Bazı hayatlar var; insan dinlerken de okurken de izlerken de tekrar tekrar hayrete düşüyor. Bunlar sahiden bu dünyada, bu ülkede, bu devirde mi yaşandı? Bir mesleğe karşı bu derece tutkulu olmak, zorluklar karşısında böyle inatçı durmak ve bunun sonucunu alabilmek mümkündü demek. Yıldız Kenter’in hayatı başında gelir bunların, benim gözümde. “Masal gibi” diyeceğim de düşüşleri, dibe vuruşları, karanlık günleri hiç eksik olmayan, ama ille de “kalkışları”, tekrar gün yüzüne çıkışları olan bir masal.
Bu hafta yapım sponsorluğunu da üstlenen ENKA Sanat’ta seyirciyle buluşan “Caniko” belgeselinde bu “masal”ın bir kısmı anlatılıyor seyirciye. Yönetmen Selçuk Metin, senaryo yazarı Zeynep Miraç, danışman “Tiyatro Benim Hayatım” adlı Yıldız Kenter biyografisine imza atan Dikmen Gürün.
Daha çok, Kenter’in sahneyle beraber ömrünü adadığı eğitimcilik hayatının izleri var belgeselde. Yıldız Kenter’i çoğu öğrencisi olan meslektaşlarından dinliyoruz. Onları çağırdığı şekliyle “caniko”ları, “hocaları” Yıldız’ı anlatıyorlar. Öyle çok izi kalmış ki hepsinin üzerinde. Tilbe Saran, Demet Akbağ, Demet Evgar, Yeşim Koçak, Mustafa Alabora, Engin Hepileri, Bülent Şakrak, Ali Poyrazoğlu, Bartu Küçükçağlayan, Nergis Çorakçı, Ayhan Kavas, Ayça Bingöl (aynı zamanda belgeseli seslendiriyor), Hakan Gerçek, Özge Borak sadece birkaçı... Sınav anılarını, hocalarının çelik gibi iradesini, gücünü, muhteşem disiplinini, kaç farklı anlamda “caniko” diyebildiğini, ondan öğrendikleri sayısız şeyi ama en çok meslek aşkını anlatıyorlar. Seçkin Selvi, Haldun Dormen, Dikmen Gürün, Göksel Kortay, Deniz Yüce Başarır... Sayısız anı, sayısız anekdot. Neden belgeselin alt başlığında söylendiği gibi “Türk Tiyatrosunun Kutup Yıldızı” dendiğini anlamak zor değil.
Hem tiyatroda hem hayatta elini hiç bırakmayan eşi Şükran Güngör ve sahnedeki en unutulmaz partneri, kardeşi Müşfik Kenter gibi 1968 yılında borç harç açtığı Kenter Tiyatrosu da ağırlıklı yer tutuyor belgeselde. Öğrencileri için adeta bir ev olmuş orası, istedikleri an oyun izlemek için balkonda bedava yerlerinin hazır olduğu, gece eve dönemediklerinde uyumak için bile gidebildikleri bir ev. O salon nasıl kurulmuş, o koltuklar tek tek nasıl orada yerini alabilmiş, Kenter Tiyatrosu onca yıl nasıl ayakta durmuş ve nasıl tökezlemiş... Ve tabii Yıldız Kenter nasıl bütün kalbiyle, bütün enerjisiyle, insanüstü çabayla orayı yaşatmış.
Öğrencilerinden biri, hocanın isteğinin “ölümsüz” olmak olduğundan söz ediyor belgeselde. Bu kadar çok insana elini, nefesini değdirmişsen, öğrencilerin seni attıkları her adımda böyle derinden hissediyorsa hâlâ, 91 yaşında gidişin onlar için sarsıcı olmuş (Demet Evgar “O gitti ve ben sanki artık daha da yakınım ona” diye anlatıyor duygularını), hâlâ ölümü hiç yakıştıramamışlarsa sana, sanırım bir insan için “ölümsüzlük” denen şey bu olsa gerek. Yıldız Kenter “ölümsüz”, onu “Caniko”yu izlerken bir kez daha anladım. İnsan hayatta neye yatırım yaptığını, neye kıymet verdiğini, dünyadan giderken yanında ne götürüp geride ne bırakabileceğini düşünmeli.