Hele şükür... Baştan sona gönül rahatlığıyla, endişelenmeden, kaygılanmadan, gerilmeden, huzurlu, coşkulu ve güzel bir maç izledik...
Fatih Terim’in Türk futbolundaki yeri belli... Hoca futbolculuk kariyerinde Genç Milli Takımın santrforu iken o dönemin moda oyuncusu liberoya dönüşmüş... Orada alkışladığımız ve unutamadığımız maçları var... Böyle bir savunma yıldızının futbolu bıraktıktan sonra başarılı bir hücum pratiğine geçmesi, felsefesini gol ve galibiyet üzerine oluşturmasını takdirle anmalıyız... Dünkü oyun hücumcu Fatih Terim’in her hattı ile doğru ve sağlam kurgulayıp sahnelediği yeni bir gösteriydi.
Ömer Toprak ile Mehmet Topal uzun zamandır ilk kez birarada oynuyorlar. Gökhan ve İsmail çok başarılı... Kaleci Volkan zamanında çıkışlarıyla Finlandiya’nın hevesini kursağında bırakıyor... Harika bir orta alanımız var... Volkan, Yunus, Arda, Olcay topla öyle dans ediyorlar ki, Finlandiyalıların başı dönüyor.. Elbette Finlandiya fizik gücü çok yüksek bir takım... Enerjileri ve koşularıyla bastırıp bize top kullandırmamaya çalışıyorlar... İşte orası başka bir güzel... Avrupa Şampiyonası’nda ikili mücadelelerden kaçınan, topu ve oyunu adeta rakibine bırakan milli takım şimdi
Kulüpler Birliği Vakfı’nı yeniden kutlamalı. Geçen yıl başarıyla gerçekleştirdikleri 1. Futbol Zirvesi’nde Türk futboluna dışarıdan bakan soğukkanlı akılların verdiği MR raporlarını görmüştük. Premiership’ten gelen uzmanlar, CEO’lar ilham veren başarı istatistikleri sunmuştu. Pazartesi günü Zirve’nin ikincisi yapıldı.
Hemen söylemeliyim ki Birlik Başkanı Göksel Gümüşdağ, TFF Başkanı Yıldırım Demirören’le sponsorların tüm olumlu katkılarına rağmen, Zirve iki yüzlülüğümüzün bir örneği olarak da spor dünyamızdaki yerini aldı.
Bu Zirve’nin özelliği, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın katılımıydı. Siyaset - Spor örnekleriyle rekabet anlayışını ortaya koyan Erdoğan’ın sportif görüşleri son derece önemliydi. Vefa Stadı’nın kömür tozlu zemininde az ter dökmemişti. Hayatının hiçbir evresinde futboldan kopmamıştı. Tam da TFF Başkanı Demirören’in vurguladığı gibi, futbolumuz için büyük şanstı!
Erdoğan’ın verdiği en önemli mesaj, genç futbolcularla ilgiliydi: “Süper Lig takımlarında oynayan kendi gençlerimizin sayısının giderek azalıyor olmasını hep birlikte düşünmeliyiz. Dünyanın en iyi futbolcularının takımlarımızda oynaması elbette hepimizi sevindirir. Ama kendi çocuklarımızın buralarda olması
Acaba hangisi? Beşiktaş’ın Antalya deplasmanında istediği ritmi bir türlü tutturamaması, tempoyu yükseltememesi ve kendi oyununu rakibe kabul ettirmek yerine Antalyaspor ataklarına karşı direniş futbolu oynaması hengi nedenle açıklanabilir?
UEFA Avrupa Ligi’ndeki Olimpiyakos galibiyetinden sonra olası bir rehavet mi bu, yoksa yorgunluk mu?
Ya da şöyle soralım soruyu: Medipol Başakşehir’in kendi sahasında Kardemir Karabükspor’la 3-3 berabere kalması, Beşiktaşlı futbolcularda heyecanlı bir beklentiye neden olur mu? Böyle bir durum, yani puan farkının 4’e yükselme olasılığı bir baskı yaratmış olabilir mi?
Yazarken, bir de baktım ki Vincent Aboubakar, kaleci Ferhat’ı engellemekten ikinci sarıyı görüp kırmızıyla oyundan ihraç ediliyor. Olimpiyakos maçında yaptığı “delilik” ise dünkü davranışı da “zırdelilik” olmalı. Bu hareketin kuralla da ilgisi yok, akılla da! Böyle bir oyuncunun gollerine de tav olmamalı. Kiralık bir futbolcunun -golleri bir yana- bu kadar kötü bir karne ile ne kadar güven verdiği tartışılır. Bonservisi 10 milyon euroymuş. Kırmızılar pazarlık olacaksa fiyat ayarlamasını gerektirebilir.
Her neyse... Beşiktaş’ın Eto’o ve arkadaşlarına karşı savunmada olabildiğince
Coşkudan kaygıya... Beşiktaş'ın ilk yarıda hepimize yaşattığı ruhsal gel-gitin özeti bu... 2. yarıda sıkıntılar ve onları aşan muhteşem bir macera... İşte o da kaygıdan saygıya dönüşün öyküsü...
Şampiyonlar Ligi'nde evindeki tüm maçları berabere bitiren siyah-beyazlılar, yakın tarihteki hayal kırıklığını anımsattılar bize. İç sahadaki Malmö (2-2)ve Valerenga (3-3) beraberlikleriyle elenmiş olan Beşiktaş, dün de ilk yarı sonunda aynı korkuyu yaşadı...
Aboubakar ve Babel'le 2-0 öne geçen takım, 31'de Younousi'nin volesini seyretti. Bu golde Adriano'nun büyük hatası var. Rakibinin üzerine gideceğine sırtını dönüyor, ne yaparsan yap, dercesine... Olacak şey değil. Barça'da da böyle yapabiliyor muydu acaba?
Maç sıkıntılı bir skora dönüşünce hiç olmaması gereken şey oluverdi. 2006'daki Materazi-Zidane örneğindeki gibi topsuz alanda Aboubakar rakibine kafayı vuruverdi. Dördüncü hakemin uyarması falan derken Kamerunlu doğrudan kırmızı kartla gönderildi. Yanlış hareket, doğru karar!. Böyle bir çılgınlığı ya da cahilliği yapabilmek için saf bir amatör olmak lazım. Merak etmeyin futbol tarihi böyle saf golcülerin öyküleriyle dolu.
Aboubakar'ın takımı 10 kişi bırakan hareketi, acaba Beşiktaş
Basketbol, kuralları, taktikleriyle sürekli değişen bir oyun... O nedenle futbolun 154 yıldan beri değişmeyen oyun kuralları ve görece tutucu kültürüne karşılık potalarda farklı bir yaşam tarzı vardır. Aklın ve istatistiğin öne geçtiği, hayallerin ve hedeflerin daha ölçülü, daha mantıklı tutulduğu bir kültür...
Son yıllarda Türk Basketbolu, inanılmaz bir gelişme gösterdi. Bunun yansımaları yeterli görülmeyebilir. Ama şurası kesin ki Avrupa’nın en kaliteli basketbol ligi, bizim ülkemizde oynanıyor.
Futbolda Premiership ne ise Türkiye’de STBL (Spor Toto Basketbol Ligi) odur. Bu ligin kurumlaşmış, gelenek oluşturmuş, öncülükler yapmış kulüpleri ve takımları vardır...
Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş gibi...
Anadolu Efes, Banvit, Pınar Karşıyaka, Tofaş, Darüşşafaka Doğuş gibi...
Yapı taşlarından biri de Halk Enerji TED Ankara Kolejliler’dir. Onlar kaliteli basketbolu oynamaya çalışırlar. Büyük bütçeleri yoktur, muhteşem bir camiaları vardır. Türk Eğitim Derneği bursuyla okuyup hayata atılan her mezun, o takımı ailenin en değerli parçası olarak görür.
Son yıllarda Doğuş grubunun finansal enerjisiyle gücü ve kalitesi yükselen, iddiası büyüyen Darüşşafaka da camia
“Ne güzel oyuncumuzdun sen Ricardo Abi...
Trivelan başka, rabonan bir başkaydı..
Çalımların, pasların asistlerin..
Yazık oldu, tribün mü senin yerin!”
Ahmet Muhip Dranas hangi takımı tutardı, bilmiyorum... Beşiktaşlı olsaydı, yukarıdaki şiiri Fahriye Abla kıvamında yazabilirdi.
Ricardo Quaresma dün gerçekten yokluğuyla büyüdü. Haksızlık etmeyelim, ilk yarıda sağ kanatta ona vekalet eden Aboubakar da beklenenden fazlasını yaptı. Çalım attı, top ortaladı, şut denedi ama olmadı. Koca takım, maçın başından sonuna Quaresma’yı aradı. Kayserispor hemen her defasında Sergen Yalçın’ın kalabalık savunma ve kontratağa dayalı çabuk oyun anlayışıyla Beşiktaşlıları soğuk havada terletti. Umut, Welliton, Deniz ve Varela’nın rahat, sakin ve hızlı hücumları Beşiktaş savunmasında panik yarattı. Konuk takımın oyununda bekler Levent ve Erkan Kaş’ın da önemli payı vardı.
Beşiktaş’ta alkışı da takdiri de hak eden iki adam vardı dün... Vincent Aboubakar ve Fabricio Ramirez D’Agosto... Biri attığı öteki tuttuğu toplarla büyüdü. Sergen Yalçın 1 puana mı seviniyor, yoksa 3 puanı kaçırdığına mı yanıyor? Herhalde ikincisi...
Beşiktaş’ı kadro zenginliği ve derinliğiyle övdük. Ama görüldü ki o zenginlik, kadrod
Nafile bir 45 dakika ve nafile bir kaç adamla heba olan oyun... Neyse ki, sakar-makar Aboubakar var... Arkadaşlarından alamadığı pası Olympiakos kalecisi Leali’den aldı. Çocuğun ikramını da karşılıksız bırakmadı.
Bu gol elbette Beşiktaş için yeni ufuklar açacaktır. Vodafone Arena’nın rüzgarı da hesaplandığında çeyrek final hayal sayılmaz...
Ama eğri oturup, doğru konuşalım... Beşiktaş’ın bu kadar dağınık, etkisiz ve verimsiz bir 45 dakikayı boşa geçirmesi ayıp değilse nedir? Efendim, yüzde 66’ya 34 top bizdeymiş... Ne manası var! Sen kazandığın kornerleri kullanamazsan, hücumda doğru dürüst şut atamazsan neye yarar bu oran!
Şenol Güneş, Tolgay’ı, Atiba’ya muavin tayin ediyor... Ayrıca sarı kart sınırında... Tolgay, o kadar savruk, dengesiz ve telaşlı oynuyor ki, rakip, ceza alanı çevresinde Beşiktaş’a karşı lokum gibi frikikler kazanıyor... Merak etmeyin sarı kartını da görüyor Tolgay... Yararlanmak için sahaya sürdüğümüz adam takımını yaralıyor... Talisca, beyaz saçından ötürü ‘Kartal Yuvası’ndaki Akbaba’ diye takılıyor... Ama o çullanmayı bilmiyor... Ayağına gelen fırsatları leş gibi cansız vuruşlarla kaleciye ya da auta gönderiyor... Maçın etkisiz ve işsiz elemanı... Sanki halı
Maradona 1986 Dünya Kupası’nda İngiltere’ye eliyle bir gol attı. 2010 Dünya Kupası elemeleri play-off maçında da Thiery Henry eliyle William Gallas’a asist yaparak İrlanda’yı kulvar dışına itmiş, Fransa’ya Güney Afrika yolunu açmıştı.
Her iki olayda da atılan gollerin “el emeği” (!) takımların yanına kâr kaldı. Kurala ve centilmenliğe aykırı fırsatçılıklar için FIFA ve UEFA her defasında futbolcuların reflekse ya da reaksiyona bağlı olarak topu elle kontrol edebileceğine, asıl sorumluluğun hakemlere ait olduğunu açıkladılar. IFAB (International Football Association Board) böyle uygun görmüştü! Bu kararın futbolda etik kaygıları bir yana ittiğini, futbolcuların fırsatı bulduğu anda değerlendirmesine (!) çanak tuttuğunu söyleyenler kimseye laf anlatamadı.
Süper Lig’e ve Fenerbahçe-Osmanlıspor maçına dönersek...
Mehmet Topal, maçın sonucunu belirleyen golü, bilerek ya da bilmeyerek, eline temas edip seken topu şutlayarak attı.
Pazar akşamından beri memleket futbolunun eksenine yerleştirdik bu golü...
Büyük fırsatı ganimet bilip Mehmet Topal’a çullandılar... Emek hırsızlığını ballandıra ballandıra en şehvetli cümlelerle anlattılar. Mehmet Topal, kamuoyu önünde bir anda günah keçisi ilan