Huylu huyundan vazgeçmiyor. Mircea Lucescu, Galatasaray’da da böyleydi, Beşiktaş’ta da.. Şimdi Milli Takım’da ve çok zor bir işe soyunmuş durumda. İşine yoğunlaşıp başarılı sonuçlar alabilir. İsveç galibiyeti de (3-2) sürmesini istediğimiz başarılı bir dönemin başlangıcı olabilir.
Yine de hatalar yapıyor Lucescu. Konuşmalarıyla verdiği mesajları netleştiremiyor, açıklayamıyor.
Futbolumuzdaki yerli - yabancı sayısını gündeme getiriyor. Milli Takım’a 22 kulüpten değil, en fazla 2-3 kulüpten oyuncu alması gerektiğini, buna imkan olmadığını belirtiyor.
Genç futbolcuların kendi takımlarnda şans bulamadığını, yeteri kadar süre alamadığını söylüyor.
Bunların hepsi Lucescu’nun karakterini yansıtan “önlem odaklı” mesajlar. Daha yaygın bir ifadeyle “mazeret” üreten tedbirler. İşler ters gittiği zaman, önceden verdiği mesajlara sığınarak kendini savunacak. Çok gereksiz bir kaygı. Lucescu’nun bunlara ihtiyacı var mı ? 70 yaşında gün görmüş, umur görmüş, felsefesi olan bir adamın, bilge kişiliğiyle daha sakin olması gerekmez mi? Hayır, Luce öyle yapmıyor. Kırklı yaşlarında, kendini kanıtlamaya çalışan, hayalleri ve iddiası olanların bile yapmaması gereken açıklamaları yapıyor.
Luce’nin
İlk yarının oynayan (!) tarafıyız. Top bizde (57-43). İsveç bize bırakmış topu... Geri dörtlüde top çeviriyoruz. Top çevirme oyununa Mehmet Topal, Okay Yokuşlu da katılıyor orta alandan. Kendi aralarında oynuyor çocuklar. Baskıyı görünce oyuna Sinan Bolat’ı da dahil ediyorlar. O da bir garip kaleci. Topu ayağıyla vurmadan önce geriliyor, dürtüyor, rakibinin üstüne gelmesini bekleyip son anda oyuna sokuyor meşin yuvarlağı. Bu arada yanlış anlaşılmasın, yer tutuşu, rakibi karşılama, yan top, karşıdan vuruşlarda -yediği iki gole rağmen- başarısız değil. Sinan Bolat belli ki boşuna çağırılmamış Milli Takım’a.
İsveç kendi yarı alanında, savunmasında sağlam duruyor. Bizimkiler o kalabalık arasında pas yaparak ceza alanına girmeye niyetlendiğinde kolay hamlelerle alıyorlar topu.
İlk yarıdaki oyunun en gayretli, en etkili oyuncusu Ömer Bayram. Geride al gülüm-ver gülüm top çevirmecesinde (!) tepesi atıyor. İçindeki enerjiyi hapsedemiyor. Sol kanattan yaptığı ataklarla topu hücum bölgesine taşıyarak adeta metrobüs (!) hizmeti sunuyor. Çok umut verici bir görüntü... Onun gayretleriyle Hakan Çalhanoğlu, Oğuzhan ve Cenk de enerji depoluyor. Ne var ki Milli Takım şut fukarası. Kaleye
Bursa’da oynanan Bursaspor-Beşiktaş (1-1) maçında Beşiktaşlı Alvaro Negredo ile Bursasporlu Aurelien Chedjou’nun ikili mücadelesi, VAR’a rağmen yoğun bir “penaltı” tartışmasına neden oldu.
Oyuna devam kararı veren Hakem Cüneyt Çakır, yorumcular tarafından öylesine eleştirildi ki bazısı işi “Çakır VAR’a karşı” iddiasına kadar götürdü.
Hayır, güncel bir demeç değil. Lig maçları başlamadan çok önce, Dünya Kupası sonrasında bu soruyu bir sohbet sırasında Çakır’a sormuştum ben. Aynen şöyle demişti: “Dünyada hiçbir hakem VAR’a karşı olamaz. En azından maçın sonucunu etkileyebilecek hatalardan arınma adına VAR sistemi bizim gerçekten önemli bir yardımcımızdır. VAR’ın hakemleri ikinci plana atacağı yersiz bir kuşku. Tam aksine yeni sistem bizim özgüvenimizi artırır.”
Dünya Kupası’nda yarı final yönetmiş, nedense yurt içinde yönettiği maçlarda özel tartışma konusu olmaktan bir türlü kurtulamamış Çakır’a haksızlık edildiğini düşünürüm hep.
Yine de Negredo - Chedjou mücadelesinde Kamerunlu futbolcunun hareketinin bir penaltı kararı gerektirdiğini düşünüyorum. En azından video masasında oturan Barış Şimşek, Cüneyt Çakır’a “görüntüyü izleme” önerisinde bulunmalıydı. Öyle olmadı. Beşiktaş -
Dördüncü haftaya pek de mutlu giremeyen iki takım, Bursaspor’la Beşiktaş, kalecilerini görücüye çıkararak başladı maça... Harun Tekin’i Fenerbahçe’ye satan ev sahibinin gönlü çok rahattı. Alt yapıdan “yaş altı” milli takımlarına yetiştirdiği iki kalecisi vardı daha. Okan Kocuk’la başladılar. Beşiktaş da 25 yaşındaki yeni kalecisi “yaralı” Karius’a verdi eldivenleri.
Abuk sabuk, kontrolsuz, komik hatalarla dolu ilk yarıda oyunu kendi takımları adına kurtaranlar da kaleciler oldu. Karius 2, Okan da en az 1 golü bireysel çabalarıyla önlediler. Şimdi skor tabelası bir yana, memnuniyetle belirtelim ki 2 kaleci de güveni hak ettiler. Şunu da unutmamalı gol yedi diye ezbere kalecileri eleştiremezsiniz... Her şeyden önce savunma hatalarını da dikkate almanız gerekir.
Partizan karşısında Perşembe gecesi zengin içerikli gösteri maçı (3-0) yapan Beşiktaş, Bursa deplasmanında yine kaotik bir oyuna döndü dün. Özellikle orta alanda Medel, Tolgay ve Oğuzhan, yolgeçen hanının bekçileri (!) idiler adeta. Anormal top kayıpları, presten yoksun, zamanlama hatalarıyla dolu müdahale (!) anlayışları Bursaspor’a beklediğinden daha çok gol fırsatı ikram etti. Aytaç, Henri, Furkan, Allano Lima, sonradan
Antalyaspor (2-3) yenilgisinden sonra tribünlerin önüne mahcup bir telaşla geldiler. Partizan’la deplasmanda oynadıkları oyunun (1-1) rövanşında avantajlıydılar ama, yine de ne olur ne olmaz! Artık ne orta alanda, ne de savunmada hata yapma lüksleri vardı.
Havayı değiştirmeye kesin kararlı halleri vardı. Baksanıza Şenol Hoca bile pembe tişörtle çıkmıştı maça.
Havayı değiştiren adam Partizanlı Scekic oldu. 24. dakikada Necip Uysal’la birlikte havadan süzülen topu almak için kafa kafaya girdiler. Masum, oyunun doğal akışı içinde kasıtsız bir çatışmaydı bu. Scekic’in kafası yarıldı. (Aykut Hoca standartlarına göre de kanlı (!) bir olaydı. Partizanlı oyuncunun kafasındaki bant üç kez değiştirildi.) Necip Uysal’daki yaralanma ise kansız ama daha kötüydü. Elmacık kemiğinin üzerine darbe almış, acaip biçimde şişme ile görme duygusu kaybolmuştu.
Fazla dayanamadı Necip. Scekic’in darbesi sonucu 26. dakikada yerini Oğuzhan’a bıraktı. Kalbi kırık takım kaptanı oyuna girer girmez aklını, ayaklarını ve duygularını devreye soktu. 45+1’de Larin’le duvar yaparak öylesine yumuşak ve ustaca vurdu ki sağ ayağıyla, maçı bitirdi.
Herkes alkışlıyordu onu. Pazar günü aleyhinde bağıran ve yuhalayan bir
Kimse darılmasın, üzülmesin... Paniğe uğrayıp karamsarlığa kapılmasın...
Hakemlerimiz de sezona iyi başlamadılar.
Düne kadar oyunun tek hakimi onlardı. Kararların tek sahibiydiler, kartlar bir ellerinin iki parmağı arasındaydı... Doğru ya da yanlış.. Halk ağzıyla onların borusu öterdi...
Bugün öyle değil.. Hiç değilse Süper Lig’de öyle değil.
Her ne kadar “tek karar organı” kimlikleri devam ediyor, onların düdüğü ötüyor olsa da...
Artık bir ortakları VAR!
Esnafımız da tüccarımız da iyi bilir. Benim uzaktan izlediğim kadarıyla kurumsallaşmamış ortaklıklar pek sağlıklı yürümez. Danışma, haber verme, uyarma gibi iletişim yolları çalışmaz. “Acaba hesaplar düzgün mü, ortağım kazık atıyor mu?” soruları uyku uyutmaz.
Aaa... Bir de baktık ki “Kartal” değil, “Çekirge” olmuşlar. Kötü oyunlarla rakibe 1 gol avans (!) verip, sonradan oyunu kazanan ya da turu güvence altına alan Beşiktaş’ın iki kez sıçradığını görmüştük... Öykünün sonunu biz biliyorduk da Beşiktaşlı futbolcular hiç duymamışlardı sanki. Şenol Hoca da unutmuştu (!) galiba.
Öyle olmasa ilk 30 dakika dolmadan 2 - 0 geriye düşer miydi Beşiktaş? Sorumsuz, dağınık, aşırı özgüven duygusu, rakibi ciddiye almamak... Artık ne derseniz deyin, Beşiktaş o golleri yemek için gereken her türlü yanlışı yapıyordu. Garip olan, Beşiktaş’ın topa sahip olmada (77/23) üstünlük sağladığı dakikalarda iki gole “gel-geç” seyirci kalmasıydı... Öyle ki Oğuzhan, Tolgay Medel, orta alanda hücuma katılıp top kaybından sonra yerlerinde adeta çakılı kalıyorlar. Savunmada Pepe ve Vida’ı yalnız bırakıyorlardı. Hakan Özmert, Doukara, Doğukan, Harun, Yekta inanılmaz kontralarla Beşiktaş’ın canına okuyorlardı. Antalyaspor savunması hava toplarına direndi, aşanları da zaten Boffin sihirli dokunuşlarla adeta yok etti.
Belçikalı Boffin, Türkiye’deki ilk yılında Eskişehirspor’da oynarken bir ara ligin en az gol yiyen kalecisiydi. Sonradan kariyeri düşme eğrisi çizdi. Dünkü
Biliyorum, başlığı okuyunca “Hadi canım, saçmalamış!” diye dudak bükebilirsiniz. Ne olur, ne olmaz misali “Hakikaten çıkar mı acaba?” diye meraklananlar da olabilir.
Ben yine de soracağım: Emre’den bir Hagi çıkar mı?
Emre Akbaba henüz 25 yaşında... Bu yaşa gelmiş futbolcuların önemli bir bölümü kariyeri boyunca yükselebileceği en üst noktaya ulaşmış sayılır. Futbolda değişen antrenman metotları, müsabaka organizasyonlardaki gelişmeler, dudak uçuklatan sözleşmeler 25 yaşın en azından “olgunluk” yaşı olduğunu da ortaya koyuyor.
Böyle bakınca Emre Akbaba henüz o noktaya gelmiş, olgunlaşmış sayılmaz. Şimdi, biraz geç de olsa hızla olgunlaşarak aradaki gecikmeyi kapatmasını bekleyebiliriz. Bunun için yeteneği var. Niyeti var. İki de şansı var: Birincisi, artık Galatasaray’ın kadrosunda bir Şampiyonlar Ligi oyuncusu... İkincisi o takımı Fatih Terim yönetiyor. Terim, tıpkı Hagi’de olduğu gibi Emre’yi de kariyerinin doruklarına taşıyabilir.
Gheorghe Hagi’yi ilk kez 1990 Dünya Kupası’ndaki İrlanda-Romanya (0-0) maçında izledim. O maçta 10 numarayı giyiyordu. Ama ne yalan söyleyim, parlatılan ve dikkatlere sunulan kalitesi beni çok etkilememişti. Ben asıl 5 numaralı formayı giyen