Değerin bilinmesi… Herkesin ihtiyaç duyduğu, ama haksızlıklar üstüne kurulu yaşamda çoğunlukla hak etmeyenlerin kavuştuğu bir ayrıcalık! ‘Ayrıcalık’ diyorum zira Oscar Wild’ın da işaret ettiği gibi günümüz insanı değerden ziyade fiyatla ilgilenmekte. Dolayısıyla değeri bilinmesi gerekenler de sıkça güme gitmekte.
Nitekim ekranlarda boy gösteren yapımlar için de geçerli bu durum. Her sezon mutlaka birkaç örnek çıkıyor karşımıza. Fark yaratma potansiyelindeki işler, izleyici, değerini bilmediği için harcanıp gidiyor. Özellikle şiddetin hüküm sürdüğü âlemlerin suçlularını kahraman gibi gösteren ya da tarihi, dizilerle destanlaştırmaya niyetlenen veya kadın mağduriyetiyle erkek gücünü yücelten yapımlarla rekabete girişilmişse, değerin bilinmemesi daha kaçınılmaz oluyor maalesef. Nasıl ki, ‘Şimdi Zemheri zamanı’ başlıklı yazımla ön değerlendirmede bulunduğum ‘Zemheri’ dizisi de bu akıbeti yaşadı!
‘Her değişim nasıl bir parça tavizi barındırırsa içinde, her fark yaratma projesi de risk taşır hayata geçirildiğinde’ cümlesiyle dizinin değerinin bilinmeme ihtimalini peşinen işaret ettiğim yazımda, senaryonun fark yaratma potansiyelinden ve kadronun isabetliliğinden bahsetmiştim. Dizi yayına girdiğinde de bu tespitlerimde yanılmadığımı gördüm. Gerçekten de güzel bir iş çıkartılmıştı.
Ancak bu süreçte şunu da anladım ki, ‘‘Şu aşamada karakter canlandırmalarının yanı sıra çekim tekniği ve yapım açısından da yaratacağı farkla, ekranda fırtına kopartacak güçte bir yapım görünümünde. Bu görüntü çerçevesinde ben de, Çarşamba’nın mevcut boşluğundan layıkıyla faydalanacağını düşündüğüm, dizi için gönül rahatlığıyla peşinen ‘Tuttum bu işi, umutluyum’ diyebilirim’’ tespitinde bulunurken bir noktayı atlamışım… İzleyicinin değer algısı! Evet… Klişelerle donatılmış dizileri saymazsak, Çarşamba gerçekten de boş bir gündü. Dolayısıyla ben de, aşka ve adalete yaklaşımıyla farklı bulduğum ‘Zemheri’nin üslubunu Yeşilçam filmlerinden beter dramatik sahnelerle, iç bayan uzatmalarla felaketleri ezip ezip önümüze getiren içeriklerle kıyasladığımdan olsa gerek, Çarşamba’yı dizi açısından çok da rekabetçi görmemiştim açıkçası. Hani karşındakini kendin gibi bilme yanılgısı işte!
Eksik olmasın… İzleyicimiz hem ‘Zemheri’ye, hem de bana bir kez daha hatırlattı fark yaratmaya soyunanların değerinin bilinmeyeceği gerçeğini. Öyle ya… Baba-koca zorbalığına karşı ezikleşen kadın hikâyeleri orta yerde dururken… Abuk sabuk kahramanlıklar, abartılı erkeklik yansımaları ve aşk mıyırtıları varken ayakları yere basan kadın bilinci, adalet mücadeleciliği ve gözlerden kalbe dokunan aşk mücadelesi kimin umurunda olurdu ki?
Hani ‘Zemheri’de Sevda’nın Firuze’ye dediği gibi… ‘‘Bizim millet sevmez öyle ayakları üzerinde duran güçlü kadınları. Valla. Kız aç bak bütün dizilere… Bütün kadınlar sümük gibi. Boynun bükük olacak, böyle ezik bakacan falan. Biz mağdur severiz ya, ezik severiz biz. Öyle olaydın, şakşakçın çok olurdu’’. İşte tam da böyle! ‘Zemheri’nin senaryosu ezik kadın öyküsü yaratmak yerine zengininden fakirine, farklı duruşta kadın profilleriyle yolunu çizmeye çalıştığı için izleyici algısına hitap edemedi. Bundan dolayı da ‘Zemheri’nin değeri ilk bölümden itibaren bilinmedi. Gittikçe gerileyen bir reyting tablosu reva görüldü diziye. ‘Kuruluş Osman’ı dahi geride bırakmayı başaran ‘Öğretmen’in sahneye çıkışı da bu olumsuz gidişata tüyü dikti nihayetinde.
İlk bölümüyle Total’de 11’inci sırada bırakılan dizi, sekizinci bölümde 2.95 reytingle 16’ıncılığa kadar geriletildi. AB grubunda durum daha da beterdi. 1.87 reytingle 19’uncu oldu. Bana göre bu sonuçlar kesinlikle haksızlık ve değer bilmemenin yansıması. Ama kanallar için başarısızlık belgesi ne yazık ki!
Şimdi efendim denebilir ki, dizinin de bu süreçte kusuru hiç olmadı mı? Tüm suç değer bilmeme konusunda çeşitli örneklerle kendini belli eden izleyicide mi? Elbette hayır. Gerek dizinin kendisinden kaynaklanan, gerekse dizi dışında gelişen çeşitli faktörlerin, ‘Zemheri’nin değerinin bilinmemesinde payı var kuşkusuz. Dizinin geldiği noktada kısaca değinelim.
‘ZEMHERİ’NİN GELDİĞİ NOKTA
Bazı işler vardır ilk andan itibaren ‘final’ yakıştırmasıyla yer bulur medyada. ‘Zemheri’ de, rekabet gücünü kırma amacına mı hizmet ediyor bilinmez, sürekli ‘Final yapıyor, yapacak’ moral bozuculuğuna maruz kaldı. İlk andan itibaren çelmelendi adeta. Lakin reytingleri-sıralaması ne olursa olsun kendisine yönelik bu yıpratıcılığı, değer bilmezliği kesinlikle hak etmiyordu. Neden derseniz…
Öncelikle belirtmek isterim ki, ‘Zemheri’ karakter yapısı ve içerik gidişatıyla pek çok klişeyi yıkan yapıda bir dizi! Çünkü sadece başroller değil, tüm karakterler dolu dolu.
Zenginlik sevdasına kapılmak yerine onurlu bir duruş sergileyen ve oğlunun aşk mağduriyetini görüp onu şantaj boyunduruğundan kurtarmak için ölen Safiye Anne… En zor anında bile harama el uzatmaktan kaçınan ve nükteli konuşmalarıyla diziye mizah tadı katan Aliye Anne… Favori oğlu tarafından ilişkisiyle tehdit edilen İclal Hanım… Aliye’nin yüz yıllık hayalini geri çevirip asıl özgürlüğünü adalet yerini bulunca kazanacağını söyleyen Yaşar… Düşüncesizliğiyle, ablasının başını yakan Agresif tosbağa Elvan… Haytalığına-beleşçiliğine rağmen babasını yalnız bırakmamaya çalışan, kız kardeşini klişelere uyup ev sahibine peşkeş çekmeyen Faruk… Parasını aşırdığı adamın evine kapağı atacak kadar bitirim Sevda… Sevdiği uğruna böbreğini vermeyi göze alan ve şantajla gelen sevgili istemediğini söyleyerek Ayaz’ı serbest bırakıp benzerlerine fark atan Berrak… Şirazesi kaydı diyerek kardeşi Ertan’a karşı Ayaz’ın yanında olup amcasını da devreye sokan Mehveş…
Tüm bunlar ‘Ben ima etmem, açık konuşurum’ diyen Ayaz ile ‘Biliyorum. Firuze her şeyi anlattı’ diyen Ertan’ın restleşmesini… Babasıyla ilgili gerçeği öğrenmenin ardından Ertan’ı tehdit eden Ayaz’ın intikamcılığıyla, avukattan yardım isteği boşa çıkan Firuze’nin plancılığını… ‘Bir gecelik değil bir ömür’ isteyerek dokunmama sözü veren Ertan’ın aşkla karışık fırsatçılığını… Ve nicesini destekleyen güçlü ayrıntılar. Bu detaylar dizinin değerini bilmeyenler için bir anlam ifade etmese bile yapımın kalitesini saptamak adına önemli.
Ayrıca ‘Sevmek niye bu kadar zor’ diyerek annesinin başında ağlarken yürek sızlatan Ayaz başta olmak üzere oyunculuklar da gayet inandırıcı ve başarılı. Dahası senaryonun gelişim sıkıntısı da yok. Nasıl ki, sürpriz aşk söylemiyle ‘Acaba ileride olabilir mi’ diye alternatif çift beklentisine kapı aralayıp düğündeki sürpriz el tutuşmasıyla nice sürprizlere göz kırpan sekizinci bölüm finaliyle söyleyecek çok sözü olduğunu koydu ortaya. Tabii fırsat verilirse!
Peki, ‘Zemheri’ cephesinde hal böyleyken dizinin baştan itibaren içine düştüğü olumsuzluğu ve geldiği noktayı neye bağlayabiliriz?
İzleyicinin değer bilmemesi dışında bu durumdaki en önemli etken dizinin ne kanalı, ne de yapımcısı tarafından yeterli şekilde tanıtımının yapılmamış olması. Keza kadronun medyada dikkat çekici haberlerle yer bulmaması da bu boş vermişlik sürecinin bir parçası.
Rekabetin kıyasıya sürdüğü bir zamanda hangi akla ‘‘Saldım çayıra Mevla’m kayıra’’ mantığıyla sürüldü ekrana? Meçhul. İşin tuhafı, sürekli fısıltı gazetelerinin dillendirdiği ‘final’ söylemine karşı da ilk andan itibaren herhangi bir hamle yapılmaması. Belli bölüm şartıyla anlaşması yapılsa bile… Ya da bir şekilde ‘… Kervan yürür’ diye düşünülmüş olsa dahi izleyicinin ‘Bitti, bitecek’ mantığına kapılıp diziden iyice uzaklaşmasını önlemek için bu tür dedikoduların önüne geçmek gerekmez mi? Emeğin değerini bulması adına biraz gayret gösterilmesi lazım değil mi? Gerekir. Lazımdır. Ama nafile.
Reytinglerin aksine sosyal medyada yoğun ilgi görerek çokça konuşulan, Ayaz-Firuze çiftinin yanı sıra Ertan-Firuze ikilsiyle de ses getiren dizinin ayağını çelmeleyen bir diğer ayrıntı, ekrandan ziyade internet ortamından izleniyor olması. Burada da gün değişiminin isabetsizliğinin karşısında gösterilen duyarsızlık giriyor devreye. Keşke ilk bölümün ardından dizi Perşembe’ye alınsaydı diyorum. ‘Mucize Doktor’ ve ‘Bir Zamanlar Çukurova’ olsa bile en azından şimdikinden daha iyi sonuç alınabilirdi.
Öte yandan dizinin kendinden kaynaklı bazı sorunları olduğu da muhakkak. Şöyle ki; İlk etapta Alperen Duymaz ile Ayça Ayşin Turan’ın uyumlu çift tablosundan yeterince faydalanılamaması hata oldu. Asansör kazasına odaklanan ilk bölümde kısaca yansıtılan ‘Ayaz-Firuze’ romantizminin hemencecik geçiştirilip şantiye şefinin yerine baktığı halde kazadan sorumlu tutularak akılda soru işareti bırakan Yaşar’ı kurtarma operasyonuna dalınması, bu aşkın derinliğine inancı sağlayamayıp dizinin duygusal boşluğa düşmesine sebep oldu. Bunun yerine, canlandırması çok gerçekçi olmakla birlikte sorumluluk mantığı pek tutmayan, kazanın ardından geleceğe değil de geçmişe gidilip Ayaz-Firuze çiftinin alt yapısı oluşturulsaydı… Ertan’ın çatısı altında karşılaşıp çatık kaşla birbirini sorgulayan Ayaz-Firuze yerine geçmişten gelen aşk ateşi harlansaydı… Bu şekilde izleyici algısına daha çok hitap şansı yakalanabilirdi. Malum, bizde adaleti sağlama çabasından ziyade daha çok ilgi gösteriliyor çiftlerle sergilenen tablolara.
Bu süreçte diziye zarar veren bir başka olumsuzluk, Firuze’nin gayet basit biçimde Ertan’la yakınlaşması oldu. Sahta kimlik-CV düzenleyerek şirkete girişi, Ertan’ın bu yeni elemana karşı yaptıkları fazlasıyla basite indirgenince… Dizinin gidişatı da kolayca tahmin edilebilir bir hal aldı. Kısacası aşkın ötesinde işi heyecanlı kılacak, gizem ve merak oluşturulamadı. Dahası, Şule’nin çalıştığı mağazadan babasının malı gibi toplayıp toplayıp kıyafet getirmesi; sevgilisine sahte belgeler düzenletmesi gibi mantık boşlukları da tuz biber oldu. Oysa Firuze çok daha derinden giden bir plan geliştirebilir ve hem Ayaz’la olan aşkını hem de Ertan’a karşı hissettiği adaleti sağlama hırsını layıkıyla yansıtabilirdi izleyiciye. Olamadı.
Berrak’ın hamileliğiyle de soru işareti yaratan dizide ihmal edilen bir diğer detay, Ertan’ın geçmişiydi! Bu geçmişten de layıkıyla yararlanılamadı maalesef. Ara ara babasından gördüğü kötü muameleyi aktarsa bile kötülüğünün temelini teşkil eden bu önemli ayrıntının yeterince üstünde durulmadığı aşikâr. Kendi eliyle yarattığı cinayetleri örtbas ederek, Ayaz’dan sonra Firuze’de de aynı taktiği uygulayıp kendini tekrara zorlanan Ertan’ın başkalarını kapana kıstırarak yaşamayı adet haline getirmiş basit bir psikopat konumuna düşürüldüğü görüşündeyim. Hâlbuki öykünün temelini teşkil eden Ertan’ın, özünde duygusal yoksunluk yatan, bu kötülüğü sıradanlıktan ve kısır döngüden daha fazlasını hak ediyordu. Ayrıca Mehveş’in bir anda çark edişini de inandırıcı bulamadığımı belirteyim. Bu meyanda, avukat tarafından dillendirilen ve temelde Ertan’ı kısmen aklamaya müsait olan asansörün kazayla değil kasten düşürüldüğü söyleminin ne olduğunu da sormak isterim! Bu konu unutuldu mu yoksa ben mi bir şeyler kaçırdım?
SONUÇTA; Artısıyla-eksiğiyle hakkında yazacak çok şey olan ‘Zemheri’nin geldiği noktada koca bir haksızlık var.
Zira aşka karşı aile-adalet ikilemini koyup insanların sevdikleri uğruna ne kadar fedakârlık yapabileceklerini sorgulatmaya girişen… Güzel yüreklerini ve aşklarını ailelerinin yükünün altında bırakan Ayaz-Firuze çiftiyle yürekleri ısıtmaya niyetlenen… Adalet çarkında parası olanın nelere kadir olduğunu ve mağduriyetlerin nasıl parayla satın alındığını yansıtma cesaretini göstermeye yeltenen ‘Zemheri’, bu hevesleri kursağında bırakılmış olsa dahi, her şeye rağmen birçoğundan farklı ve üstün bir iş! Lakin hak ettiği ilgiyi göremeden örselendi. Bundan ötürü de, kaç bölüm sürerse sürsün, değeri bilinmeyenler listesinde yerini aldı.
Fark yaratmak isteyenlere reva görülen değer bilmezliğe karşı tek kelimeyle ‘YAZIK’ derken, son sözü Romalı yazar Horatius’a bırakıyorum…
‘Başarısızlıktan zarar görmeyen bir değer, hiç bir şeyin lekeleyemediği bir onurla parlar. Böyle bir değer halkın keyfiyle ne yükselir ne de alçalır’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com