60’lı yılların ortaları, İzmir... Bir Polis Musa vardı... Kısa boylu, sevimli, güleç yüzlü, kimseyi kırmamaya çalışan, herkese “Efendim” diye seslenen...
Tam da “polis olamayacak adam” (!) profiline uygun “cana yakın” biri...
Polis Musa, Konak’taki Emniyet Müdürlüğü’nde görevli bir “libero “idi adeta... Hemen her işe koşturur, özellikle biz polis muhabirlerinin bültenden çözemediği sorulara yanıt ararken, bazen de “forsunu kullanarak” çok özel ayrıntıları yakalardı.
Polis Musa’ya hepimizin gönül borcu vardı... Bir gün ünlü trafikçi Komiser Cabir Abi, Polis Musa’ya “ Oğlum anlatsana şu Çankaya maceranı...” diye takılınca, hiç nazlanmadı. Biraz da kendi kendini ti’ye alarak anlattı:
“-Çankaya meydanındaki dört yolun merkezinde trafik noktasında görevliyim... Trafiğin akışına göre kolumla bir tarafı durduruyor, ötekine geçit veriyordum. Düdüğüm de çok keskindi.“
Musa, yol üstündeki otoritesinin yanı sıra işinin zorluğunu da anlatıyordu:
“-Pür dikkat tüm yollardan yaklaşan araçlara bakardım... Bir sabah Gazi Osmanpaşa Bulvarı’nda İkiçeşmelik yönünden siren çalarak gelen cankurtaranı (ambulans) görerek “geç” işareti verdim. Sonra karşı yönden çıkıp gelen itfaiye araçlarını
Skor tabelasından önce başka sayılara bakalım: Beşiktaş kadrosunun yaş ortalaması 29.1; Bayern’in 27.1... Onbirlere bakarsak, Bayern daha genç (25.5), Beşiktaş (31) daha yaşlı takım.
Evet, tecrübe önemli bir değer... Nitekim Şampiyonlar Ligi grup maçlarında bu tecrübe ile Cenk ve Talisca’nın genç enerjisinden yararlanıp “tarihsel” bir liderlik yakaladı Beşiktaş. Ama eğri oturup doğru konuşalım...
Son onaltıda seviye biraz daha değişiyor. Daha çabuk, daha üretken, daha displinli bir oyun çıkarmanız gerekiyor. Dahası, orada yaşlıların tecrübesi ile birlikte kulübün de kurumsal olarak geliştirdiği bir kültür söz konusu... Bayern Münih yıllardır bu seviyenin en iyilerinden. Defalarca çeyrek final, yarı final, final oynamışlıkları var. Kazandıkları kupalar da müzede duruyor.
Yetmiş bin kişi önüne çıkan genç Bayern ile hadi yaşlı demeyelim, “emektar” Beşiktaş’ın arasındaki farklar hemen kendini göstermeye başladı. Beşiktaş adına başlangıç oldukça iyi idi. Özellikle Pepe’nin savunma hamleleri, Babel, Talisca ve Quaresma’nın bildiğimiz atakları , Vagner Love’ın kontrada yakaladığı iki önemli fırsat, oyuna ısınmamızı sağladı.
Ama eğri oturup doğru konuşalım... Bir yıldır yolu gözlenen
Beşiktaş adına “tamam ya da devam” anlamına gelen süreç Konya’da başladı. Gördük ki Şenol Güneş, tek tek maç düşünmüyor. Sürecin tamamını (Bayern, Fenerbahçe, Trabzon vs.) düşünerek elindeki kadroyu dengeli biçimde oynatmayı amaçlıyor. O nedenle Quaresma’yı, Negredo’yu, Adriano’yu, Oğuzhan’ı, yanında alıkoymasına şaşırmadık. Bir de Vida var tabii... Belli ki elindeki bol seçenekli, renkli ve derinlikli kadroyla süreci taşıyacak.
Gelin görün ki Şenol Güneş’le futbolcuları, kaygı, tasa, disiplin ve dikkat konusunda çelişkiye düşüyorlar.
Sarı kart ceza sınırında dört oyuncusu vardı Beşiktaş’ın. Pepe, Talisca, Oğuzhan ve Quaresma... Kaptan’la Q7 kulübedeydi. Pepe ile Talisca sahada... Biri savunmanın, öteki hücumun iki önemli adamı.
İkisi de sınırı aşıp gördükleri sarı kartlarla Fenerbahçe maçında oynama hakkını kaybettiler.
Şimdi Alper Ulusoy’un kararlarına bakalım: Pepe’nin 39’da Skubiç’e yaptığı faul (baştan beri sert oyunu da dikkate alınırsa) sarı kartı gerektirebilir. İşin böyle bir su götürür yanı var.
Ama hakça konuşalım. Talisca’nın 52’de Ali Turan’a faul gerekçesiyle gördüğü sarı kart yalan değilse de sanal! Aslında faulü yapan, Talisca’nın ayağına basan Ali
Dakika 46... Hakem Halil Umut Meler, ilk yarının sonunda Başakşehir takımının kazandığı korneri kullandırıyor. Top yine kornere çıkıyor ve ikinci atış yapılıyor. Fenerbahçeli futbolcular, Meler’in iki atışı da yaptırmasına tepki gösteriyorlar. Hakemin daha önce devreyi bitirmesi gerektiğini söylüyorlar.
Protest tavır Fenerbahçe kulübesinde de sergileniyor. Bu arada Aykut Kocaman’ın sesi duyuluyor:
“- Başakşehir olunca böyle mi oluyor!”
Abdullah Avcı’nın incindiği sözler bunlar...
“-Hocam” diyor, “ Niye böyle yapıyorsunuz. Kimsenin bizi kayırdığı, koruduğu yok. Biz emek veriyoruz, siz de bunları söylüyorsunuz. Size yakışıyor mu!”
Kocaman’dan soğuk bir ses: “Sen işine bak!”
Bendeniz de “Şu halimize bakın “ diyorum, “ Ligin büyük cengaverlerinden ikisi oyunu bırakmışlar, karşılıklı laf sokuşturuyorlar birbirlerine!”
Abdullah Avcı, maç sonunda hiçbir mazerete sığınmadan yenilgiyi kabul ediyor. Fenerbahçe’nin kendilerini oynatmama planıyla geldiğini söylüyor. Sen misin böyle diyen! Dünyada rakibi oynatma planı yapan takım var mı ? Ama medya oraya takılıyor.
Aslan bu... Sürüden ayrılanı gördü mü saldırıp pençeler!
Fenerbahçe’nin Başakşehir’i deplasmanda yenmesi, Süper Lig’de denklemin yeniden kurulmasına neden oldu. Galatasaray, hele Telekom’da, ayağına kadar gelen liderlik fırsatını çok hızlı ve akıcı bir oyun, inanılmaz bir iştah ve istekle yakaladı. Tıpkı aslanın avı gibi.
Daha ilk yarı dolduğunda Antalyaspor’a attıkları üç golle tribündeki taraftarlarını rahatlattılar. Rahatlık, iki Gomis, bir Feghouli golüyle geldi... Bu isimlerle golleri yan yana getirdiğiniz zaman aklınıza “bireysel beceri”lerin gelmesi olasıdır. Ancak hemen söyleyelim... Asistleriyle, pozisyonlarıyla, temposuyla, taktiğiyle üç gol de takım halinde iyi bir av partisinin kazanımıydı.. İlk iki Gomis golünde Rodrigues’in ortaladığı ve taşıdığı toplarla skoru adeta bağırdığını söyleyebiliriz. Öte yandan Feghouli’nin attığı gol de Belhanda’nın ustaca asistiyle geldi.
Oyunun güzel yanı, gollerin duran toplarla değil, akan oyunla atılması oldu. Yine de Selçuk’un kornerlerde, serbest vuruşlarda oyuna güzellikler kattığını söyleyebiliriz.
Galatasaray’ın bu oyunda temel karakteri, çok güçlü kanat ataklarıyla rakiplerine çullanması oldu. Geri dörtlüde Maicon ve Serdar Aziz,
MHK Başkanı Yusuf Namoğlu susuyor... Federasyon’un başı ağrıyor. Herkes hakemler için konuşuyor. Teknik adamlar, futbolcular, yöneticiler ve bizler... Yani medya.
Bulmuşuz ya günah keçilerini... Vur abasıza!
Hakemlerin sık sık hata yaparak, akıl almaz kararlar vererek, önemli kararlarda yardımcıların uyarısını bekleyerek bugüne kadar alıştığımız yanlışların da ötesine geçmesi, temelde farklı nedenlere dayanıyor.
O nedenlerden en önemlisi, hakemlerin “fazlasıyla” profesyonelleşmesi olarak gösteriliyor. MHK tarafından profesyonel olarak kadroya alınan hakemler, ayda 20 bin TL fiks maaş alıyor. Bunun yanı sıra yönettikleri her maç için kendilerine ödenen para da 10 bin TL. Bu hesaba göre sabit maaşını alan bir hakem, ayda 2 maç yönetirse geliri 40 bin liraya yükseliyor.
Cumhurbaşkanı’nın 39 bin 71 lira maaş aldığı bir ülkede, 40 bin liralık aylık gelir, hiç de fena değildir.
Orta ölçekli bir işletmede genel müdür maaşı! Tam da çocukların heveslenip sevecekleri bir iş!
Böyle bir gelir için profesyonellik öncesi yaptıkları işi terk eden, mesleğini bırakan hakemler var. Ve onlar statülerini kaybetmek istemiyorlar. Göreve devam etmek için kurallara göre değil, maalesef çıkarlarına
Önce namevcutları yazalım...
Babel yok, Atiba yok. (Tosiç bile yok!)
Evet, ev sahibi Bursaspor’un da -en başta Batalla- bir çok sakatı var, haksızlık etmeyelim.
Ama yine de Beşiktaş’ın namevcutları daha fazla.
Çünkü saha içinde görünüp de oyuna girmeyen, ortada görünmeyen, “yokları oynayan” çok adam var.
Gökhan Gönül... Pepe, Vida, Oğuzhan... Lens... İlle de Talisca!
Bırakın, kulüp muhasebesi “maç başı” ücretlerini günü gününe ödesin. Ama bu saydıklarımın maça olumlu bir katkısını gören varsa beri gelsin!
Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu toplantısında Başkan Adayı Ali Koç’la Asbaşkan Şekip Mosturoğlu’nun tartışmalarına bakacak olursanız tablo vahim görünüyor.
Aziz Yıldırım’ın yakın geçmişte, kendisinden sonraki başkan olarak bir tür “veliaht” ilan ettiği Ali Koç, bırakın Başkan’ın desteğini, Başkan’ın yardımcıları tarafından eleştiriliyor. O eleştiriler “hain” algılamalarına yol açıyor, büyük kırgınlıkların kapısını aralıyor.
Başkan Aziz Yıldırım sadece susuyor. Tayfun Atay dostumuzun yazdığı gibi, suskun durarak başkan adayı ile kendisi arasında, kendi lehine asimetrik bir duruş sergiliyor. Ali Koç’un muhatabı Şekip Mosturoğlu.
O konuşmaları burada tekrarlayacak değilim. Ancak tarafların birbirlerine kırıldığını hep beraber gördük.
3 Temmuz sürecinde kenetlenerek sivil dayanışmanın harika örneklerini sergileyen Fenerbahçe’de hazin bir çözülme sürecinin başladığını söylesek, yanılır mıyız acaba?
Geçen dönemde Yargıtay’ın mahkeme kararlarını onamasından sonra başkanlığı bırakacağını açıklayan Aziz Yıldırım, şimdi o çerçevede bir bekleme sürecinde görünüyor. Çoğu kişi, Yargıtay’ın inceleme aşamasında dosyanın zaman aşımına uğrayacağını ve “hükümsüzlük” durumu oluşacağını