Albatros kuşları, yeryüzünde tek eşlilik deyince akla gelen ilk canlılardanmış. Hayatlarının önemli bir süresini yalnız, kendilerine uygun eşi bulduktan sonrasını da ona sadık olarak geçirirlermiş. Gerçi son yıllarda iklim krizinin albatrosların bile mutlu beraberliklerine gölge düşürdüğüne, ayrılıklara neden olduğuna dair makaleler çıktı. İnsan olarak kendi yakalayamadığımız mutluluğu dünyanın en sadık canlılarına bile çok görmeyi başardık, tebrikler.
İstanbul’un yeni kurulan tiyatrosu Tiyatro Hayali’nin ilk oyunu “Aşk Hikâyen Düşmüş” ise çıkış noktasını hâlâ birbirinin üzerine gül koklamayan, ölenle ölebilen bir albatros çiftinden alıyor ve “Birbirinin ruh eşi olan iki insan birbirlerini hiç bulamazlarsa ne olur?” gibi bir sorunun izinden gidiyor.
Tiyatro Hayali, Tiyatroadam’ın kurucularından Fatih ve Ayça Koyunoğlu ile son dönemin pek çok başarılı oyununda imzasını gördüğümüz yönetmen Emrah Eren’in düşlerinden doğmuş bir topluluk. İlk oyunlarının yazarı ise Ahmet Sami Özbudak. İki oyuncunun, Ayça ve Fatih olarak birbirlerini (yani var olduğu var sayılan ruh eşlerini) yanlış yerlerde aradıkları, birinin kalktığı masaya diğeri otururken sürekli aşka teğet geçtikleri, parmaklarına taktıkları kuklalarla pek çok karakteri birden canlandırdıkları, içinden ‘gönülçelenci’ler, kör terziler, Çalıkuşları geçen bu masalın fonunda İstanbul, kulaklarınızda da Rana ve Selçuk Alagöz’ün “Ne dersin, aşkın gözü kör mü acaba?” diyen sesi var.
Bilemiyoruz, ‘ruh eşi’ diye bir şey var mı, varsa şu sınırlı ömürde onunla karşılaşmak mümkün mü, karşılaşsak tanır mıyız, tanısak kıymetini bilir miyiz… Aşk hikâyemiz zaten düş müymüş, yoksa bir yerlerde düşürmüş müyüz onu… Oyundan çıkan seyircilerin söyledikleri albatroslar bile yoldan çıkadursun, insanın hâlâ bu mevzularla meşgul olduğunu gösteriyor. İçinden bir yerden haykırsa sesine karşılık bulacağı bir kuyunun varlığına inanmak isteyen büyükler için uzunca bir masal. Cumartesi Baba Sahne’de, ocak ayında yine Baba Sahne, Cevahir ve MOİ Sahne’de.
Hümeyra’nın ağaçları, kuşları, kadınları
Bir insanın bu kadar çok alanda bu kadar yetenekli olmasına şaşırmayı bırakalı epey oldu. Kabullendim. Evet, Hümeyra hayatta dansçı olmak üzere yola çıkmış, genç yaşta eline gitarı almış, beste yapmaya, şarkı söylemeye başlamış, bir taraftan lise çağında Londra’da grafik tasarımı eğitimi aldığı için eli fırça da tutmuş, tiyatroda, sinemada, televizyonda unutulmaz karakterler canlandırmış bir insan. Onun hayatında bazen biri, bazen öteki öne çıktı, müzik epey zamandır gönlünde uzak bir anıya dönüştü ama şarkıları dinleyenleri için hep taze kaldı. Bakınız, “Dark”ın yaratıcılarının yeni dizisi “1899” Türkiye’deki çıkışlarından birini Hümeyra’nın 1970’lerde söylediği “Sessiz Gemi”nin çaldığı video ile yaptı.
Neyse, şu anki konumuz başka. Hümeyra’nın son yıllarda oyunculukla birlikte hayatının başköşesine aldığı bir tutkusu daha vardı: Resim. Orhan Taylan’ın atölyesiyle başladı, 2018’de ilk sergisini açtı, özellikle kadın portreleriyle öne çıktı, her elini attığı işte olduğu gibi onda da parlaması uzun sürmedi. Şimdi yağlıboya tablolarından iki tanesi, birinde ağaçlar, ötekinde tuallerinde sık rastladığımız kuşlar ve kadın var; Eskidji’nin (www.eskidjimuzayede.com/) bugün saat 13.00’te başlayacak yılbaşı özel karma eserler müzayedesinde satışa sunuluyor. Hem Yenibosna’daki salondan hem de çevrimiçi olarak katılmak mümkün. Hümeyra’nın fırçayı yeniden eline alacağı günü beklerken…