Bir konserin ‘filmi’ nasıl olur, sinemada nasıl izlenir, insanın zihninde canlanmıyor aslında. Yerimizde öyle oturacak mıyız, şarkılara eşlik etmeyecek miyiz, biz ki cep telefonlarımızı havaya kaldırmadan izlediğimiz konserden hiçbir şey anlamaz olmuşuz, o konuyu nasıl halledeceğiz? Harun Tekin, Kerem Kabadayı, Burak Güven ve Kerem Özyeğen’den oluşan Mor ve Ötesi’nin 22 Mayıs 2022’de İnönü Stadyumu’nda verdiği konserin filmi ‘Tamiri Mümkün’ü izlemeye Süreyya Operası’na giderken bu soruların hiçbirinin cevabı yoktu bende. Kaçırdığım bir konserin kaydını izleyecektim, o kadar.
Ama daha baştan koltuklara bırakılan ‘kullanım kılavuzları’ ve filmden önce gösterilen videodan öğrendik ki: Sadece bu filme özel olarak cep telefonu kullanmak, selfie çekmek, düet yapmak, şarkılara eşlik etmek, ekran ışıklarıyla salonu aydınlatmak, şarkı sözlerine bakmak için internete başvurmak, bağırmak, omuzları sallamak, alkışlamak, ritim tutmak, dans etmek ‘mümkün’dü. Elden geldiğince bu haklarımızı kullandık.
Ayrıca böyle iyi müzik yapan, dinleyenlerini hayal kırıklığına uğratmayan, duruşundan, sözünden, fikrinden taviz vermeyen bir grubun 30 yıla yakındır hayatına devam ediyor olmasından, koskoca stadyumu doldurmasından mutlu olmak, bunun verdiği umuda tutunmak da mümkün. Hep beraber ‘bir derdim var’ diye haykırmak da mümkün tabii. 2012 tarihli ‘Güneşi Beklerken’ albümünde yer alan ve filme adını veren şarkının sözleri ‘Kırılmışız bir yerde tamiri mümkün kalbinin / Fark etmeden isteyince gerçekleşir hayallerin’ diyor. Başka nelerin mümkün olduğuna dair dileklerini girişte dağıtılan kağıtlara yazdı gelenler. Recep Yılmaz’ın çektiği, yapımcılığını Mor ve Ötesi, Marsel Kalvo ve Armağan Lale’nin üstlendiği film şu anda 42 kentte 162 salonda gösterimde. Sinemada konser deneyimi yaşamak, rahat rahat hoplayıp zıplamak ve kalbinin tamirinin mümkün olduğuna inanmak isteyenler için.
Sevildiğini bilmek ve güzel anılmak
‘Bana hayatta en çok ne istersin diye sorsalar, Güneş anne kadar sevildiğimi bilmek ve öldükten sonra bu kadar güzel anılmak isterdim’. Bütün gece boyunca aklımdan geçen dağınık cümleleri, Cem Adrian bu cümlelerle derleyip topladı, önüme koydu. ‘Güneş anne’, Güneş Zeytinoğlu idi, bkz. İletişim’in kurucusu Banu Zeytinoğlu ve kız kardeşi Zeynep Zeytinoğlu’nun anneleri. Geçen yıl bu zamanda ayrıldı aramızdan. Onsuz geçen ilk yıl dönümlerinde kalplerindeki ağırlığı dostlarıyla paylaşarak hafifletmek istemiş iki kardeş. Belli ki insanları, hayatı, sanatı, yemeyi içmeyi ve yedirip içirmeyi seven bir kadına yakışacak bir anma düzenlemek. Her şeyiyle de öyleydi, çok etkileyiciydi.
Bir kere sahneye çıkıp içten bir konuşma yapan Banu Zeytinoğlu, o gece yanlarında olan herkesin kalbinde en ufak bir art niyet taşımayan, ‘kötülüğe sevinmeyen’, sahici dostlar olduğundan emindi ki bu ne büyük bir zenginliktir. Mekân, ‘galiba biz bir şekilde kardeşiz, gerçek akrabayız’ dediği Şevket Çoruh’un ‘İstediğin her sene senindir’ diye kapılarını açtığı Baba Sahne’ydi. İkramlar, anneleri son yıllarında henüz yemek yiyebilirken canı sadece onları çektiği için yine aile dostları Cem Kağıtçıbaşı’nın elinden çıkmış hamburger ve sosisli sandviçti. Ve ‘Anne, piyangodan çok büyük bir para çıksa ne yapmak istersin?’ sorusuna bir an düşünmeden ‘Kendi klasik müzik orkestramı kurarım’ diyen bir anneye yakışacak şekilde de müzik vardı tabii. Güneş Zeytinoğlu’nun çok sevdiği Cem Adrian, yine onun çok sevdiği şarkıları söyledi; ‘Kum Gibi’den ‘Summertime’a (Lütfen YouTube’dan 2018 tarihli ‘Summertime’ performansını izleyiniz), oradan ‘Mihriban’a uzanarak.
Şarkı aralarında kurduğu her cümlede sonsuz bir sevgi hissediliyordu, böyle bir özenli, şefkatli, gösterişsiz, insanların abartmadan birbirinin elini tuttuğu akşam yaşandı. Sanırım Cem Adrian’ın dediği gibi hayatta en çok böyle sevilmek ve anılmak ister insan.