önemli konularından biri... Seçmeciliğe denk gelen tanımlarla tartışılıyor.
Mustafa Cengiz, 69 yaşında, Mülkiyeli. Hayır, mimar değil, enerji ve hizmet sektöründe bireysel ve kurumsal çabalarıyla başarı gösteren bir iş adamı. 68 kuşağının tipik duruşlarını gözlüyorum onda: Hiç karşılık beklemeden adanmak!
Cumartesi günü Dursun Özbek’le Galatasaray başkanlığı için sandığa giden adamla tanıştım.
Divan Kurulu’nda, farklı toplantı ve etkinliklerde bugüne kadar Dursun Özbek’i desteklediğini, onunla dostluğunun hiç sarsılmadan sürdüğünü özellikle belirtiyor. Doğal olarak rahatsız olduğu şeyler de var; “Galatasaray Başkanı’nın aday olmaktan vazgeçen üyeler için kullandığı (tüydüler) sözcüğünü yakıştıramıyorum” diyor. (Cengiz’in listesindeki emekli büyükelçi Ünal Çeviköz, bu tür sözcüklerin kamu
Cenk Tosun’un daha ilk maçta Sam Allerdayce tarafından kadroya alınıp Tottenham Hotspurs’a karşı 60 dakika forma giymesi, ödenen paranın yanı sıra ona verilen bir güvenoyu idi.
Cenk Tosun, o bir saatlik sürede kumaşını, kalitesini, niyetini ve yeteneğini ortaya koydu. Güven oyunu boşa çıkarmadı. İlk yarıda 30 defa topla buluştu, iki Rooney ile top alışverişine girişti. Akıllı koşular yaptı. Hava toplarında kafayla iyi toplar indirdi. Rooney’e 16. ve 22. dakikada (ofsayt) iyi asistler denedi.
Premiership’in en önemli özelliği tempo ve koşu mesafesi... Cenk Tosun o tempoya fazlasıyla uydu. Faul beklediği pozisyonlarda oyun devam etti. Kendi müdahalelerinden birinde de faul düdüğü öttü.
İlk maçta Cenk’le ilgili izlenimler olumlu. Bunu nereden söylüyorum ? İngiliz Daily Telegraph gazetesi dakika dakika maçı canlı yayınlarken Cenk Tosun’u gol atmadığı halde takdir ettiği için.
Tottenham’ın İngiltere’de Londra’nın namusunu kurtarmak için (!) şampiyonluk yarışına katılması lige renk ve hareket getirdi. Hele bir de Harry Kane gibi golcüleri var ki heyecan yaratıyor. Böyle bir ligde Cenk Tosun, Premiership’in zayıf orta sıra takımlarından birine gitti. Liverpool’un gölgesinde kalan Everton.
Yarım asrı geride bıraktığım spor gazeteciliğinde lejyoner sporcularımızın sayısı pek azdı. Metin Oktay’ın Palermo’daki macerası kısa sürmüş, Can Bartu ise Fiorentina’da başlayan lejyon kariyerini çeşitli kulüplerde dolaşarak 7 yıllık bir birikime dönüştürmüştü... Bülent Eken ve Bülent Esel ağabeylerin yine İtalya’daki lejyon maceralarını fazla bilmiyorum. Ama Türkiye’nin modern futbolu tartışabilen az sayıdaki ustaları olduğuna da tanıklık ederim.
Elbette İtalya dışında oynayan temsilcilerimiz de var... Onlar da Almanya’dan Fransa’ya, Avusturya’dan Belçika’ya birçok ülkede top koşturdular. Hepsi de zamanın ruhuna göre bizim kahramanlarımızdı.
Arda Turan’ın Galatasaray’dan Atletico Madrid’e geçmesi, orada bir şampiyonluk ve Şampiyonlar Ligi finali gören kadroda yer alması bizim için masal gibi bir şeydi. Sonra Barcelona transferi. 43 milyon euroluk bonservis ücretiyle rekor kırıp sıçrama yapması gurur vericiydi. İki maçta üçleme yapmasına rağmen teknik direktör Walverde’nin gözünden düşüp 20 kişilik antrenman kadrosunun da dışında bırakılması elbette hepimiz için hayal kırıklığı oldu. Bu kırılmada Arda’nın Türkiye’de yarattığı ve yaşadığı olayların ne kadar etkisi oldu,
Popüler kültürün önemli alanlarından biri futbol... Diğerleri de sinema, diziler, elbette müzik...
Kısacası top ve pop iç -içe günlük yaşamımızın önemli parçalarını oluşturuyorlar.
Zaman zaman merak ederim; top ve pop arasındaki ilişkilerde hangisi arkada, hangisi önde?
Elbette ikisi arasında bir yarış yok... Yine de uluslararası başarılar, yenilik, yaratıcılık, yeni yıldızlar yaratmak, yönetmenler ve antrenörlerle başarı çıtasını sürekli yükseltmek gibi özellikleri dikkate alırsak, eğlenceli bir kıyaslama yapabiliriz.
Hemen söylemeliyim... Top ve pop konusunda otorite iddiam yok. Sadece merak ettiklerimi sizinle paylaşmak istedim. Arada Ali Kocatepe ve Sina Koloğlu gibi her iki alanı da yetkinlikle bilen dostlarımla da konuştum.
Adlarını ezberlemedim. Buraya tek tek yazmaya kalkarsam, birini, unutmaktan korkarım. O nedenle genel bir şey söyleyeceğim: Türk futbolunda yeni oyuncuların ortaya çıkması, uluslararası standartları zorlaması, sık rastlanan bir şey değil. Trabzonspor’un iki oyuncusu Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür kanımca sezona damga vuran yıldız adayları... Dizilerde ise peş peşe kadın ve erkek genç yıldızlar ekran tiryakiliği yaratıyor. Sağlam yatırımcılar, kanalların