Erkek şiddeti nerede başlıyor?

30 Ocak 2023

Bir kız ve bir erkek çocuğunu oyun oynarken gözlemleme olanağı bulduysanız arada bazı farklar olduğunu görmüş olmalısınız. Tabii bütün genellemeler gibi yanlış olmaya müsait bir şey söylüyorum ama bir tanesi müthiş bir sabırla ilmek ilmek kumdan kale inşa ederken diğerinin gelip sadece onu bir hamlede yıkarak deli gibi eğlenmesi size de tanıdık geliyordur diye düşünüyorum. Kendi çocukluğumdan da var benim aklımda örnekler. Beni tırmandığım kaydıraktan dışarı fırlatarak (sırf oyun olsun diye) kafamın yarılmasına sebep olan oğlanı hatırlıyorum mesela. Asla kötü bir çocuk olmadığı gibi çok da üzülmüştü kafamdan akan kanı görünce. Amacı kesinle zarar vermek değildi, ondan eminim. Tuhaf bir eğlence anlayışı vardı bana göre. Sonunu planlamadığı.

“Kızlar ve Oğlanlar”ı izlerken en çok bu ve bunun gibi anlar geçti aklımdan ve sorular birbirini izledi. Şu “erkek şiddeti” dediğimiz şeyin temelleri nerede atılmaya başlıyor? Kız kardeşinin inşa ettiği gökdelene bomba yağdıran, yaptığı hamurdan ineği parçalayıp

Yazının Devamı

Tek kullanımlık hayat

26 Ocak 2023

Şu hava sıcaklıklarının 20 dereceyi bulduğu ocak günlerinde, içimizi dışımızı ısıtan güneşe endişeyle bakarken galiba nihayet hep beraber idrak ettik ki ortada bir sorun var. ‘Mevsim normalleri’ diye bir şey kalmadı, bu ‘yeni normal’in de alışılır yanı yok. Geçen yıl bu zamanlar çektirdiğimiz kar fotoğraflarını, videolarını geçen yüzyılmış gibi paylaşıyoruz. Haber başlıkları görüyorum; Uludağ’da kar ‘sürprizi’, Taksim’de yağmur ‘sürprizi’. Kayak merkezinde kış ortasında kar, İstanbul için en sıradan doğa olayı olan yağmur bir anda ‘sürpriz’ olmuş. Bunun baharı var, yazı var, kavuran sıcakları, kuraklığı var…

Neyse, amacım zaten daralan içimize daha fazla sıkıntı vermek değil. Aksine, bana izlerken ve sonrasında çok iyi gelen bir oyundan söz etmek istiyorum. Yola çıkış noktası iklim krizi. Bu yıl bu hayati konuyu tema olarak belirleyen Sabancı Müzesi Müzede Sahne Festivali kapsamında üretilen üç oyundan biri: “Tek Kullanımlık Hikâye”. Şu anda

Yazının Devamı

Gidişi de sıra dışı

23 Ocak 2023

Teorik olarak genelde herkesin katılacağı bir cümledir; “Zamanı gelince bırakmayı bilmeli”. Pek çok durum için geçerli. Yürümeyen, artık kimseye mutluluk vermeyen bir ilişki için de, emeklilik için gün sayarak katlandığınız bir iş için de, size çoktandır sıkıntı veren hayatınız, şehriniz, çevreniz, ‘kariyeriniz’, her ne ise… Zamanı gelince bırakmak gerektiğini bilir, söyleriz de, o zaman bizim için gelmek bilmez bir türlü. Hele hele söz konusu olan bir kariyerse, güçse, ‘iktidarsa’… Hâlbuki anlatılanlar da hep bırakıp gidenlerin hikâyeleridir. “O koltuğa elli yıl ne de güzel oturdu hiç kalkmadı, kimselere kaptırmadı”nın anlatılacak cazip yanı yoktur. Âşık olduğu kadınla beraber olabilmek için tahttan kendi isteğiyle vazgeçen Prens Edward’ı biliriz ama mesela. Jacinda Ardern’i de bileceğiz.

Görevinin altıncı yılına girerken başbakanlık görevinden istifa ettiğini açıklayan Yeni Zelanda Başbakanı Jacinda Ardern, İşçi Parti lideri

Yazının Devamı

İki taraf da doğru değilse

19 Ocak 2023

Bugün bulunduğumuz noktada bir kadın olarak ben bile söylerken – yazarken tereddüt ediyorum ama neyin taciz olduğu, neyin olmadığı, hangi -bize göre- haddini aşan hareketi ‘saldırgan’ bulup hangisini bulmayacağımız konusunda net bir tanım yok bence. Bana göre hadsiz olan bir davranış başkasına göre normal olabiliyor. Tartışma götürmeyecek taciz vakalarını elbette bunun dışında tutuyorum, bazen “Bunda ne var insana tacizci damgası vuracak?” dediğim oluyor ya da tam tersi, “Şu rahatsız davranışı karşısında kimse bu insana haddini bildirmeyecek mi?” diye sinirlendiğim.

Cümle içinde geçirdiğim “had”lerden de anlaşılacağı gibi, sözü getireceğim yer “Sınırlar” ve bu ismi taşıyan oyun. David Mamet’in ilk kez 1992 yılında sahnelenen ünlü oyunu “Oleanna”, fikrini ABD’de yaşanan gerçek bir olayın senato tutanaklarından almış ve o dönem üniversitelerde yükselen ‘politik doğruculuk’ akımına odaklanıyor. Ama bu dönemden bakıldığında yerine ‘MeToo’ akımını koymak son derece

Yazının Devamı

Başka neler mümkün?

16 Ocak 2023

Bir konserin ‘filmi’ nasıl olur, sinemada nasıl izlenir, insanın zihninde canlanmıyor aslında. Yerimizde öyle oturacak mıyız, şarkılara eşlik etmeyecek miyiz, biz ki cep telefonlarımızı havaya kaldırmadan izlediğimiz konserden hiçbir şey anlamaz olmuşuz, o konuyu nasıl halledeceğiz? Harun Tekin, Kerem Kabadayı, Burak Güven ve Kerem Özyeğen’den oluşan Mor ve Ötesi’nin 22 Mayıs 2022’de İnönü Stadyumu’nda verdiği konserin filmi ‘Tamiri Mümkün’ü izlemeye Süreyya Operası’na giderken bu soruların hiçbirinin cevabı yoktu bende. Kaçırdığım bir konserin kaydını izleyecektim, o kadar.

Ama daha baştan koltuklara bırakılan ‘kullanım kılavuzları’ ve filmden önce gösterilen videodan öğrendik ki: Sadece bu filme özel olarak cep telefonu kullanmak, selfie çekmek, düet yapmak, şarkılara eşlik etmek, ekran ışıklarıyla salonu aydınlatmak, şarkı sözlerine bakmak için internete başvurmak, bağırmak, omuzları sallamak, alkışlamak, ritim tutmak, dans etmek ‘mümkün’dü. Elden geldiğince bu haklarımızı

Yazının Devamı

Güneşli yazlara hasretle

12 Ocak 2023

“Zaman geçtikçe anlamı derinleşip güçlenen”, galiba bir film için söylenebilecek en güzel söz. . Şu sıralar çok konuşulan “Aftersun / Güneş Sonrası” için de son derece geçerli. Aradan birkaç saat hatta birkaç gün geçti, durup durup bir karesi, bir anı geliveriyor gözümün önüne. Açıp bir daha bakayım şu sahneye diyorum. İlginç, çünkü izlerken ara sıra “Eee?” dediğim oldu, “Ne olacaksa olsun artık”. Şok edici olayları peş peşe yaşayıp şaşırmamaya alışmış çağımız insanının defosu.

Halbuki “Aftersun”, zamanın daha yavaş aktığı, büyük büyük olayların yaşanmadığı, elimizdeki cep telefonundan sürekli birilerinin bizi yanıp sönen “Son dakika”larla dürtmediği bir çağın filmi. 1990’ların sonlarında bir tatil beldesinde geçiyor. Bakın gayrı ihtiyari “geçiyor” dedim, “olaylar bir tatil beldesinde gelişir” klişesinde olduğu gibi. Hayır, olaylar gelişmiyor, biz seyirci olarak

Yazının Devamı

‘Şarkı dediğin şarttır yaşamaya’

9 Ocak 2023

Sevdiğim şarkı yazarlarının yeni şarkılarını dinlemek beni biraz ürküten, bu yüzden ertelediğim bir deneyim oluyor. Ya eskiden beri bildiğim, sevdiğim tadı yoksa artık sözlerinin - melodilerinin? Ya onun da zamana yenilme günü geldiyse? Hani düşününce olmaması lazım değil mi, yaşanan yıllar, edinilen tecrübeler insanın üretimine de olumlu yönde yansımalı gibi geliyor. Ama oluyor maalesef bu, hem de sıkça. Örnek verip kırıcı olmak istemiyorum, zaten tam olarak tek bir kişiden de söz etmiyorum; yıllarca dilinizden düşmeyen şarkıları yazan bir insan “olgunluk çağı” denilen bir yaşta nasıl bu dünyanın en sığ sözleriyle, en klişe müzikleriyle karşınıza çıkıveriyor, şaşırıyorsunuz. Çok “eskimiş” buluyorsunuz, “Yapmasaydı keşke” diyorsunuz. Herhalde yaş alırken duygulara da iyi bakmakla, onları beslemekle ve kendi yaptıklarına âşık olmak yerine dünyaya da gözünü, gönlünü açık tutmakla ilgili olsa gerek bu. Öbür türlü cebinizden sürekli aynı şarkının daha yavanı

Yazının Devamı

Bir inat ve umut hikâyesi

5 Ocak 2023

Sırf isminden, ait olduğun dinden, kültürden, milliyetten ötürü potansiyel suçlu kabul edilmek, farklı muamele görmek, bir intikam sözünün parçası olarak gencecik yıllarını hapiste geçirmek ve işin en kötüsü derdini anlatamamak. Kimsenin sana inanmaması… Ya da sadece bir kişinin inanması. Annenin.

Bu bir kâbus senaryosu, evet. Hepimizin hayatta yaşandığını, yaşanmakta olduğunu çok iyi bildiğimiz bir senaryo, öte yandan. Prömiyerini 72. Berlin Film Festivali’nde yapan, bu yıl pek çok festivalin göz bebeği olan, şu anda MUBI’de izleyebildiğimiz “Rabiye Kurnaz vs. George W. Bush”, böyle bir ‘gerçek’ kâbusu anlatıyor. 3 Ekim 2001’de Almanya Bremen’de yaşayan Kurnaz ailesinin annesi Rabiye üç oğlundan en büyüğü Murat’ın (19) oda kapısını tıklatarak onu uyandırmaya çalışıyor. Sesine karşılık alamayınca kapıyı açıyor; boş bir oda, hiç yatılmamış bir yatak. Arkadaşlarına sorarak başlıyor oğlunu aramaya, o sıralar sıkça gittiği caminin imamıyla

Yazının Devamı