Teorik olarak genelde herkesin katılacağı bir cümledir; “Zamanı gelince bırakmayı bilmeli”. Pek çok durum için geçerli. Yürümeyen, artık kimseye mutluluk vermeyen bir ilişki için de, emeklilik için gün sayarak katlandığınız bir iş için de, size çoktandır sıkıntı veren hayatınız, şehriniz, çevreniz, ‘kariyeriniz’, her ne ise… Zamanı gelince bırakmak gerektiğini bilir, söyleriz de, o zaman bizim için gelmek bilmez bir türlü. Hele hele söz konusu olan bir kariyerse, güçse, ‘iktidarsa’… Hâlbuki anlatılanlar da hep bırakıp gidenlerin hikâyeleridir. “O koltuğa elli yıl ne de güzel oturdu hiç kalkmadı, kimselere kaptırmadı”nın anlatılacak cazip yanı yoktur. Âşık olduğu kadınla beraber olabilmek için tahttan kendi isteğiyle vazgeçen Prens Edward’ı biliriz ama mesela. Jacinda Ardern’i de bileceğiz.
Görevinin altıncı yılına girerken başbakanlık görevinden istifa ettiğini açıklayan Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, İşçi Parti lideri olarak 37 yaşında göreve gelmişti. Dünyadaki en genç kadın hükümet başkanıydı. Pek çok açıdan umuttu, ‘sıra dışı’ bir liderdi ki politikada kabul gören ‘sıra’nın dışında yer almak başlı başına bir meziyet sayılır. Göreve geldiğinin ertesi yılında “Milletvekilleri zaten yüksek maaş alıyor, amacımız üst gelir grubuyla alt gelir grubu arasındaki farkı kapatmak” dedi ve milletvekili maaşlarına yapılacak zammı engelleyecek yasa tasarısını gündeme getirdi. Kovid-19 bütün dünyayı esir alırken en başarılı mücadeleyi sürdüren ve en hızlı sonuç alan ülke, Ardern’in yönetimindeki Yeni Zelanda oldu. Ülkede bir saldırı olduğunda bunun için özür dileyen bir lider örneğiyle de Ardern sayesinde tanıştık. Yeni Zelanda’nın Christchurch kentinde iki camiye silahlı saldırı olmuş, toplam 51 kişi hayatını kaybetmişti. Katliamla ilgili rapora göre, saldırgan daha önce sosyal medyada paylaştığı manifestoda İslam nefretini ortaya koymuş ancak Yeni Zelanda İstihbarat Teşkilatı bu tehdide yeteri kadar ağırlık vermemişti. Jacinda Ardern bir başbakan olarak çıktı, hem bu durumun hem de saldırganın kolaylıkla silah temin etmesini sağlayan hafif ateşli silah düzenlemelerinin sorumluluğunu alarak “Bu bir başarısızlıktı, bunun için özür dilerim” dedi.
Şimdi de “Enerjim bitti, daha fazla görevde kalırsam ülkeme zarar veririm” diyor ve gidiyor. Çünkü bir ülkeyi yönetmek için “dolu bir deponuz olması lazım” ona göre ve böyle ayrıcalıklı bir görevin getirdiği bir sorumluluk var: “Ne zaman liderlik edecek doğru kişi olduğunuzu ve ne zaman olmadığınızı bilme sorumluluğu.”
Acaba diyorum bu sorumluluk bir tek kadınlara mı geliyor görevin yanında? Çünkü bakıyorum, kararın yarattığı şaşkınlığa, hâlâ beklenen ama gelmeyen “pişmanlık açıklamasına”, kimsenin aklına pek yatmıyor, böyle genç yaşta elde edilmiş böyle bir koltuğu kendi isteğiyle bırakıp gitmesi. İstifasını açıkladıktan sonra ilk kez iyi bir uyku çektiğini söyleyen bir lider var orada ama galiba rahat bir uyku gücün yanında bir hiç, hâlâ büyük ölçüde erkeklerin belirlediği kurallarla dönen dünyada. O zaman son sözü gene Ardern’e bırakıp bu sözlerin değerinin daha çok insan tarafından anlaşılacağı günlere, diyelim: “Umarım Yeni Zelandalıların nazik ama güçlü, empatik ama kararlı, iyimser ama dikkatli ve ne zaman gitmesi gerektiğini bilen bir lider olabileceklerine inanmalarına vesile olurum”.