Bir süredir kurmacalardan çok daha etkileyici, çok daha şaşırtıcı belgesellere rastlıyorum. Hayat aslında ne kadar zengin, ne kadar güçlü insan hikâyeleri çıkarıyor karşınıza. 25. Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali’nde de uzun süre aklımdan çıkmayacak olan Nermin’i tanıdım, “Acı ve Tatlı” adlı belgesel sayesinde. Nermin Başak, 1963 yılında işçi olarak Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş bir kadın. Biz filmlerde daha çok arkasında ailesini bırakarak Almanya’ya gidip orada da ikinci bir aile kuran erkeklerin hikâyelerini izledik ama Nermin üç kızına bir gelecek kurabilmek için onları babalarına emanet edip giden bir kadın. Tabii ki kısa zaman içinde kızlarını yanına almak, mümkünse müzisyen olan kocasını da onlarla gelmeye ikna ederek aileyi yeniden toplamak niyetiyle. Gözü karalığına hayran olduğumuz bu kadın, vagonlar dolusu kadınla birlikte, evinden, yurdundan kopuyor, İstanbul’dan Münih’e gidiyor. Fabrikalarda terzi, restoranlarda aşçı olarak çalışıyor, önce en küçük kızını, ardından da iki ablasını Almanya’ya getirtiyor. Hatta bir araba tutup İstanbul’a gidiyor, onları alıp geliyor ki o fotoğraflar karşımızda nasıl kararlı, dirayetli bir kadın olduğunu net gösteriyor. Babalarının onlara katılması ise kısa süren bir hayal olarak kalıyor, belgeselde “Almanya’nın katı kurallarına ayak uyduramadığı” söylenen baba bir gün sırra kadem basıyor, bir daha kendisinden haber alınamıyor.
Biz tanıdığımızda Nermin 80 yaşını geçmiş, alzheimer teşhisi konmuş ve geçici olarak bir kliniğe yatırılmış. Kızları etrafında pervane oluyor, annelerinin anılarını canlandırmak için evinden sevdiği eşyaları kliniğe taşıyor, orada ona bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Büyük kızı Sevim’den olan torunu Didem Şahin ise büyümüş, başarılı bir belgesel yönetmeni olmuş. Çok düşkün olduğu anneannesinin hafızasının kaybolmakta olduğunu öğrenince kamerasını alıp tıpkı Nermin’in yaptığı gibi trene atlayıp yanına gidiyor, bütün o süreci kayda alıyor. Bir yandan da annesiyle, teyzesiyle konuşarak, onların hafızasına, kendi çocukluk anılarına başvurarak tek başına üç çocuk büyüten bir göçmen kadının etkileyici portresini seyircinin karşısına koyuyor. Röportaj yok, hazırlanıp kamera karşısına geçmiş tanıklar yok, görünmez bir kameranın içinde dolaştığı bir aile hayatı var. Bu yüzden de iki kat daha samimi, o oranda çarpıcı.
Filmin ne yazık ki çok acı bir yanı var, yönetmeni; Nermin’in torunu Didem Şahin’i Ocak ayında kanserden kaybettik. Anneannesi gibi ve belli ki ailesinin diğer kadınları gibi güçlü bir kadın olarak 2006’da İsrail’in Lübnan saldırısı sırasında yapım, yönetim ve kameramanlığını kendi üstlendiği ilk belgeseli “Beyrut’a Gittiğimi Anneme Söylemeyin”i çekmiş, SİYAD tarafından En İyi Belgesel Film ödülüne layık görülen filmi pek çok başarılı çalışma izlemişti. Türkiye prömiyerini 58. Antalya Film Festivali’nde yapan “Acı ve Tatlı” ulusal belgesel yarışmasında “Övgüye Değer Film Ödülü” almış, o sırada tedavi gören Didem Şahin de sahnede yaptığı cesur konuşmayla hafızalara kazınmıştı.
Ben çok üzüldüm, filmi Didem Şahin hayattayken izleyip onunla konuşamadığım için. Anlatacağı pek çok başka hikâyeyi artık izleyemeyeceğimiz için. Eğer “tatlı” kısmına bakacak olursak da, Nermin Başak etrafında gelişip anlatılan üç kuşak kadının hikâyesi bütün etkileyiciliğiyle anlatılmış durumda. Şahin, konuşmasında “unutmamak için yaptım bu filmi” demişti, unutulmamalı gerçekten, sadece bir kadının ya da bir ailenin hayatına değil, bir döneme ışık tutan, söyleyecek çok sözü olan bir film. Kısa zamanda bir çevrimiçi platformda karşımıza çıkmasını, daha çok insan tarafından izlenmesini, bilinmesini umuyorum.