Milliyet’te Ali Koç’la buluştuk. Her zaman olduğu gibi Pazartesi günü de çok farklı bir spor adamı kimliği sergiledi... Başkan adaylarının kongre öncesi klasik iddia ve söylemlerine hiç yönelmedi. Polemiklerden uzak durmaya çalıştı.
Ali Koç uzmanlardan oluşan ekipler ve şirketlerle hazırlanıyor. Örneğin, Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş ve Başakşehir’in 15’er maçlık performanslarıyla ilgili önemli istatistikler var elinde. Scoutların raporlarına bakarsanız, Fenerbahçe kalecisi, geçen yıl beklenenden 9 gol fazla yemiş... Buna karşılık Petr Cech sezonu -3’le (beklenenden üç gol az yiyerek) kapatmış. Bu araştırmanın sonundaki raporlama, Fenerbahçe’nin hangi mevkide ne tip oyunculara ihtiyacı olduğunu ortaya koyuyormuş. Böylece Robin Van Persie gibi yanlış, tutarsız, verimsiz transfer hamlelerine gerek kalmayacakmış.
Anlaşıldı ki kafasında bir sportif direktör var. Kongreden hemen sonra göreve getireceği direktör yabancı. Teknik adam olarak iş başındaki Kocaman’ın devamı ya da yeni antrenörün göreve getirilmesi ikinci adım olacak.
Fenerbahçe Başkan adayı, radikal değişiklikler öneriyor. Rekabet ve işbirliği kavramlarını birbirinden ayırıyor. Rekabetin saha içindeki maçla sınırlı
Galatasaray’ın 21 şampiyonluğu, 2 milyar 883 milyar lira borcu var.
İkisi de Galatasaray’ın büyüklüğünü (!) gösteriyor. Futbol takımının başarısı büyüdükçe, karşılığında ödenmesi gereken bedeller de büyüyor. Borç - alacak farkının 1 milyar 163 milyar lira olduğunu hatırlatarak hem şampiyonluklarını kutlayalım, hem de kolaylıklar dileyelim.
Şampiyonluk coşkusu, hafta sonunda yerini kongre telaşına bırakacak. Tıpkı Süper Lig’deki gibi dörtlü bir mücadele söz konusu. Mustafa Cengiz, Dursun Özbek, Ali Fatinoğlu ve Ozan Korkut, başkanlık için yarışacaklar.
Mustafa Cengiz, UEFA ile ilişkileri düzeltme ve cezasız karar yolunda ilerlerken, şampiyonluk başarısını da bagajına yerleştirip genel kurulun huzuruna çıkacak. Önceki başkan Dursun Özbek ise bugünkü şampiyonluğun harcını karan, Terim’i göreve getiren kararlarıyla başarıdaki payını hatırlatarak dört ay aradan sonra yeniden göreve dönmek için oy toplamaya çalışacak. Ali Fatinoğlu için Adnan Öztürk adına yarışa katılacağı söyleniyor. Öztürk’ün başkanlığa ayıracak zamanı olmadığından aynı listede buluşarak böyle bir karar almışlar... İlginç! Ozan Korkut da kareyi tamamlıyor. Bu yarışın Mustafa Cengiz- Dursun Özbek biçiminde bir final
Hazır İzmir’e kadar gitmişken Göztepe’ye de uğrayıp SUSUZ DEDE’ye çıksalardı. Belki o zaman deplasman korkusundan ve heyecandan tutukluk yapıp paralize olmaktan kurtulurlardı.
Galatasaray, şampiyonluğa uzanan şu son maçta inanılmaz derecede yavaş, dağınık, bloklar arasında kopuk, şaşkın ve durgun bir oyun sergiledi. Zaman zaman parlayıp giden Rodrigues dahil, herkesin ayağı birbirine dolaşıyordu.
Fatih Terim, heyecandan ve gerginlikten saha kenarında ceketi falan bir yana bırakmış, İzmir sıcağında dudaklarını ısırıyordu. Zamanında antrenörlük kariyerine başlarken Göztepe de onun ilk göz ağrılarından biri olmuştu. Şimdi İzmir takımı eski hocasına karşı iki tarafı da mutlu edecek bir beraberlik yerine ille de golü kovalayan hırçın ve isyancı bir futbol sergiliyordu.
Selçuk Şahin’in direkten dönen topuyla Demba Ba’nın heyecan yaratan vuruşları, Gouffran’ın ve Castro’nun tehlikeli çıkışları mucize için birilerine ‘acaba mı?’ dedirten sahneler oluşturuyordu.
Galatasaray, ilk yarıda sadece bir adet Gomis şutuyla gol aradı. (Dakika 36) Bu durgun ve tutuk oyunda Feghouli, Fernando, Belhanda, Donk, Rodrigues hep kendi standartlarının altında kaldılar.
Gomis’i eleştirmek zor... Çünkü bunca
Akhisarlılar mutluluktan uçuyor. Futbolda Türkiye Kupası’nı kazanan ilk ilçe takımına sahipler. UEFA Avrupa Ligi’nde önümüzdeki yıl Türkiye’yi temsil edecekler.
Ziraat Türkiye Kupası’nda elde ettikleri gelir yaklaşık 1,5 milyon Euro. Bu para UEFA’nın Avrupa Ligi’ne doğrudan giriş ücreti ve bonuslarla birlikte 8.5 milyon Euro’yu bulacak. Böylece Teleset Mobilya Akhisarspor’un bütçede umulmayan (!) geliri yaklaşık 45 milyon TL’ye yükselecek.
Bütçesi 55 milyon TL olan henüz borç batağına saplanmamış bir kulüp için çok iyi para!
Teleset Mobilya Akhisarspor ve Akhisar ilçesinin başka gerçekleri de var.
Başkan Hüseyin Eryüksel’in anlattığına göre, UEFA Avrupa Ligi’nin yaratacağı hareketlilik, Akhisar’da beklenen ekonomik katkıyı sağlamayabilir. Eryüksel, “Köftemiz ve mutfağımız üstün kalitesiyle konuklarımıza unutulmaz lezzetler kazandıracak. Ancak onları doyururken, konaklama konusunda zorlanacağız” diyor. İlçede dört “iyi” otel var. Bunların kapasitesi de sınırlı. Yeterli oda ve yatak yok. Akhisar deplasmanına giden takımlar, genellikle Manisa ya da İzmir’de konaklıyorlar. Yabancı futbolsever sayısı da neresinden bakarsanız bakın, dört otel kapasitesinin üzerinde olabilir.
Evet, Galatasaray fark yaratarak, finişe yaklaşırken hızını artırarak koşuyor. Bu koşu o kadar önemli ki 30. saniyede yeni bir başlama vuruşu gerektiriyor.
Golü atan Belhanda. Hani Fatih Hoca oynatsa da oynatmasa da eleştirdiğimiz 10 numara. Doğrusu bir Sneijder olmadığını gördük. Farklı, yavaş ve sakin bir hali vardı. Daha Sneijder takımdan ayrılmadan onun numarasının (10) Faslı’ya verilmesi hem yanlış, hem acaip hem de kaba bir karardı.
Her neyse bunları çabuk unuttuk. Dünkü oyunda Belhanda tam da istenen ve beklenen bir 10 numara gibi oynadı. Buluştuğu topla çok çabuk oyun kuran, gollük paslar dağıtan, ilk golde olduğu gibi altı pasa dalıp Gomis’in kaçırdığı topu ağlara yuvarlayan haliyle alkışı hak etti.
Daha çok alkışlanması gereken kahraman Rodrigues’di. Yeşil Burun adalarından Hollanda’ya göç etmiş bir ailenin yeni yurdunda doğan bir çocuğuydu. Eğri oturup doğru konuşarak Rodrigues’i (daha Bruma ayrılmadan) Galatasaray’a kazandıran adamın Riekerink olduğunu söylemeliyiz. Ne var ki Tudor’un zaman zaman anlaşılmaz biçimde oynatmadığı Rodrigues’in balını toplayan Fatih Terim oldu. İnat ve ısrarla oynattı onu. Sorumluluklar verdi. Güvendi. Rodrigues’in dün de dikkati çeken önemli
Zamanlardan bir zaman, ülkelerden birinde...
Ahali ölüm haberlerini çan sesleriyle alırmış.. Çan bir kez çaldı mı halktan birinin, iki kez çaldığında eşraftan birinin öldüğü anlaşılırmış. Üç kez çalan çan, saraydan önemli bir bürokratın öldüğüne delalet edermiş. Dördüncü çan sadece bir kişinin ölümüne özel olarak çalarmış : Kral!
Günün birinde çanlar çalmaya başlamış... Halk dördüncü çanda kralın ölüm haberiyle (!) sarsılırken, hemen ardından gelen beşinci çan sesi herkesi şaşırtmış...
Kraldan da büyük biri... Acaba ölen kim ?
Şehir meydanına koşmuşlar. Adamın biri çatıda beş kez üst üste çan çalıyor. “Söyle, demişler merakla, beş kez çan çaldın, ölen kim ola?”
Adam bir davada mahkemenin aleyhine karar verdiğini anlatarak , “Adalet öldü, adalet!” demiş.
Bildiğim, tanıdığım Şenol Güneş, Kayserispor (2-0) maçından sonra doğal bir “koreografi” ile taraftarın ve futbolcularının kendisine sahip çıkmasından mutlu, tribünlere üçlü çektirmekten gururlu olarak katıldığı basın toplantısında “ 5 çanın çaldığını adaletin öldüğünü düşünüyorum” demiş. Öyküyü bilmiyordum, merak edip öğrendim.
Şampiyonlar Ligi’nde gurur duyulacak başarıyla gruptan yenilgisiz liderlikle çıkan Beşiktaş, dün Vodafone Park’ta Kayserispor’u ağırlarken hevesi, isteği, motivasyonu düşmüş bir ev sahibi olarak oynadı.
Şenol Güneş’in maç öncesi çarpıcı demecini ayrıca okuyunuz. Ama orada verdiği mesaj, yine doğru oyunla ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışacakları idi. Acaba öyle mi oldu, derseniz.. Pek öyle olmadı.
Sanki ligde devam etmenin gereği yokmuş gibi bir havaya kapılmışlardı. Puan cetveline bakarsanız, tabloyu pek de gerçek dışı göremezsiniz. Beşiktaş şampiyonluğa oynayan dörtlü grupta lidere kaybettiği üç puanla dördüncü sıraya çakılıp kaldı.
Uzamaz kısalmaz Amerikan bezi gibi bir durum. Maç başlarken, dördüncü sıradaki Beşiktaş’ın 62, beşinci sıradaki Trabzonspor’un 49 puanı vardı. Beşiktaş, yense de yenilse de sıralamadaki yeri pek değişecek gibi görünmüyordu. Kayserispor da ikinci dörtlü grubun sonuncusuydu ve onlar da “Amerikan kumaşı” gibiydiler.
Böyle durumlarda futbolsever kimliğinizle yine de iyi bir oyun beklersiniz. Hiç değilse oyuna saygı adına... Ya da bireysel becerilerin peşine düşer gözünüz... 8. dakikada maçın ilk öyküsü böyle başladı. Kayserili Atilla Turhan,
Japon sinemasının önemli yönetmenlerinden Akira Kurosawa’nın Ryunosuke Akutagawa’nın öyküsünden yola çıkarak 1950’de çevirdiği ünlü filmi ‘Raşomon’ sadece Japon toplumunu değil, evrensel biçimde tüm insanlığı ilgilendiren mesajlarla doludur.
Filmin kahramanları haydut, öldürülen samuray, samurayın tecavüze uğrayan karısı ve Raşomon adıyla bilinen eski bir kale yıkıntısında karşılaştıkları oduncudur.
Her biri tecavüzü ve gerçeği kendi masumiyet çizgisine çekip, eğip bükerek, anlatır. Elbette inandırıcılığı tartışma konusu, sürekli soru işaretleri yaratan bir olaydır bu. Mahkemede yargıç yoktur ama sorular sorulur ve herkes kendine göre yanıt verir. Sinema konusunda hiç de iddialı değilim. Raşomon hikayesini hatırlayınca, tam da bizim sporumuza uygun bir senaryoyu okur gibi oluyorum.
Fenerbahçe-Beşiktaş Türkiye Kupası yarı final rövanş maçı, bildiğiniz gibi 57. dakikada tatil edildi. Korner atışlarında sahaya atılan maddeler... Güneş’in başına çakmak isabet etmesiyle yere düşmesi... Soyunma odasına giderken bir darbe daha alarak ikinci kez düşmesi... Yedek kulübesindeki kaleci Tolga bazı Fenerbahçe taraftarlarının küfürlü tartışması hikayenin bilinen ayrıntıları.
Bir de pek göz