Farklılıklar… İnsanların merakını olduğu kadar korkularını ve ezip yok etme dürtülerini de harekete geçiren olgular. Zira her ne kadar sıradanlıklardan şikâyet edilse ve farklılıklar için çaba gösterilse de, büyük farklılıklar anlaşılmazlıkları da beraberinde getirince korkuya neden olur. Özellikle egemen güçlerin düzenini tehdit etme kaygısı girmişse işin içine normalliğin ötesine geçenlerin yok edilme süreci kaçınılmazdır. İşte bu noktada farklılıkların dayanışması çıkar ortaya. Hani ‘Bazen büyük farklılıklar insanları birbirlerine daha da yakınlaştırır’ der ya bir anonim söz… İşte o misal!
Gel gör ki, farklı olanlara karşı sıradanlığın normalliğinde kalmayı tercih edenlerin toplumsal gücü çoğu zaman daha baskındır. Çünkü algıları yönlendirme potansiyeli bir yana, kitlesel varlıklarıyla da farklı insanları bastırmada daha avantajlıdırlar. Ortamı kontrol etme adı altında gerçekleri rahatlıkla saptırıp psikolojik motivasyon yaratabilirler. Daha da ötesi, bu güçlerini doğrudan farklı olanlar üstünde de kullanıp onları, kendi yarattıkları sahteliklere inandırabilirler. Yani farklılara, süperlere karşı bir nevi psikiyatrik atak uygulanır normal geçinenler tarafından. Üstelik bu hamleler gayet sistematik ve iz bırakmadan yapılır ki, toplum uyanıp rutininden şaşmasın. Öte yandan dışlanacağını, baskıyla yok edilmeye çalışılacağını hisseden farklılıkların kabul görmek için kötücül tavırlar sergilemeye yönelmesi, varlığıyla zıt düşenlere karşı zarar verici hale gelmesi de olası tabii. Anlayacağınız farklılıkları anlayıp irdelemek yerine onları dışlamak, yok saymak ve bastırma yoluna gitmek çift taraflı etkileşimi beraberinde getiren bir olumsuzluk.
Esasında bu iki uçlu tabloyu yaşamın içinde farklı örneklerle gözlemlemek her daim mümkün. Ayrıca farklı olanların bastırılışını resmeden pek çok kurgu mevcut sinema dünyasında. Nasıl ki, M. Night Shyamalan’ın yönetmen ve senaristliğini üstlendiği ‘Glass’ filmi bunlardan biri!
KIRILANIN ÖNÜNDE DİZ ÇÖKECEKSİN!
Çizgi romanlardan beyazperdeye sıçrayan süper kahramanların hikâyelerde, doğaüstü insanların kötülüklerle mücadelesini ve anti süperleri yenişlerini keyifle izlerken ‘Dünyada gerçekten normalin dışında özelliklere sahip süper insanlar var mıdır’ sorusu kaç kişinin aklına gelmiştir acaba? ‘Kurgu’ deyip geçtiğimiz böylesi kahramanlıkların yaşamın içinde olabileceğine kaçımız ihtimal verir? Eminim yok denecek kadar azdır. Hele de teknolojik gelişim sayesinde her türlü hilenin yapılabileceğinin bilincinde olan modern insanlar için, dini öğretiler dahi değerini yitirmeye başlamışken, ‘Süper kahraman’ olgusunun gerçeklik ihtimaline inanmak hemen hemen imkânsızdır.
Peki ya gerçekten böyleleri varsa, kendilerini baskılaya baskılaya aramızda dolaşıyorlarsa ya da dünyaya egemen güçler tarafından varlıkları görünmez kılınıyorsa? Haberlerin yönetimler eliyle şekillendirildiği, toplumsal infial yatabilecek olaylarda delillerin karartıldığı ve olanların farklılaştırılarak aktarıldığı, sırf kurulu sistem bozulmasın diye algı operasyonlarının havada uçuştuğunu düşünürsek… Süper insanların varlığı da neden olmasın!
Tam da bu noktada M. Night Shyamalan’ın orijinal üçlemesinin son halkası olan ‘Glass’ın yansıttıkları giriyor devreye.
2000 yılında seyirciye buluşup 131 kişinin hayatını kaybettiği tren kazasından sıyrık almadan sağ çıkan tek kişi olan David Dunn ile kazayla ilişkili Bay Glass’ın öyküsünü anlatan ‘Ölümsüz/Unbreakable’ filminden bu iki karakteri alıp 24 ayrı kişiliği bir arada yaşayan Kevin Wendell Crumb’ın içindeki en vahşi kişilik olan Canavar’ı (The Beast) ön plana çıkartan 2016 yapımı ‘Parçalanmış/Split’ gerilimiyle harmanlayan ‘Glass’ bu üç karakter üstünden sorguluyor süper kahramanların varlığını… Ve onlara karşı uygulanan bastırıcı taktiği!
Kevin Wendell Crumb’ın Patricia kimliğiyle açılışını yapıp sokakta terör estirmeyi youtouber fenomenliğine malzeme yapan iki serserinin ‘Bir sürü insan izler’ mantığıyla ilk mesajını vermenin ardından psikiyatristin süper kahraman yorumculuğuna girerek öyküsünü başlatan ‘Glass’, büyük gücünün yanı sıra dokunma yoluyla insanlar hakkında bilgi edinme yeteneğine de sahip olan David Dunn ile oğlu Joseph’in kaçırılan kızları kurtarma sürecinden dalar esas konuya. Çok basite indirgenmiş bir Canavar-David mücadelesinin ve her iki süperin kolayca yakalanışının ardından en ufak bir darbede kemikleri parçalanan Elijah yani Bay Glass’ı sahneye çıkartan senaryo bu üç farklı insanı kendini süper kahraman sananların tedavi edildiği bir akıl hastanesinde buluşturur. O andan itibaren de hem üçünün geçmişi hem de süperlik mi yoksa akıl hastalığı mı sorgusu ortaya çıkmaya başlar. Yanı sıra bu üçünün yakın olduğu kişilerden de sahneler izleriz, psikiyatrik analiz sürecinde. Peki, sonu nereye varır bu işin? O da filmin içinde.
Genel çerçevesini kısaca özetlediğimiz ‘Glass’ın hikâye cephesinde durum böyleyken senaryo ile ilgili yorumumuza geçecek olursak…
İlk sözümüz, senaryonun karakterlerin mazisini yansıtması üstüne olacak. Şöyle ki, senaryo üçlemenin ilk iki bölümünü izlemeyenleri düşünerek yaratılmış ve bundan ötürü kendini tekrara düşmüş gibi görülebilir. Ancak diğer filmleri bilmeyenlerin konuyu algılaması için karakterlerin ne olduğunu ve birbirleriyle bağlantısını anlatması şart. Dolayısıyla geçmişle bugün arasında bağ kurup ilerlemeyi seçen senaryoyu bu yönden eleştirmemek lazım.
Öte yandan sürpriz finalle noktalanan üçlemenin tatminsiz bıraktığı yönler de yok değil. Mesela süper kahramanların insana indirgendiği nokta daha etkili bir dille aktarılabilinirdi. Oysa senaryo bu düşündürücü olguyu filmin son kesitine sıkıştırıp oldu bittiye getirmiş. Buna karşılık kahramanların çocukluk yıllarına inip bu süreçte yaşadıkları travmaları aktararak bunların gelecekteki kişiliklerinin, zaaflarının ve takıntılarının belirlenmesinde etkili olduğunu sergilemesi gerçekçi mesaj olarak kayda değer.
Nitekim ‘Glass’ın seyircisine yönelik mesajlarının özüne indiğimizde de başı çekenin insan etkileşimi olduğunu görüyoruz. Elijah’ın hastalığından dolayı yaşayamadığı çocukluğu ve çevresindekilerin onun farklılığına karşı küçümseyici-alaycı tavrı… David’in okul çağındayken diğer çocuklar tarafından havuzda boğulmaya çalışılması… Ve nihayetinde babasının kendisini terk ettiğini sanan Kevin’ın anne baskıcılığıyla kişilik bölünmesi yaşaması… Tüm bu yaşanmışlıklar onların zayıflıklarından süperlikler üretmelerine sebep olan etkenler! Yani Bay Glass, bedeninin yetersizliğini beyin gücüyle kapatmaya odaklanıp bilişim dehasına dönüştürüyor kendini. David, kendisini boğmak isteyen çocuklara karşı güçsüz kalmanın ezikliğiyle bedensel güçte süperleşiyor. Kevin ise her cinsten ve yaştan kişilikler geliştirip zirveyi Canavar’a vererek bir anlamda hem kendisini terk ettiğini sandığı babasına, hem de sürekli otoriter-aşağılayıcı tavır sergileyen annesine karşı meydan okuyarak dünyanın yozluklarını düzeltmeye çabalıyor.
Görünürde suçlu olarak etiketlenen bu süper güçlü insanların dünyaya karşı ‘Biz varız’ deme ispatına giriştikleri ‘Glass’ filmindeki bir diğer mesaj, günümüz dünyasında kendini göstermek ve ilgi çekmek isteyenler için internetin yarattığı fırsat ortamı hakkında! Bu noktada gençlerin nasıl abartıya kaçıp çevreye zararlı hale gelebildiklerini açılışında resmeden senaryonun ‘Salt Bae gibi tuzlarız’ söylemi de işin mizahi ve fenomenliğe taş vurucu yönü.
Canavar olarak görülenlerin dahi masumiyet ve sevgi dokunuşlarıyla insanlaşabileceği mesajını veren… Yönetim kademesindekilerin kendi otoritelerini sarsıp düzenlerini bozacağını düşündükleri konularda nasıl dalavere çevirdiklerini ele alan… Akıl hastanelerinin tehlikeli çehresine ayna tutan… Ve ‘Kendine inanmak bulaşıcıdır’ söylemiyle farklılıkları baskılamak isteyenlerin sindirme operasyonuna çift yönlü bakmayı sağlayan yapımın ana fikrine gelirsek… ‘Kırılana karşı saygı duymak, kırılanın yani zayıf olanın önünde eğilip onun hakkını korumak’ öğretisi!
SONUÇTA; Mükemmel performans sergilemeyi başaran James McAvoy sayesinde kişilik bölünmelerini bir kez daha gündeme getiren ‘Glass’, dünyayı var olduklarına ikna etme hedefindeki süper insanların hem kendi aralarında, hem de kendilerine bilinçli olarak psikiyatrik vaka etiketini yapıştırmaya çabalayanlara karşı mücadelesi olarak beyazperdede.
Herkesin farklılıklarından gocunmayıp içindeki süper kahramanı açığa çıkarta zamanıdır diyerek koyalım noktayı.
Anibal GÜLEROĞLU