Baktığımız – gördüğümüz - izlediğimiz şeyi gözümüzle arasına cep telefonu ekranı koymadan algılamakta gittikçe daha fazla zorlanır olduk. Güzel bir manzara gördük, denize baktık, pencerede çiçek açtı, masaya kuş kondu, takipçilerimize göstermeden içimize sinmiyor. Dünya çıplak gözle pek tatsız.
İş tabii giderek gittiğimiz etkinliklere de sıçradı. Konserleri her birimiz önümüzdekinin cep telefonu ekranından izliyoruz epeydir. Mümkünse kendimizi de sokuşturuyoruz artık kareye. “Ben konser izlerken, sevdiğim şarkıya eşlik ederken, olduğum yerde sallanırken”. Arkamızdaki – sağımızdaki solumuzdaki kişinin bilet alıp geldiği performansı içinde bizim suretimizle izlemek isteyip istemediğini sormuyoruz tabii kendimize. Olay tamamen bizimle bizim görülme isteğimiz arasında.
Tiyatrolarda biraz daha farklıydı işler. Neticede orada karşımızda dikkatini dağıtmamamız gereken canlı insanlar var ya, cep telefonumuzu kapatmamız için yapılan anonsla başlıyor ya oyun, en azından çekeceksek de “çaktırmamamız” gerektiğini biliyorduk. Salona girip koltuğa oturduğumuz an, oyun bitip oyuncuların selama durduğu an derken iş gevşedi ve tiyatrolar da yavaş yavaş seyircinin performans ve yayın alanına dönüştü. Önceki gün Kumbaracı 50’nin sosyal medya hesabından fırlayan isyan dolu ifadeler durumun çığırından çıkmış olduğunu gösteriyordu. Tweet şöyle: “Bu akşam oyunun ikinci perdesi başlarken, bir seyirci ayakkabılarını çıkartıp, cep telefonunu tripoda yerleştirip, tripodu sandalyesinin altına gizleyip canlı yayın açtı”. Oyuna gelirken tripod taşıyor yanında adam. Canlı yayın açıyor! Ayakkabılarını neden çıkarttığını ise sanırım hiçbir zaman bilemeyeceğiz. Oyunun yönetmeni gidip müdahale ediyor ama bir başka seyirci uzun süre çekim yapmayı sürdürüyor. Kumbaracı 50 ekibi “normal” seyirci kitlesine seslenerek “Biz bu densizliklerden yıldık, lütfen siz de gördüğünüz yerde müdahale ediniz” diyor özetle.
Olayın gerçekleştiği oyun “Biraz Eksik Yaz Gecesi, Biraz Fazla Rüyası” imiş. Oyunun oyuncularından, Kumbaracı 50’nin de kurucularından Gülhan Kadim’e “Çok mu başınıza geliyor bunlar?” diye sordum ve birbirinden hayret verici cevaplar aldım. Mesela geçen oyunlardan birinde – perde arasında - bağırarak dekor olan sandığın üzerine sıçramış biri. Tahmin edileceği gibi poz verme amaçlı. Oyuna gelmiş o kadar, dekor tepesinde bir fotoğrafı olmasın mı? Bir başka oyunda bir oyuncunun bir oyuncuya sorduğu “İnsan nedir?” sorusuna koltuğundan “İnsan İnsan” şarkısını söylemeye başlayarak karşılık veren “seyirci” var. Gülhan Kadim’in “İzin verirseniz açıklayacağım” demesine neden olacak kadar söz kesip lafa giren “seyirci” var… Gülhan “Biz artık oyunu kesip müdahale edeceğiz galiba” diyor anlatırken; “Oynamak gittikçe zorlaşıyor. İnsan kendini kafeste gibi hissediyor. Nasıl odaklanalım? Her oyun bir mücadele olmaya başladı. Hele televizyondan bilinen bir oyuncu olunca daha fena”. Nitekim sezonun yeni oyunlarından “Çemberin Anası”nda en önde sürekli Sevil Akı’yı çeken bir seyirci varmış, Sevil Akı dans arasında gidip “Çekmeyin” dediği halde. Yönetmen yardımcısının uyarısı üzerine oyun ortasında paldır küldür terk etmiş salonu.
Anladığım kadarıyla “seyirci” seyreden değil kendisini göstermek isteyen, sahneye laf yetiştiren, oyuna karışan, bir taraftan da bunları yayınlayan kişi anlamına gelmeye başladı. Bunlar olmazsa bozuluyor, kızıyor, haksızlığa uğramış hissediyor kendini. Hadi başka seyircinin ışıktan, sesten şundan bundan rahatsız olması önemsiz olsun, orada belli ki sevdiğiniz, para ve zaman harcayıp izlemeye geldiğiniz oyuncular var. Onlar sizi görüp – duyup rahatsız oluyor, oynamakta zorlanıyor, oyunu kesip “yapmayın” diyecek hâle geliyor. Bu da mı orada “görülme” isteğini bastırmaya yetmiyor acaba?