Güç bir yaşam, geç bir tanışma

19 Mayıs 2022

Kumkapı’daki Surp Vortvots Vorodman Ermeni Kilisesi’nin bahçesi ağzına kadar dolu. Birazdan içeri gireceğiz ve bu topraklarda filizlenip bütün dünyaya ulaşan meyveler vermiş bir “ağacın”, büyük bir müzisyen, müzikolog, eşsiz bir ses, koro şefi ve rahip olan Gomidas Vartabed’in hikâyesine tanık olacağız. Yolcu Tiyatro’nun ve “Gomidas” oyununu yazıp yöneten Ahmet Sami Özbudak’ın sayesinde yakaladığımız, hayli geç bir tanışma fırsatı.

Gomidas Vartabed, 1869 yılında Kütahya’da Soğomon Soğomonyan adıyla dünyaya geliyor. Kayıplarla başlayan, kayıplarla devam eden bir hayat. Bir yaşında annesi ölüyor, 10 yaşında babası. Amcası bir süre üstleniyor bakımını, o sırada sesinin güzelliğiyle bir süre hem camide hem kilisede yer buluyor kendine. (Bazı günler ezan neden daha güzel okunuyor dersiniz?). 12 yaşındayken de o güne kadar Türkçe konuşulan bir evde yaşayan kimsesiz bir çocuk olarak dilini bilmediği Ermenistan’a Eçmiyadzin’e gönderiliyor, ruhban okuluna. 7.

Yazının Devamı

Romantik komedinin ayağı yere basanı

16 Mayıs 2022

Adıyla bile insanı meraka sürüklüyordu, bir de önüne birçok eleştirmen tarafından yakıştırılan “Yılın en iyi filmlerinden biri” sıfatı ile Joachim Trier imzalı “Dünyanın En Kötü İnsanı” (Verdens verste menneske) MUBI’ye gelişiyle en çok heyecan yaratan filmlerden biri oldu. Hazır mıydık “Dünyanın En Kötü İnsanı” ile tanışmaya? Afişindeki gözlerini gölgesiz bir neşeye ufuklara dikmiş genç kadın yüzü de denkleme eklenince, açıkçası biraz “tehlikeli” bir insanla tanışmaya hazırlanmıştım kendi adıma. Bir tür “zehirli sarmaşık”. Karşısındaki sonsuz olasılıklar silsilesi ile ne yapacağını bilemeyen, bugün onu, ertesi gün diğerini isteyen ama gene memnun olmayıp arkasına bakan, hayli “sıradan” bir günümüz insanı, bir Y kuşağı mensubuyla tanıştım.

30’una henüz basmamış bir kadın, Julie. Tıp öğrencisiyken aslında ilgisini çekenin insanın dışı değil, içi olduğunu anlayarak psikoloji okumaya karar veriyor. Tam o sırada asıl istediğinin

Yazının Devamı

Doğal afet ne kadar doğal?

12 Mayıs 2022

Dışarıda yaklaşmakta olan bir fırtına/kasırga/hortum var ve biz bir sığınaktayız. Biz derken, biz seyirciler ve az sonra telaş içinde sahneye fırlayacak olan kadın (Nilperi Şahinkaya). Bize neden onun başına geldiğini anlayamadığı o ‘doğal afet’in (ki bunun ‘aslında’ ne olduğuyla ilgili sırlar - sürprizler taşıyor oyun) öncesinde hayatından parçalar anlatacak. Kendisi başarılı bir sigorta ajanı, kumarhanede krupiyelik yaptığı sırada tanıştığı kocasıyla gayet kötü giden bir evliliği var. “Hamlet”in meşhur “Olmak ya da olmamak”ına dayandırdığı monoloğunda bir tür hesaplaşma ve yüzleşme, zaman zaman hepimizin geldiği “Nerede hata yaptım? Her şey başka türlü olabilir miydi?” hissi mevcut.

Germinal Tiyatro’nun yeni prömiyer yapan oyunu “Doğal Afet”, bir süredir sahnelerimizde sayıları epeyce artan tek kişilik kadın oyunlarından biri. Pandemiden önce tek kişilik oyunlar neden bu kadar çoğaldı diye düşünürken cevapları ekiplerin prova ya da oyun/turne için bir araya gelmelerinin zorluğunda bulurduk. Neredeyse prova

Yazının Devamı

Anneleri hatırlatan motifler

9 Mayıs 2022

Bana öyle geliyor ki anne eşittir “ömrünü evladına adayan fedakâr canlı” tanımlarının sonuna yaklaşmaktayız. Bu Anneler Günü’ne özel reklam kampanyalarında bile nihayet farklı temalar ağırlık taşımaya başlamıştı. Tabii ki annelere elektrik süpürgesi, efendim tost makinesi, mikser gibi “sürpriz” hediye fikirleri hâlâ tamamen ortadan kalkmış değil ama en azından farklı ihtimallere; mutfağa hapsolmamış, bisiklete binen, tablet kullanan, laboratuvara girip bilimsel araştırmalar yapan, yetmezmiş gibi süslenip gezen annelere de rastladık. Az şey değil. Biz anneleri ilkokul okuma fişlerinden sosyal bilgiler kitaplarına kadar mutfakta reçel yapıp turşu kurar, salonda örgü örer, masa başında da bizim ödevlerimize yardım ederken görerek büyüdük. Oldum olası çalışan bir anneye sahip olduğumdan sık sık “Birinden birinde bir tuhaflık var ama nerede?” duygusu taşıdığımı hatırlıyorum. Bizde reçelleri neden annem yapmıyordu? Neden sabahları giyinip boyanıp evden çıkıyordu?

Neyse artık reklamlarımız bile yavaş

Yazının Devamı

Hızır’ı kaçırmamak için

5 Mayıs 2022

Sevgili arkadaşım, şahane yazar-yönetmen Ebru Nihan Celkan’ın kendisi kadar şahane anneannesiyle çektiği “Hıdrellez’de ne yapmalıyız?” konulu videoyla içim açılarak başlıyorum güne. Bugünün Hıdırellez olduğunu fark etmem de o ana denk geliyor. Yıllar yılı Ahırkapı’da sokaklarda dans ederek kutladığımız, dileklerimizi sarıp sarmaladığımız kırmızı keseleri hiç tanımadığımız insanlarla yan yana aynı devasa ağaca astığımız bir gün benim için Hıdırellez. Verdiği ilk duygu “birleştirme”. Biri karada, diğeri denizde darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır ile İlyas’ı yeryüzünde buluşturan bir gün, halihazırda aynı kara parçası üzerinde yaşamakta olan insanları da buluşturmayı başarabilir çünkü, değil mi?

Peki, ne yapıyoruz bugün? Anneanne’den öğreniyoruz ki işe bir gece önceden kuru incirleri ıslatarak başlamalıymışız. Sabah yiyoruz bunu. Aynı zamanda bir kalem kâğıt alıp kendimiz ve bütün sevdiklerimiz için neler diliyorsak yazıp döküyoruz. Çizimi

Yazının Devamı

Onun hayatı onun filmi

28 Nisan 2022

ALS ile geçen yılların tamamen felçli ve 24 saat bakıma muhtaç bıraktığı New Yorklu iki yetişkin çocuk annesi Kathryn’in hikâyesini izlemeye başlarken aklımda hiç hayat üzerine bu kadar çok düşüneceğim, bir sonraki adımı merak edeceğim, hele hele zaman zaman güleceğim yoktu. Üzülmeyi, vah vah demeyi planlarken zekâsına, keskin ve acımasız mizah anlayışına hayran olacağım bir kadın portresiyle tanıştım, 41. İstanbul Film Festivali’nden En İyi Belgesel Ödülü’yle ayrılan “Eat Your Catfish”te.

2015 yapımı “Ana Yurdu”ndan sonra yeni filmini beklediğimiz Senem Tüzen’in Adam Isenberg ve Noah Amir Arjomand (Kathryn’in oğlu) ile birlikte yönetmenliğini ve yine Adam Isenberg ile birlikte kurgusunu üstlendiği film, bütün ihtiyaçları için başkalarına bağımlı ama zihni son derece aktif ve sağlam Kathryn’in tekerlekli sandalyesine monte edilmiş bir kamerayla çekilmiş. Anlatıcılar yok, dış gözler yok, hastalık sürecinden ya da “sağlıklı Kathryn”den söz eden konuşan

Yazının Devamı

Hayat ev sahiplerine mi pahalı?

25 Nisan 2022

Şu sıralar oturduğunuz masalarda, bulunduğunuz topluluklarda en çok ne konuşuluyor? Uzun süre sohbetlerimize damgasını vuran pandemi sırasını savdı. Yeni öğrendiğimiz hastalık haberleri gündemimizi bir dakikadan fazla işgal etmez oldu. Sanırım bittiğine inanma ihtiyacından oluyor biraz da, duymazdan gelirsek öyle olur diye umuyoruz. Ama onun yerini gene hiç iç açıcı olmayan bir konu olarak ev fiyatları aldı. Bulunduğum ortamlarda, yürürken yanından geçtiğim gruplarda, kulak misafiri olduğum yan masalarda ve tabii sosyal medyada aynı şey konuşuluyor: Pahalılık ve en çok da kira artışları. Hepimiz birbirimizin ne kadar kira verdiğini, kontratının ne zaman yenilendiğini, son zamda ev sahibiyle neler konuştuğunu ya da konuşmayı planladığını takip ediyoruz, kendimize de ona göre stratejiler belirlemeye çalışıyoruz.

Her ay enflasyon rakamları ve kiralara yapılabilecek zam oranı açıklanıyor gerçi ama hepimiz biliyoruz ki olaylar öyle gelişmeyecek. İşte nisan için TÜFE’nin 12 aylık ortalaması baz alınarak kira zammı 29.88 olarak belirlendi mesela. Ama benim

Yazının Devamı

İki kardeş filmin zaferi

21 Nisan 2022

Bir İstanbul Film Festivali’ni daha geride bıraktık. Özlediğimiz salonlara dönüşlerle, eski dostlarla buluşmalar ve yeni keşiflerle, “Şunu illa yakalayın”, “Aman bundan uzak durun”larla 12 gün geçirdik, tabii ki kendimizce sıralamalar, ödül tahminleri yaptık ve CRR’deki törenle tahminlerimizi test ederek finale erdik.

Bir festivalde ulusal yarışma varsa, dikkatler ister istemez onun üzerinde toplanıyor. Burada da bir “Vortex” ile Uluslararası Yarışma’nın Altın Lale En İyi Film Ödülü’nü alan Gaspar Noe’nin filminin Kadıköy’deki gösterimine son dakika sürpriziyle katılıvermesi, bir de Türkiye sinemasının yeni filmleri konuşuldu doğal olarak. Görünüşe göre sinemamız pandemiye ve film yapma koşullarının giderek zorlaşmasına rağmen verimli sayılabilecek bir dönem geçirmişti ve bunu da “küçülerek” başarmıştı. Yarışmadan izlediğim filmlerin neredeyse tamamı büyük ölçüde tek mekânda (hatta bir kısmı birkaç saat içinde)

Yazının Devamı