‘Şiddet, yetersiz kimsenin son barınağıdır’ demiş yazar Asimov. Bunun ne denli doğru olduğunu yaşamın içinde sıkça görüyoruz zaten. Öte yandan günümüz yerli dizi anlayışına da cuk oturuyor bu sözdeki mantık. Zira senaryo yaratma yetersizliği çekenlerin baş kurtarıcısı konumunda olduğunu ekrana çıkartılan dizilerden rahatlıkla gözlemliyoruz. Erkeklerin kadınlara kıyasıya şiddet uyguladığı, böğürürcesine bağırdıkları, çocuklarına saldırdıkları… Kadınların da bir sebepten bu eziyeti sineye çektiği, hatta kendi hemcinslerine karşı da şiddet teşvikçiliğine giriştikleri aile motiflerinde şiddet türlü biçimde işlenmekte inceden inceye. Öykü ve karakter geliştirme yetersizliğinin barınağına dönüşen bu tabloda mafyanın eli silahlı karanlık adamlarıyla yaratılan atmosferden medet umma tutkusu ağır basıyor her şekilde.
İşin fenası, bu alışkanlığın izleyici eliyle iflah olmaz bir noktaya doğru ilerliyor olması… Onca eleştiri, onca tepki etkisiz kalırken bunlara karşı reyting desteği öne çıkartılıveriyor. Şiddetten ve mafya âlemindeki kara tiplere yönelik intikamcılıktan başka bir şey geliştiremeyenler eliyle yeni dizilerin çoğu aynı mantıkla yapılandırılıyor. Biri biterken diğeri sahne alıyor şiddet performansında. Fragmanlar dahi şiddet sahneleri ve mafyatik söylemlerle oluşturulup sunuluyor izleyiciye. Ondan sonra da çocukluktan gelen acıyla intikam ateşine düşüp kötülerin peşinde koştururken onların suç-şiddet dolu dünyasında mağduriyet yaşayarak helak olan ve bölümler boyu paçayı sıyırma ustası kötülerle mücadele edenlerin aşkla karışık intikam dramı uzun uzun yediriliyor bize. Aman ne güzel… Yaratıcılık budur işte!
Nasıl ki, ekranda yerini alan ‘Azize’ dizisi de bu güzel(!) dizi yaratma mantığının son örneği durumunda gösterdi yüzünü ve ‘Şiddetin yeni adı Azize mi’ sorusunu getirdi akıllara. Bize ilk bölüm itibariyle yaşatılanların detaylarından bakalım konuya.
‘AZİZE’ İLE BİZE NE SUNULDU?
Hande Erçel ile Buğra Gülsoy’u karşı karşıya getirerek ailevi intikama aşk efsunu katmaya niyetlenen ‘Azize’, tekmil bölümleriyle şiddetin yeni adı olur mu bilemem ama… İlk bölümün yansımaları alabildiğine şiddet üstüneydi açıkçası.
Küçük yaşta Baş Komiser babasını, şimdilerin dizi klişesi olduğu üzere teşkilatta köstebek gerekçesiyle iki kişi gidilen, bir operasyonda kaybeden… Ardından hamile annesini ve ikizlerden birinin ölümüne şahit olan… Ve nihayetinde Balkan’ın suçunu üstlenmediği için döve döve komaya sokulan kardeşi Yiğit’in bitkisel hayata düşmesiyle intikam ateşine düşen Azize, hemşireliğin doktorluğa varan boyutunu hapishane önündeki Kartal müdahalesiyle sunmanın ardından babasının katili olan Balkan’ı erkekler tuvaletinde zehirleme teşebbüsünde bulundu. Başaramayınca da Alpan Ailesi’nin evine kapağı atıverdi. Devamında da gelsin 18 yıllık hapislikte tam teşekküllü kötüye dönüşen Balkan şiddeti ve tacizi… Yanı sıra mafyatik gücü uğruna kızı Yıldız’ın maddi-manevi eziyet görmesini dahi yok sayan balıkçı(!) Barbaros’un ve ‘Çocuklar babalarını neden sever bilmem. Ama bir evlat babasından neden nefret eder iyi bilirim’ diyerek sözde felsefi nasihat veren İskender’in kötü babalık örnekliği… Ve dahi ailenin iç işlerinden sorumlu hala Tuna Alphan’ın kadın baskıcılığı!
Şimdi hayatın gerçekleri içinde düşünüldüğünde, duygusal açıdan hiçbir şekilde içselleştirmesi mümkün olmayan bu süreçte bize sunulanlara baktığımızda ‘şiddet’in öykü gelişimini tetikleyen baş aktör olduğu ve mantığın alamayacağı pek çok detaya yer verildiği hakikati çıkıyor karşımıza.
Şöyle ki; Azize’nin hastaneden hapishaneye uzanan sahneleriyle ilgili… Ve dahi tetikçiliğe soyunan Komiser Okan’ın Kartal tarafından görülmesinden, Azize’ye hiç tereddüt etmeden kapılarını açan mafyatik Alpan Ailesinin evinde yaşananlara pek çok soru takıldı aklımıza.
Uzun süre yoğun bakım aletlerine bağlı biçimde yatan ve çoklu organ yetmezliği teşhisiyle fişi çekilmek istenen Yiğit’in yaşatılması hususunda onun ablası olduğunu dahi gizleyen hemşire Azize’nin söz hakkı nasıl olabilir diye düşündük mesela… Dahası böyle hayati bir konuda kurul kararı gerekirken doktorun, hemşire telkiniyle davranması ne derece gerçekçiydi?
Keza Azize’nin aşı yapmak için bir başına hapishaneye gitmesi de ayrı bir muammaydı… Ceza İnfaz Kurumlarında hemşirelik hizmeti veriliyorken dışarıdan hemşire gelmesi, üstelik de tek başına onca kişiyi aşılama görevini üstlenmiş olması hiç mantıklı durmadı.
Olayın sağlıkçı yönündeki bir diğer gariplik aşıya geldiği söylenen hemşirenin çantasında ‘ambu’ ile dolaşıyor olması! ‘Ayaklı ambulans mıdır’ mübarek? Hele mafya elemanının şıp diye ‘ambu’nun ne olduğunu anlaması… İki tane kıytırık masaj yapan Azize’nin bir yumrukla adam diriltmesi (ki, karın bölgesinden yaralanan Kartal’ın nasıl bir anda ölüverdiği de ayrı bir soru)… Bu kafa karıştırıcı ayrıntılarda mantıktan eser olmadığı ortada. Belli ki ‘Mucize Doktor’un mucizelerinden etkilenilip bir ‘ambu’ havası da biz basalım denmiş!
Hele hele hastane koridorundaki ‘İnat-Arnavut’ esprisiyle süslenen sahneye ne demeli? Hemşirelikle doktorluk pozisyonunda görev tanımı şaşkınlığı yaşayarak eller cepte hava basan Azize, karaciğer nakline kadar götürdü tıbbi teşhisini. Koskoca mafya da bir hemşirenin sözüyle maymun oldu izledi. Daha vahimi, Balkan’a iğne saplamak için elde şırınga erkekler tuvaletine dalıp ‘Çocuk hasta peşinde olma’ bahanesini pırtlatması oldu. Balkan da bu abes girişimi ‘Kaşıntısı var herhalde’ şeklindeki amiyane yorumla karşılayıp dizinin erkek yönünü yansıttı sonuçta. Kadınlar adına küçük düşürücü bu yorumu doğuran böyle bir sahneye gerek var mıydı? Tabii ki mantık çerçevesinde bakıldığında ‘Yok’… Ama erkek dünyası işte!
Balkan’a kavuşma sevincindeki Alpan fertleri arasında süper seviyedeki aile muhabbeti sürerken arka tarafında kalan binanın tepesine ilahi bir dürtüyle bakmayı akıl edip kartal bakışıyla tetikçiyi fark eden Kartal’ın bu haline şaşarken aklımıza gelen bir başka konu… Yıllar önceki baskında Azize’nin Baş Komiser babası öldürülürken yaralanan Okan’ın neden sağ bırakıldığı oldu. Koskoca polis teşkilatı dururken çömezini alıp büyük mafya baskınına kalkışan Azize’nin babasını onca adamı varken tutup da oğullarından birine öldürtme saçmalığı sergileyen İskender Efendi ‘Bir oğla bir cinayet yeter’ mi demişti yoksa insafa mı gelmişti de Okan paçayı sıyırmıştı? Dizinin meçhulleri öyle çok ki!
Tüm bu mantık sorgusu içinde en önemli kısımsa, Alpan karargâhında yaşananlarda! Koskoca mafya, sırf Kartal’ın hayatını kurtardı(!) diye Azize’ye kucak açmakla kalmadı onu aileden biri konumuna yükseltti neredeyse. İskender gibi bir adamın sürüyle doktoru olacağı gerçeğinde alt tarafı bir hemşire olan Azize’nin rezerve edilmesi hiç akılcı gelmiyor. Çocuklara yardım edişi ön plana çıkartılıp ailenin iyisi gibi gösterilmeye çalışılan Kartal’ın ne alakaysa ‘Bizim buralarda hayat bir kurşun kadar’ diyerek sizli bizli konuşmanın anlamsızlığını izaha çalışması da öyle. Bu arada Kartal’ın İskender’in emaneti tespihin akıbetini merak etmemesi de ilginç.
Kısacası; Doktor edasıyla hava basan Azize’ye karşı ‘Bana hep müsait’ diyen Asya ile kadın mafya lideri eksiğini tamamlayan… Balkan’ın yerine mektup yazıp kızına veren Yıldız’ın ‘Babam bir gün düzelecek’ iyimserliğindeki küçük kızı Selin sayesinde dizilerdeki çocuk cazibesini kullanmayı amaçlayan ‘Azize’nin ilk bölümünde mantığa pek uymayan, bol klişelerle donatılırken derinliği unutulan bir gelişim sunuldu bize.
Dizideki şiddete gelince… Gelin ona da bakalım.
‘AZİZE’DE ŞİDDET ÇEŞİTLEMESİ…
Baştan sona şiddet olgusunun türlü türlü yüzünü gösterdiği ‘Azize’deki çeşitleme, diğer şiddet içerikli işlerden aşina olduğumuz türden bir tabloyla çıktı karşımıza.
Ceyda’nın abisini karşılamaya giderken aşırı heyecanlanıp ağlama evresine girmesi üzerine tokadı basan ve ağlanacak bir sebebi olsun diye vurduğunu söyleyerek şok eden Tuna, Alpanların ne denli şiddet meraklısı olduğunu vurguladı ilk ağızdan. Dizinin en derinlikli karakteri gibi görünen Yıldız’a de manevi şiddete kaçan baskıcılıkla hükmetmeye kalkıp kadının kadına şiddetini örnekleyen Tuna’nın ardından, hapisten çıkarken bile yüzünden düşen bin parça olan, Balkan hazretlerinin şiddet düşkünlüğü girdi devreye.
Herkese ters ters bakarak gençliğini hapiste geçirmiş olmanın kinini kusan Balkan, ev ortamında daha da azıttı şiddet yönünü. İlk etapta oğlunun gırtlağına sarılan Balkan, ailenin harcananı olmanın hırsını içinde yaşarken, kurulu sofrayı yerle bir ederek öfke patlamasını dışa vurdu devamında. Yıldız’ı marizleyip orasını burasını morartan… Sürekli bağırarak ortalıkta dolanan… Küçük kızını dahi hunharca azarlamaktan çekinmeyen Balkan’ın bu şiddet çeşnisinden pırtlayan cevher ise ‘Nasıl becerdin bir kerede hamile kalmayı hapishane köşelerinde’ diyerek karısını ihanetle suçlamak oldu nihayetinde.
Balkan’ın azgın boğa misali burnundan soluyarak çemkirmekten başka bir davranış sergilemediği akıştan Azize de nasiplendi tabii… Gerçek adıyla Melek kızımız, erkekler tuvaletine dalmanın meyvesini Balkan’ın odasına girip kendisine ‘yollu’ muamelesi yapmasıyla topladı. Gerçi bu taciz Azize’nin hedefi için işe yarardı ama intikam şeytanlığının cinsellik üstüne kurulması adalet sağlama adına apaçık kadın kavramının istismarı değil miydi? Tabii ki öyle! Zira akabinde yaşanan ‘hamamda taciz’ olayı var hesapta.
Cebine dantellisini sıkıştırdığı Balkan’a karşı tavırlarıyla ‘Gösterip çeker’ hale gelen Azize’ye ‘Sen benimle oyun mu oynuyorsun’ diyerek tecavüze yeltenen Balkan haklı konuma geçti adeta. Neyse ki, tacizin başında elindeki şırıngayı bir türlü saplamayan Azize, iş tecavüz aşamasına gelince hazırda bekleyen bıçağı Balkan’ın ensesine sokuverdi de… Dizinin şiddet çeşnisine katkıda bulunurken iffet durumunu da kurtardı bir nebze! Helal sana Azize.
SONUÇTA; ‘Azize’, içerik özensizliği sayesinde, mantığımızla dalga geçen dizi kervanının bir halkası ve dahi şiddetin yeni yüzü olarak gösterdi kendini. Bıçakladığı Balkan’a kim olduğunu açıklayan ve arkasında zehir başta olmak üzere bir dolu delil bırakarak kaçmaya yeltenen ‘Azize’ yeni bölümlerinde nasıl bir gelişme yaşatacak bize? Peşin hükümlü davranmadan bekleyip izleyeceğiz.
Lakin şu aşamada ilk bölümde mantık aksaklıklarından ötürü karakterlerin ifadesinin yetersiz kaldığını… ‘Şiddet’e odaklanarak yola çıkan içerikteki duygunun kesinlikle yansıtılamadığını… Ve haykırışlarla destekli ‘Şiddet’ detayı olmasa akış temposunun hayli düşük ilerlediğini saptamak da, hatalardan yol yakınken vazgeçilmesi adına, boynumuzun borcu!
Bu aksaklıkların devam bölümlerinde düzeltilmesi temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU