‘Yaşadığımız her an kendi hakkını ister’ demiş Goethe. Lakin yaşamın içinin hakkı verilmeyen anlarla, işlerle dolu olduğu da muhakkak. Bundan dolayı hakkını alabilmiş olanların değeri artıyor, ardında iz bırakabiliyor. Nasıl ki ekranların unutulmazları arasına girebilen ve efsaneye dönüşebilen işler de bu bağlamda değerlendirilmesi gerekenlerden. Gioberti Ailesi’nin maceralarını konu alan ve ülkemizde de beğeniyle izlenen ‘Şahin Tepesi’ de bu kategoride yer alanlardan. ‘Falcon Crest’ orijinal adıyla, 1981-1990 yılları arasında fırtına gibi esen ve 227 bölümle televizyon dünyasının unutulmazları arasına giren dizinin dikkat çeken özelliklerinden biri de, pek çok ünlü ismi bünyesinde barındırmasıdır kuşkusuz.
Üzüm bağlarına sahip olan ve bunu akrabasına kaptırmamak için mücadele veren Angela ile ailesinin iyi-kötü çatışmacılığı üstüne kurulu ve entrikalarla örülü öyküsünü TRT ekranından anlatan dizide lüks arabasıyla göz kamaştıran Lorenzo Lamas tarafından canlandırılan torun da yakışıklı ve çapkın karakter olarak vazifesini layıkıyla yapardı. Evin çalışanının olaylara dâhil olup ortada dönen paralardan nasiplenmek için uğraştığı ‘Şahin Tepesi’ndeki miras kavgası mahkeme koridorlarından restleşmelere, ustaca planlanmış iftiralardan yumruklaşmalara vararak ilerleme gösterirken aşk da eksik olmazdı. Kısacası ‘Dallas’ın yolundan ilerleyen ve ekranımızda görmeye alıştığımız türden entrika-aşk harmanlı senaryoların temeli olarak da sayabileceğimiz bu nostaljik dizi, al takke ver külah ilişkilerin daha kapsamlı daha cüretkar yansımasıydı. O dönem için böylesi konular yeni olduğu için de ilgi oranı yüksekti haliyle.
Günümüze gelecek olursak… TRT’nin bolca sansürlediği ABD yapımı ‘Şahin Tepesi’nden yıllar sonra yerli malı bir ‘Şahin Tepesi’ yerini aldı ekranımızda. Almasına aldı da Amerikan malı orijinaliyle aşık atabildi mi, layıkıyla? Özünün temelini yabancılardan alan ‘Şahin Tepesi’ aynı heyecanı ve merakı uyandırıp ekranda star olmayı başarabildi mi, ekran yarışında? İşin doğrusu bu sorulara gönül rahatlığıyla olumlu cevap verebilmek biraz güç. Çünkü eksik olan pek çok şey var ve bunlar ‘Şahin Tepesi’ni ilerisi görünmeyen, başı dumanlı bir hale getiriyor. Tabii bu da erken final tellallığı yapma meraklılarının ekmeğine yağ sürüyor. Bu doğrultuda biz de üçüncü bölümü geride bırakan ve reyting sıralamasında ilerleme kaydedemeyerek hak ettiğinin gerisine düşen dizinin durumuna bir yorum getirelim, bu sonuca sebep olan eksiklikleri dillendirelim dedik.
YERLİ ŞAHİN TEPESİ’NDEKİ EKSİKLİKLER
Yeri geldiğinde kendi işlerini eleştirmeyi de bilen dünyaca ünlü sanatçı Freddie Mercury’nin ‘Ben star olmayacağım, ben efsane olacağım’ sözünü çok severim. Zira ilk etapta abartılı bir özgüven gibi algılanmaya müsait olsa da, başarı için daima en yükseği hedefleyerek işe koyulmanın gerekliliğini vurgulayan bir mantık taşımakta. Emin adımlarla yol almak isteyenler için püf noktası niteliğinde anlayacağınız. Buna karşın her sanatçının çalışma disiplininde veya her kurgusal projenin temelinde bu mantık yer alamıyor maalesef.
İşte Aybüke Pusat (Verda) ile Boran Kuzum’un (Efe), sokakta buldukları bir köpeği kurtararak sokak hayvanlarının yaşam hakkına dikkat çekme mesajcılığı sergileyip artı puan kazandırdıkları Türk malı ‘Şahin Tepesi’nin baş eksiği de bu, en yükseği hedefleyerek işe koyulma, mantığından nasiplenmemiş olmak.
Şöyle ki; Temelinde orijinal işin elementlerini kullanan senaryo, bunu yerele has motiflerle zenginleştirip maksimum bir uyarlama tadı yaratarak efsaneleşmek yerine, yerli klişelere sarılarak kendi halinde durumu idare etmeyi seçmiş. Böylece bırakın efsaneliği, starlık mertebesine dahi ulaşamamanın yolu da peşinen çizilmiş.
Yerli ‘Şahin Tepesi’nin başını dumanlı hale getirip ilerisini belirsizleştiren eksikliklerin ikini basamağında, 3.52 reytingle 13. sırada yer alan ilk bölümde izleyiciye hitap edecek türden bir anlatımın gerçekleştirilememiş olması var. Daha net ifadeyle, amcanın öldürülmesiyle konuya dalan dizinin kurgusu, aşırı dikkatli izleyici olmaya gerek kalmadan, rahatça anlaşılabilecek türden olsa bile şeytan tüyü çekiciliğine sahip değildi. Çünkü olay akışı, izleyicinin ruhuna dokunma özelliğinden uzak düz-tatsız bir tempoda verilmişti.
‘Şahin Tepesi’nde yakalayamadığımız bir diğer unsur, duygu eksikliği oldu. Ne geçmişteki baba-kız tartışmasında, ne Melek başta olmak üzere yetişkinlerin mazi hassasiyetinde, ne de Deniz-Mete-Efe-Verda-Cem ile yaratılan gençlik cephesinde sahneler etkileyici bir yorumla aktarılmadı. Yani buradaki farklı dünyalar çok güzel kurulsa dahi sahnelerin duygusu, o an yaşananların alt yapısından uzak olan izleyiciye geçemedi.
Türlü karakterlerin ve yaşam prensiplerinin harmanından oluşmakla birlikte duyguları içselleştirme ve özümseme gücünden yoksun bulunan ‘Şahin Tepesi’nde karakterlerin ilk bölümde çizdiği tablo da izleyicinin diziye merak sarmasını engelleyen eksikliklerden oldu. Oyuncuların performanslarından ödün vermeden canlandırmaya çalıştıkları karakterler klişe eksikliğini hissettirmeyecek ölçüde bir çeşniye sahipti ve kendi başlarına ilgi çekme potansiyelindeydi. Ama maalesef başlangıçtaki yansımada bunların oluşturduğu bütünlük için aynısını söylemek mümkün olamadı. Çünkü her biri kendi için oynayan futbolcuların yarattığı takım başarısızlığı misali karşımıza çıkan ‘Şahin Tepesi’ndeki karakter orkestrasından dökülen nağmeler çok bireysel ve yüzeyseldi. Dolayısıyla izleyiciye yakın gelecek bir karakter de yakalanamadı bu derinliksiz bütünlükten.
Nihayetinde atı alan Üsküdar’ı geçmişken yayına sokularak da darbe yiyen dizide senaryonun baştan tüm derdini açığa çıkartması devamı için bir gizem bırakmadı ortada. Melek-Tuna çatışmasının içyüzünün bir çırpıda ortaya dökülmesi… Efe ile manken sevgilisi arasındaki ilişkinin aceleye getirilmiş bir ihanet-intihar bağlamına çekilmesi… Cem’in bulduğu mücevherin Tuna’nın işlediği cinayetle bağlantı kurma aracı olarak kullanılma olanağı varken ayaküstü gelişen bir hırsızlık iftirasıyla harcanması… Keza, Mete’nin cinayet gecesi kayıt yapan kişi olarak açığa çıkıp birdenbire kötü yüzünü belli etmesi… Ve daha nice ayrıntı, hikâyenin devamında işe yarayabilecek malzemenin bir çırpıda tüketilmesi şeklinde yansıdı izleyiciye. Böylece baştan can alıcı noktaları yok ederek yol haritasını klişelerin akışına bırakan senaryonun sonrası için merak uyandırma gücü de aşağı çekildi. Sanırsınız ‘Bu iş zor tutar. 10-13 bölümde noktalanır’ kafasıyla hızlandırılmış her şey.
DİYECEĞİM O Kİ; Yerli üretim ‘Şahin Tepesi’, kadın çatışmacılığını sergilemek adına yola çıkan… Bunu da sadece Tuna ve Melek karakterleriyle değil tüm kadınlarıyla işlemeyi hedefleyen… Lakin baştaki eksikliklerden-hatalardan ve gizemlerle örülüymüş gibi duran bir senaryodan basit bir hikâyeye varmasından ötürü tökezleyen bir dizi konumunda gösterdi yüzünü. Hal böyle olunca da, oyuncuları ve efsane orijinalinin nostaljisiyle, kendini izlettirmekle birlikte yeterli doyumu sağlayamadı en baştan. Devamında gerek anlatım tarzı, gerekse karakterler ufak ufak yerli yerine oturmaya başladıysa da izleyicinin bir kısmı baştan kaybedilmiş oldu maalesef.
Kuşkusuz henüz çok geç değil toparlanmak için. Baştaki kayıp doğru hamlelerle telafi edilebilir ve dizi de istediği sıralamaya yükselebilir birkaç bölüm sonra. Bunun örneğini farklı yapımlarla gördük nitekim. Ancak bu süreçte senaryo akışının sürekli aynı kısırlık çerçevesinde dönmekten vazgeçmesi şart. Tabii bir de, orijinalindeki gibi, genç kesimi çekecek türden ayakları yere basan aşk-çatışma tabloları üretebilmek ve Tuna’nın kötülüğünü sağlam temele oturtarak bunu izleyiciye doğru aksettirmek lazım. Yanı sıra ailenin çalışan kesimine de biraz daha dişe dokunur sahneler yaratarak yan karakter desteğinin artırılması gerek. Mevcut halleriyle çok eğreti duruyorlar zira.
İçeriğin hakkını vermesi ve zamansız final yapanlar kervanına katılmaması dileğiyle… Efsaneden başı dumanlı hale gelen ‘Şahin Tepesi’ne kolay gelsin diyelim.
Anibal GÜLEROĞLU