Bir kız ve bir erkek çocuğunu oyun oynarken gözlemleme olanağı bulduysanız arada bazı farklar olduğunu görmüş olmalısınız. Tabii bütün genellemeler gibi yanlış olmaya müsait bir şey söylüyorum ama bir tanesi müthiş bir sabırla ilmek ilmek kumdan kale inşa ederken diğerinin gelip sadece onu bir hamlede yıkarak deli gibi eğlenmesi size de tanıdık geliyordur diye düşünüyorum. Kendi çocukluğumdan da var benim aklımda örnekler. Beni tırmandığım kaydıraktan dışarı fırlatarak (sırf oyun olsun diye) kafamın yarılmasına sebep olan oğlanı hatırlıyorum mesela. Asla kötü bir çocuk olmadığı gibi çok da üzülmüştü kafamdan akan kanı görünce. Amacı kesinle zarar vermek değildi, ondan eminim. Tuhaf bir eğlence anlayışı vardı bana göre. Sonunu planlamadığı.
“Kızlar ve Oğlanlar”ı izlerken en çok bu ve bunun gibi anlar geçti aklımdan ve sorular birbirini izledi. Şu “erkek şiddeti” dediğimiz şeyin temelleri nerede atılmaya başlıyor? Kız kardeşinin inşa ettiği gökdelene bomba yağdıran, yaptığı hamurdan ineği parçalayıp “şimdi daha çok inek oldu” diye eğlenen beş yaşındaki Danny’nin oyununda mı mesela? O “yıkıcılık” onunla beraber büyüyor mu yoksa kişi olgunlaştıkça o küçülüyor mu? Ya da bastırılıp uykuya mı yatıyor bir gün hortlama tehlikesini içinde barındırarak? Oyunda da söylediği gibi “biz toplumu erkekleri durdurmak için mi yarattık?”
Kadın (ve çocuk) cinayetlerinde faillerin epeyce bir yüzdesinin tanıdık olduğunu, aileden olduğunu, koca ya da eski koca olduğunu düşünürsek, hangi noktada o âşık olduğunuz, sevdiğiniz, hayatınızı birleştirdiğiniz adam hiç tanımadığınız, size zarar verecek, canınıza kastedecek birine dönüşüyor?
Dennis Kelly’nin Oyun Atölyesi’nde Muharrem Özcan’ın rejisiyle sahnelenen tek kişilik oyunu “Kızlar ve Oğlanlar”, iki çocuklu bir kadının çok sıradan ve bir o kadar sıra dışı hikâyesini anlatıyor. Daha doğrusu sahnede bir kadın; gerçekten şahane bir oyuncu olan Özlem Zeynep Dinsel, anılarıyla bugünü arasında gidip gelerek bize başından geçenleri anlatıyor. Her şey baş döndüren bir romantik komedi gibi başlıyor. İşi gücü bırakıp son parasıyla dünya haritasından rastgele bir yer seçip giden kadın, uçak kuyruğunda karşılaştığı zeki ve – kendisi kadar olmasa da – komik adam, ayaklarını yerden kesen bir aşk, ortak hayat ve hayaller, iki çocuk… Ondan sonrası o soru işte: Acaba o tanıdığım – sevdiğim insan ne zaman bir yabancıya – bir düşmana dönüştü?
Seyirciyi komediden trajediye son derece hazırlıksız, pat diye bırakan komik ve sert, acımasız, rahatsız edici bir metin, “Kızlar ve Oğlanlar”. Ama zaten epey sert şeyler yaşayıp gördüğümüz bir çağda belki biraz rahatsız olmamızda fayda var ki izlediğimiz şeyin üzerimizde bir izi kalsın. Nitekim çıkan kimsenin yüzünde rahat bir ifade yoktu. İnsanlığımız adına umut verici, demek kanıksadığımız şeylerin de bir sınırı var.
İstisnai bir oyuncu
Son sözüm gene Özlem Zeynep Dinsel’e dair. Her oyununda beni biraz daha şaşırtan, çok yetkin, çok ışıltılı bir oyuncu. “Kızlar ve Oğlanlar”da bizi acılı bir kadının kendisine huzur verecek şekilde yeniden yazmaya çalıştığı anıları ile hayata bir şekilde tutunmaya, en azından nefes almaya çalıştığı bugünü arasında götürüp getirirken bir an olsun dikkatimizin dağılmasına izin vermiyor. 85 dakika. Tek kişilik oyun için hayli uzun bir süre olmasına rağmen seyirci de onunla beraber nefes alıyor – ya da tıkanıyor. Bu istisnai oyuncuyu mutlaka izleyin. Hem “Kızlar ve Oğlanlar”da hem 16 Şubat’ta DasDas’ta tekrar başlayacak olan “Baba”da hem de Nilüfer Belediyesi Kent Tiyatrosu’nda “Aşkın En Kısa Gecesi”nde. Ve tabii umarım iyi oyunculuğun kıymetini bilen yönetmen – yapımcılar sayesinde sinemada ve dizilerde de.
***
Kızlar ve Oğlanlar / Oyun Atölyesi
Yazan: Dennis Kelly / Çeviren: Gözde Kırgız / Yönetmen: Muharrem Özcan / Oynayan: Özlem Zeynep Dinsel / Sahne Tasarımı: Özlem Karabay / Müzik: Çağrı Beklen / Işık Tasarımı: Emir Tatlı / Hareket Tasarımı: Utku Demirkaya / Video Tasarımı: Gülay Yiğitcan / Yönetmen Asistanları: Sena Başdoğan, Oğulcan Yılmaz