‘Nerede o eski günler’ diye hayıflanır dururuz ya, hoşa gitmeyen durumlar karşısında… İşte ekranlarımızdaki dizilerin tablosu da ‘Nerede o eski ekranlar’ dedirtmeyi sıklaştırır oldu son yıllarda. İnsan aklıyla oynayan karakter saflıklarını, mantıksızlıklar eşliğinde sergilenen kötülüklerle buluşturan kurgular alabildiğine şiddet yozlaşmasının içine düştüler. İşin fenası, şiddet arttıkça gösterilen rağbet de artmakta.
Biliyorum. Pek çok kez değindim bu konuya. Ama görüyorum ki, kurguların neredeyse temel taşı haline getirilen ‘şiddet’ konusunda ne kadar yazsak az. Zira ekranlarımızda boy gösteren şiddetin dozu ve boyutu tehlike sınırına doğru yol almakta. Üstelik bu yapılırken sahneler öyle bir maskelenerek yorumlanmakta ki, şiddet doğal hale getirilmekte. Böyle böyle içimizdeki güzellikler aşama kaydederek yok edilmekte. Haberlere yansıyan şiddet-taciz olaylarının çokluğu bu yok oluşun görünen ispatları nitekim. Bunların ötesinde gizli kapaklı kalanlarsa apayrı bir sorun. Yani cezasız kalan hatta alkışlanan şiddeti izledikçe, içindeki şeytanı serbestleştirme cesaretini artırıyor toplum. Boşa dememiş İskoç psikiyatrist-yazar Ronald David Laing… ‘Biz kendimizi sevgi ile maskelenmiş şiddetle yok ediyoruz’ diye!
Diziler kanadına baktığımızda, ne tür bir maskeleniş görüyoruz peki? Kamufle etmenin yolları gani gani… Kimisi müzikle, mizahi eylemlerle taçlandırıyor şiddeti… Kimisi, süslü püslü ve dahi eğitimli-zengin kadınları şeytanlaştırıp erkeklerini onların ağzının içine bakan şapşallara çevirerek yapıyor bu işi. Bazıları törelerden dem vurup otantik takılarak dikte ediyor beyinlere; bazıları da mafyatikliği legalleştirme hedefiyle ağır abi edasında sarılıyor şiddete. Tarihe övgü dizerken kelle uçuranlarla, ülke korumacılığında şiddete sahne olanlarsa her dem alkışlanıyor sevgiyle. Dahası kadınlara da silah kullandırmayı marifet sayan içerikler türetilip ‘eşitlikçi’ zihniyetle rağbet görmekte. Kuşkusuz intikamın başrolde oynadığı şiddet sarmalında, aşkı kılıf olarak kullananlar en büyük ikiyüzlülüğü yapıyor bu şiddet selinde.
Velhasıl; Romantik komedileri ve kimi aile işlerini saymazsak, şiddetin başköşede oturmadığı yapım yok gibi neredeyse. Dolayısıyla aklı başında, şiddeti arka planda tutarak yol alan yapımların reyting kaygısıyla göz ardı edildiği günümüzde yükselen değer şiddet olduğuna göre, ‘Kurguların kod adı: ŞİDDET’ desek yeridir!
Şimdi bu gerçek doğrultusunda mevcut diziler içinden en belirgin olan ve ilgi görenlerin ‘şiddet’ performansını kısaca değerlendirecek olursak… Birkaç yapım öne çıkmakta. Buyurunuz bakalım birlikte.
ÇUKUR’UN ÇATAPAT MERAKI KADINA SIÇRADI
Silahların bolca konuştuğu ‘Çukur’, karakterlerinin şirinliğiyle geliştirdiği çatapat sahnelerinde, öldürmeyi eğlenceli bir aktivite haline getirmekte adeta… Kâh, yanından müzik aletlerini eksik etmeyerek icraata koşturan Yamaç’ın ‘Dance fighting’ şovuyla sergiler özendirici şiddetini. Olmadı Vartolu girer devreye… Gevrek gevrek gülerek sağa sola ateş edip espriler patlatarak hoşluk katar çatapat işlerine. Hapisten kolayca firar etmesi marifet sayılan Cumali’nin gözleri parlar silah görünce. Çeto’dan sonra ortaya çıkan Timsah Celil, psikopatlık güzellemesi gibi dar ortama. Azer Efendi de, Yücel’le birlikte sözde intikam ayağına şiddet türevleri döktürür. En beteriyse Akın’ın güçlü olma hevesi. Koltuğu kapmak için düşmanla işbirliğine girişip amcalarını tıktırır hapse, Yamaç’ı da karşı karşıya getirir dedesiyle. Aferin.
Gel gör ki tüm bunlar yetmedi ‘Çukur’un şiddeti parlatan içeriğine. Damla’yı gözünü kırpmadan adam öldüren bir kadın olarak bünyesine katan dizide, yeni sezon için kadınların şiddetle bütünleştirilen yüzü sürüldü sahneye. Bu noktada da ilk örnek Damla’nın eğitimi sayesinde hedefi vurmayı başaran Karaca oldu. Biz, erkeklerin şiddetine karşı çıkarken yakıştı mı ölüm kusan silahlar kadın eline? Eşitlik anlayışı işte!
ZALİM İSTANBUL’DA HASTAYA ŞİDDET
‘Köyden düştüm mega şehre’ şaşkınlığını ve görgüsüzlüğünü yaşayan Ceren ile kocasını aldatan düzenbaz kadın modundaki Şeniz’in el ele vererek kötülük örnekleri sergiledikleri ‘Zalim İstanbul’ da şiddetin her türlüsünü bünyesinde barındıranlardan.
İhanetine tanık olan Nedim’e karşı kinlenen Şeniz’in telkinleriyle çocuk yaştan kötülüğün pençesine düşüp Nedim’i camdan atan Cenk, büyükler eliyle yaratılan çocuk şiddetinin örneği olarak karşımızda. Ölmeyip sağ kalan Nedim’e Şeniz’in ve Ceren’in yaptıkları da hastaya yönelik şiddet adına iç bunaltan sahneler durumunda. Zorla sağlığını bozacak ilaçların verilmesi, bedeninin hırpalanması, ellerinin bağlanması, aşağılanması, hatta Cenk’in silah doğrultması… Tüm bunlar beyinlere işleyen ve meyilli olanları daha çok şiddete yönelten performanslar olarak ilk bölümden itibaren izlenmekte. Keza karısının her sözüne kanan, buna karşı Cemre’nin gerçeklerini görmezden gelip saçından sürükleyen Agâh’ın başlardaki doktorlara yönelik tehditkâr söylemi de ayrı bir şiddet övgüsü oldu.
Kıskançlığın kötülüğe dönüşme örneği Ceren’in annesine karşı edepsizlikleri ve ablası Cemre’nin saçlarına yapışarak kavga etmesiyle aile içi şiddetini yansıtan ‘Zalim İstanbul’da algı yaratma olarak görülebilecek bir başka şiddet tablosu, sözde mülayim anne modundaki Seher ile ortaya çıkmakta. Zengin koca avcısı Ceren’e değil de dürüst Cemre’ye kafayı takarak namus-edep bekçisi kesilen Seher, odaya kilitlediği köye göndermeye çalıştığı kızına yaptığı manevi şiddetle hem kötü bir anne modelliği yapmakta hem de ‘Kötülüğün hâkim olduğu ortamda iyiler daima ezilir’ mantığındaki baskıcılığı yüceltmekte.Ne demeli?Bu devirde, böyle kafadakilerin aile modelini dayatmak da gizli şiddet!
KARDEŞ ÇOCUKLARI’NDA ŞİDDETİN RENGİ
Aldatmalar, yalanlar üstüne kurulu düzeniyle ikinci sezona vize alan ‘Kardeş Çocukları’ da izleyici kitlesi yoğun olan şiddet içerikli yapımlardan biri olma özelliğinde. Koca dayakçılığını, üvey kızını bodruma kapatma şiddetine dönüştürerek ivme kazanan dizinin kardeş kazığıyla yol alan öyküsünde yok yok maşallah.
Şöyle ki; Umay Karay olarak tek başına mafya gibi davranan havalı hatunun yalanlar üstüne kurulu dünyasındaki anahtar sözcük ‘acımasızlık’! Bu zihniyetle öz kızlarından birini alabildiğine aşağılayarak ruhsal şiddete maruz bırakan Umay’ın, diğerinin başına gelenleri de pek önemsediği yok açıkçası. Dahası, sözde sevdiği adam olan Yıldırım’ın gerçeğe ulaşmasını engellemek adına tuttuğu Savaş’ı da harcamak için bir araç dolusu silahlı adamı yollamakta sakınca görmedi. Böylece ‘Kardeş Çocukları’nın baş şiddetçisi oluverdi Umay Hanım.
Öte yandan sakin sakin duran Hayal’in bile şiddete başvurduğu akışta Umay’ın ruhen posasını çıkarttığı kocası da nihayetinde silahla yapamadığını fare zehriyle yapma yoluna gitti. Şiddetin bulaşıcılığını gördük böylece. Psikopatlığın şımarıklıkla buluştuğu İdil deseniz… Rakibine maddeler vererek şiddet sergileyen sinsi tip olarak varlık buldu. Yıldırım’ın annesi de statü baskısıyla şiddet uygulayanlardan oldu. Ya mağdur Ümran? Şiddete şiddetle karşılık verme durumunda kalıp katile dönüştü. Sürekli atarlanan Hayat’ın da şiddete meyilli olduğu bariz.
Anlayacağınız ‘Kardeş Çocukları’nın şiddetten filizlenen öyküsünde şiddetin her rengi kendi tonunda mevcut. Şiddetin bu denli renkli ve özendirici bir dünyadan sunulmasına karşı öfkelenip morarmamak; çocuklar-aile bağlamında rahatsızlık duymamak mümkün mü?
HERCAİ’NİN KADINA BAKIŞI ŞİDDET YÜKLÜ
Ünlü filozof Thomas Hobbes, ‘İnsan, insanın kurdudur’ demiş. Günümüzdeyse bundan esinlenilerek ‘Kadın, kadının kurdudur’ deyişi çıkmış ortaya. Ama bu çıkışın boşa olmadığı kesin. Özellikle de dizilerin kadın çekişmeleri bu gerçekliğin göstergesi.
Nasıl ki, törelerin hâkimiyetindeki yöre hikâyelerini işleyen yapımlarda erkeklerden ziyade kadınların yarattığı kötülükler ve şiddet ön plana çıkmakta. Kadın kışkırtmacılığıyla şiddete başvuran erkeklerin karşın kadınların hemcinslerine bakışındaki şiddetin-öfkenin ölçüsü yok.
Nitekim sürekli ağıtların yükselmesiyle ruhumuza şiddet uygular hale gelen ‘Hercai’deki kinin ve şiddetin kökü de babaanne ve ailenin reisi konumundaki yaşını başını almış bir kadın. Kötülükler ondan kaynaklanmakta. Kendi hırsını tatmin için genç bir kızın hayatıyla oynamakta sakınca görmeyen bu kadın, kendi kız torununu düşünmeden şiddet mantığını sürdürmekte. Torunum dediği adamı yalanlarıyla dolduruşa getirip onu, bir kızın namusuyla ve duygularıyla oynatmaya yönlendirecek kadar kötü olabilmekte.
Aynı dizideki diğer kadınlar için de hemcinslerine kötülük yapmak, onların şiddete maruz kalmasını izlemek adeta bir zevk… Ki, bu diziyle ilgili görüşlerimi başka bir yazımda detaylandırmıştım zaten.
Kısacası; Erkeklerin töre ayağına şiddete yöneldiği ‘Hercai’nin kadına bakışı da şiddet yüklü!
SON SÖZ; Toplumdaki şiddet merakı mı dizilere yansıyor, yoksa dizilerin şiddet abartısı mı toplumun tutkusunu tetikliyor? Birbirlerinden ayrıştırılamayacak gibi görünse de asıl mesele örnek olmak-algı yaratmak-meşrulaştırmak bağlamında hayata yansımakta.
Mevcut haliyle kurguların kod adı ‘şiddet’ olmakla birlikte, bu klişe düzenin bir süre sonra bıkkınlık getireceği bir gerçek. Buna karşılık dozu artarak devam eden şiddetin hâlihazırda toplumsal yozlaşmada tetikleyici olduğu da akıldan çıkartılmamalı. Dolayısıyla Mahatma Gandhi’nin ‘Sevgi insanlığın şiddet hayvanlığın kanunudur’ mantığı doğrultusunda yaşayıp kurgularımızı da bu mantıkla yaratmakta fayda var diyorum.
Yaşamınızın kod adı, iyilik ve sevgi olsun. Şiddetsiz günler ve kurgular temennisiyle…
Anibal GÜLEROĞLU