TFF, Süleyman Seba’nın ölümünden sonra en anlamlı sezon kararını aldı. Kimse kusura bakmasın, güncel duygusallıklarla sezonun adandığı bazı kişiler, kamuoyunda sürpriz etkisiyle algılandı bugüne kadar.
Fikstürü çekilen 2018-19 Süper Ligi’nin Lefter Küçükandonyadis’e, bizim Lefter Abimize ya da İslam Ağabey’in Takiros’una adanması sadece Fenerbahçelileri değil, memleketin dört köşesindeki her yaştan, her renkten cümle futbolseveri sevindirdi. Y kuşağı, Z kuşağı evlatlarımızın da büyüklerinden dinlediği Lefter efsanesini sezon boyunca daha iyi kavrayacaklarına, seveceklerine inanıyorum.
Futbolda oyunun ne kadar önemli, paranın da ne kadar geçersiz olduğunu anlatan biriydi Lefter Abi.
Hiç bir futbolseverin -kulüp renkleri ne olursa olsun- kendi kalelerine gol attığı maçlarda bile Lefter’e küfrettiklerini duymadım ben.
Nisan ayında Sapancalı dostum Faruk Bayraktar’la Büyükada’ya gittik. İki aile valiz ve çantaları bıraktıktan sonra doğruca Lefter Abi’nin kabrine yöneldik. Büyükada Rum Ortodoks Mezarlığı’nda, hayret ettim, her yaştan, her kültürden, her giyim biçiminden insanlar, çoluk-çocuk, kadın -erkek Lefter Abi’nin kabri başında toplanmış dua ediyorlardı. Anladığım kadarıyla yüzde
Dünya Kupası, Dünya’nın sonu değildir. Hayat da zaten sadece Dünya Kupası değildir. Siz milyonları, ülkenizi coşku ile ayağa kaldırıp ulusal kahraman statüsüyle, asalet unvanlarıyla adınızı tarihe yazdırırken, maalesef, hayat size aynı ayrıcalığı tanımıyor.
O nedenle işte “Şimdi nerdeler?” diyerek 1966 Dünya Kupası’nı kazanan İngiliz Milli Takımı’nın yıldızlarını merak ettim.
Yıllarca küs kalan kardeşler, ölümüne kadar annesiyle tek kelime konuşmayan-görüşmeyen şövalyeler, alzheimer hastalığının pençesine takılıp en yakınlarını bile tanıyamayanlar, hayatlarının en önemli olayını, Londra 1966’yı unutanlar.
Fakr-u zaruret içinde FIFA’nın verdiği şampiyonluk madalyasını satanlar.
GORDON BANKS: Londra Wembley’deki 4-2’lik Almanya galibiyeti ile kazanılan Kupa’nın muhteşem kalecisi. Kariyerine devam ediyordu ama 1972’de geçirdiği trafik kazsı sonucunda bir gözünü kaybetti, kenara çekildi. Bir şirkete para yatırdı, battılar. O yüzden şampiyonluk madalyasını satmak zorunda kaldı. Yetmedi, finalde giydiği şapkayı da satışa çıkardı. Bugün 80 yaşında. İki böbreğindeki kanserle mücadele ediyor. FIFA’ya kırgın. Rusya’ya davet edilmelerini beklemiş, olmamış.
GEORGE COHEN: Onun kaderi de Banks’ı
UEFA’nın Finansal Fair Play ilkelerine uygun tavır ve yaptırımları, tüm sevimsizliğine rağmen yararlı oldu. Borç yükünü eritmek şöyle dursun, faizlerini bile ödemekte güçlük çeken kulüplerimiz, nihayet gösteriyi bir yana bırakıp daha gerçekçi adımlar atmaya başladılar. Onlardan en önemlisi, FFP ilkeleri sayesinde iç kaynaklara göz atılmasıdır. Bu anlamda Beşiktaş’ın Umut Nayır transferi - her ne kadar sorunlu görünse de - akıllı bir hamledir. Umut’un kendiliğinden sözleşmesini feshetmesi, futbolcuyla kulübü Osmanlıspor arasında hukuksal bir anlaşmazlığa neden olabilir. Ancak bu olayda Beşiktaş’ın taraf olmadığını da unutmamak gerekiyor. Dorukhan Toköz de merkezde ve sağbek mevkiinde yararlı bir transfer. Yaş ortalaması- bugünlük- yenilerle birlikte 28,5... Bu ortalamanın daha da düşmesi, takımdaki genç oyuncu sayısının artması gerekiyor.
Beşiktaş’ın transferde üç önemli hedefi var: Gökhan Gönül’e alternatif olarak aynı değerde bir sağbek, orta alanda Talisca’yı ya da Sosa’yı aratmayacak yaratıcı ve golcü bir oyuncu ve santrfor! En önemlisi hangisi, derseniz... Sağbek demeliyim. Santrfor olarak Mustafa Pektemek ve Vagner Love, Slovakya kampında çalışıyorlar. Geçen yıl tüm iyi
MHK Başkanı Yusuf Namoğlu, IFAB’ın (International Football Association Board) yaptırdığı anket sonucunu açıklıyor:
“- Video Assistant Referee (VAR) sistemi tüm dünyada futbolla ilgili kişiler arasındaki oylamaya göre yüzde 81 EVET ile kendini kabul ettirmiştir!”
Tam da seçim sonrasına denk gelen önemli bir oran... Tartışmalar sürebilir ama, VAR sisteminin Rusya 2018 Dünya Kupası’nda yeterli güven oyunu aldığını söyleyebiliriz.
Rusya’daki grup maçlarında hakemler, özellikle penaltı pozisyonlarında cesaretle akıllıca uygulamalar yaptılar. Parlayan ya da hayal kırıklığı yaratan yıldızlarla takımları bir yana koyarsak, 2018 Dünya Kupası’nın en önemli özelliği VAR’ın yarattığı “adalet” duygusudur.
Başlangıçta her ülkenin kendine göre olumlu-olumsuz yorumlarla karşılayıp test etmeye çalıştığı sistem, Dünya Kupası’nda beklenenin de üzerinde olumlu sonuçlar verdi. Önceki gece oynanan İran-Portekiz (1-1) maçı bunun en taze örneği... Paraguaylı Hakem Enrique Caceres, her iki takımın lehine birer penaltı kararı verdi. O kararları verirken, elbette VAR sistemine başvurdu. Bu sistemin, Dünya Kupası gibi en yüksek seviyede test edilmesiyle hakemler vicdani rahatlığa kavuştu. Kararsız, şüpheli,
Alvin Toffler, yaklaşık 40 yıl önce yazmıştı: “Geleceğin toplumları (Adhokrasi) ile yönetilecek!.” Bürokrasinin ve devlet otoritesinin esneyip yumuşadığı, onun yerini sivil toplum örgütlerinin aldığı bir sistem bu. Adhokrasi’nin, uluslararası alanda en başarılı olduğu yer de spor dünyası. Uluslararası Olimpiyat Komitesi ile futbolun en büyük otoritesi FIFA’nın bu anlamda devletler kadar etkin ve egemen olduğunu biliyoruz. Hatta bazı konularda devlet otoritesine üstünlük ve ayrıcalık sağlayan kararları da alabiliyorlar.
Uluslararası Olimpiyat Komitesi (IOC) ve uluslararası federasyonlar, kuruluş statülerinde “kâr amacı gütmeyen kuruluşlar” olduklarının altını özellikle çizerler... FIFA da onlardan biri, belki de birincisi. Çünkü elinde bir organizasyondan daha çok dev bir hazine var: Dünya Kupası.
Kupaya katılan takım sayısı 32, oynanacak maç sayısı 64. Bu maçları tüm dünyada yaklaşık 3.2 milyar futbolsever izleyecek. FIFA’nın yayın hakkı geliri olarak kasasına koyacağı para da 3 milyar ABD doları. Bilet satışları, reklam ve sponsorluk gelirleri, stadyum çevrelerinde oluşturulan Tax Free ‘vergiden muaf’ alanlardan elde ettikleriyle birlikte 2018 Dünya Kupası’ndan FIFA’nın payına
Kutlu Merih, geçen yıl Beykent Üniversitesi’nde finans mühendisliği ve risk yönetimi dersi verirken fenalaştı. Öğrencilerine kendisini acilen hastaneye yetiştirmelerini söyledi. Ambulans çok çabuk geldi. Gelen ekip de hastane personeli de son derece becerikliydiler. Krizi güç de olsa atlatmıştı... Dostlarına “Kefeni yırttık” diye espri yapıyordu. Ancak akciğerlerde enfeksiyon oluşmuştu. Ardı arkası kesilmeyen öksürüklerle aramızdan ayrıldı.
Tuğrul Akşar dostumuz, Doç.Dr. Kutlu Merih’i büyük bir minnetle anıyor. Onun kendisine ve spor dünyasına endüstriyel futbolun kapılarını açtığını ekliyor. Bunlar Kutlu Hoca’nın çoktan hak ettiği sözler. Kutlu Merih ve Tuğrul Akşar, endüstriyel futbol, futbolun yönetimi ve futbol ekonomisi üzerine 3 kitap yayınladılar. Son kitap ise “ Sıradışı bir bilim insanı KUTLU MERİH “ adıyla yayınlandı. En başta Tuğrul Akşar olmak üzere öğrencileri, asistanları Fatma Çınar, C.Coşkun Küçüközmen, Şebnem Özdemir, Erdal Balaban kitapta hem Kutlu Hoca’yı anmışlar, hem de onun tezlerinden yola çıkarak ekonomik sorunlara ışık tutmuşlar.
O kitapta kulüplerimizin borç kıskacındaki halleri anlatılıyor yeniden. Futbolun röntgeni çekiliyor.
Ekonomist dostum Tuğrul
Beşiktaş’ın genç yöneticilerinden biri olarak tanıdım Erdoğan Demirören’i... Yaşlı başlı, kurt başkanların önünde en atletik, en dinamik en heyecanlı haliyle bize daha yakın görünür, muhabir olarak sorduğumuz sorulara yalansız- doğrudan yanıtlar verirdi.
Hala nasıl dengelediğini anlayamadığım mesafeli bir samimiyet anlayışı vardı. Laubali değil, sıcak ve anlayışlıydı. Halden anlar, gündemi izler, biz gazetecilerin peşine düştüğü konularda mutlaka açıklamalar yapardı.
Endüstriyel sporun bilinmediği, profesyonelliğin ancak yaygınlaştığı dönemlerde Beşiktaş’ın parasal sıkıntıya girdiğini biliyorduk. O günlerde deplasman giderlerini cebinden karşıladığını hepimizden saklamıştı. Bizi atlattığı için tartıştığımızı da anımsıyorum.
Erdoğan Demirören vergi rekortmeni olarak ekonomide şampiyonluk yaşamış duayen bir iş adamıydı. Bu güzel ülkenin her türlü yolculuğuna enerjisi, bilgisi ve sevgisiyle katılan örnek insandı. Sosyal hayatın da skandalsız temiz ve uygar aktörlerinden biriydi. Basketbolda Ergin Ataman yönetimindeki Beşiktaş’ın Lig, Kupa ve Avrupa Kupası’nı bir arada kazandığı yıl, Erdoğan Bey, o takımın sponsoruydu. Binicilik ve golf sporuna da açtığı tesislerle destek verdi.
Oğlu, TFF
Aziz Yıldırım, 15 Şubat 1998’deki ilk başkanlık seçiminde, rakibi Vefa Küçük’e karşı sadece 1 oy farkla (1469-1468) kazandı.
O kongre ile Fenerbahçe Spor Kulübü’nün tarihinde 20 yıllık “Yıldırım Dönemi” başlamış oldu.
3 Haziran 2018 Pazar günü seçim sonuçları açıklandığında Ali Koç’un, Aziz Yıldırım’a 11 bin 448 fark yaparak (16.092- 4644) başkanlığa seçildiğini gördük.
Dramatik bir durum... 1’le gelip 11 binle gitmek, seçimin hangi tarafında olursanız olun hiç de normal değildir. Her bakımdan ibret alınması, saygıyla hatırlanması, dikkatlice analiz edilmesi gereken bir sonuç bu.
2001 ve 2006’da istifa eden başkanı en çok da Kadıköy’de, Bağdat Caddesi’nde toplanan on binlerce Fenerbahçeli sevgi ve sadakatle göreve döndürdü. 3 Temmuz 2011’de başlayan travmatik “şike” kumpasında da Fenerbahçe, Türkiye’nin en büyük sivil toplum kuruluşu olduğunu ortaya koydu. Tutuklu başkanını hiç bir duruşmada yalnız bırakmadı. Bir yıl sonraki tahliyede de on binler onu bağrına bastı.
Peki, bu durumu nasıl açıklayacağız?
Sadece tek sözcükle: Değişim...