Bir kadın olarak bir meslekte belli bir yılı devirmişseniz, hele bu meslek bir sebepten cinsiyetinizle bağdaştırılmış bir alanda değilse, karşınıza gelmesi muhtemel bir sorudur: “Kadın olmanız kariyeriniz boyunca size bir engel oluşturdu mu?” Gazeteci olarak bana da sorulmuştur sık sık ki aslında kâğıt üstünde ‘erkek mesleği’ sayılmaz bu. Ama tabii şöyle bir genel tabloya, yönetici kadrolarına, tartışma programlarına bakanın aklına bu sorunun gelmesi normal. “Efendim, kadın hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği gibi bir konuyu bile neden altı erkek toplandınız konuşuyorsunuz, hiç mi iki laf edecek kadın yok?” diye merak etmez mi insan? Olmuştur mutlaka. Gene de özellikle soran iletişim okuyan bir öğrenciyse, olabildiğince “olmadı” demeye gayret ederim. Bizden sonra geleceklerin cesaretini kırmamak gibi bir sorumluluğumuz olmalı, öyle değil mi, böyle gelmişse de böyle gitmemesi için.
Umut veren şey, bunun artık daha fazla dile getiriliyor, kız çocuklarının hayallerinin daha az kısıtlanıyor olması. İlkokul okuma fişlerimizdeki “Babam işe gitti, annem örgü ördü” ezberlerinin ötesine geçmiş durumdayız artık. Bir süredir “Çocuk da yaparım kariyer de” devrine geldik, hatırlarsanız.
Tabii bu ‘hatırlatma’ Prof. Dr. Sevil Atasoy’un Armağan Çağlayan’ın programında ettiği her biri diğerinden hayret verici cümlelere yönelik. Çağlayan yazının başındaki soruyu yöneltiyor Atasoy’a; “Kadın olmanız Adli Tıp Enstitüsü’nü yönetirken size bir engel oluşturdu mu?” diyor. Beklenen cevap nedir? Ya “ne münasebet” ya da oluşturduysa da şartları zorladığına, çabalarıyla ön yargıları kırdığına, bu sayede bir şeyleri değiştirdiğine dair birkaç cümle. O gücü var çünkü, etkisi de. Nitekim Sevil Atasoy da “Hayır oluşturmadı” diye başlıyor. “Üniversitede oluşturmaz” diyor, “çünkü hem kadın hem erkek vardır”. Peki sonra ne olur? Belli ki değişiyor bir şeyler. “Benim” diyor, “kadınları tercih ettiğim, onları daha fazla işe aldığım diye bir şey yok, bilakis kadınları daha az işe almayı tercih etmişimdir”.
Bu noktada ters köşe bir yere geçmesini beklediğimi itiraf edeyim. Şimdi öyle bir şey diyecek ki yanıldığımızı anlayacağız. Fakat maalesef, “değişik nedenlerden ötürü” diyerek erkek egemen düzenin en klişe gerekçelerini sıralamaya başlıyor: “Gençtirler, erken evlenirler. Birdenbire çocukları olur ve siz onu kaybedersiniz. O tempoda, o disiplinde çalışmayabilir. Ne yemek pişireceğini düşünmeye başlar ve bunlar kötü şeyler tabii ki. Onun için erkekleri her zaman çalışmak için tercih ederim”.
Sonra bir an iyi bir şey der gibi oluyor: “Ama kadınlar çok çalışkan ve çok titizdir” diyor, yine toparlıyoruz diye düşünüyorsunuz, daha fenası geliyor: “Tekrar çalış, tekrar çalış dediğiniz zaman hiç sıkılmaz. Çünkü yün örer istediği zaman ve çok sabırlıdır”. Evet, “örgü” diyor gerçekten. Bunu yıllarca İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Enstitüsü’nün müdürlüğünü yürüten, lisans, yüksek lisans ve doktora dersleri veren, koltuğunun altında sayısız karpuz taşıyan ve bu sırada üç evlilik yapıp bir de çocuk dünyaya getiren bir kadın söylüyor. Kadınları övmek için seçtiği sıfat “sabırlı”. Örgü örsün, dikiş diksin, akşam ne yemek yapacağını düşünsün, arada da boş vakti kalırsa güzel kafasını yormayacak, fazla zekâ ve yaratıcılık gerektirmeden tekrar tekrar yapılabilecek bir işle ‘meşgul olsun’. Yani diyor ki özetle, “Bana kadın olduğum için kimse engel olmadı, ben engelin ta kendisiyim”. Neyse ki zaman o zaman değil ve neyse ki değişiyor bir şeyler.