Gülmek… İç ve dış uyaranlara karşı gösterilen fiziksel reaksiyon olmanın ötesinde… İnsanın zihnindeki tedirginlikleri bir nebze de olsa yatıştırıp huzur veren; yaşamın kaygılarını baskılayıp güzelliklerini hatırlatan bir duygu yansıması. Nasıl ki, komedinin ölümsüz isimlerinden olan Moliere de ‘ İnsan, gülebildiği kadar insandır’ demiş.
Anlayacağınız ‘gülmek’ hayatımızda büyük bir öneme sahip. Özellikle de, her an salgının bir parçası olma tedirginliğini hissettiğimiz şu zorlu günlerde moral bulmak ve ruh sağlığımızı korumak için bu reaksiyonu tekrarlamaya çokça ihtiyaç duyarken. Lakin gerek maddi gerekse manevi açıdan o denli karamsarlık hâkim ki yaşamın gerçeklerine… Gülmek için sebep bulmakta zorlanmamak imkânsız.
Gerçi sosyal medyadaki paylaşımlar, kimilerinin ölümcül sonuçlar doğuran virüsle dahi dalga geçecek potansiyele sahip olduğunu gösteriyor ama… Yine de gerçeklere duyarlı ve kaygılı bireylerin aynı mantığa sahip olamayacağı ortada. Dolayısıyla izole bir yaşam sürmeye mecbur kaldığımız bu zor zamanlarda bizi güldürecek gerçek anlamda mizahlara ihtiyaç var.
İşte bu noktada bir kez daha kurguların varlığı bize destek verecek, motivasyon sağlayacak faktörler olarak başı çekiyor. Zira yaşamın gerçeklerine karşı kitapların veya dizilerin-filmlerin sunduğu dünyanın kurgusallığının yüz güldürme potansiyeli hemen her zaman daha yüksek. En azından kafa dağıtmaya yardımcı oluyorlar. Bu nedenle zor zamanlarda dramlardan ziyade komedilere daha çok yönelmek lazım, diyorum.
Öte yandan yapılan ‘Evde Kal’ çağrılarına karşın düzenli olarak sürdürülen dizi çekimlerinin sakıncalı olduğu gerçeği de orta yerde durmakta. Dizi setlerine ara verilmesi yolunda haklı isteklerini dillendiren çalışanlar da can taşıyor nihayetinde. Çekimlere birer haftalık aralar vermek çözüm mü? Değil tabii ama evde kalan izleyiciyi de bir şeylerle oyalamak gerek.
Hal böyleyken çekimlere verilecek aralar nedeniyle oluşacak dizi boşluğunu doldurmak için, yerli internet televizyonlarına özel çekilmiş dizilerden veya vizonda rağbet görmüş yerli-yabancı sinema filmlerinden faydalanma seçeneği öne çıkmakta.
Nasıl ki, Kanal D, daha önce BluTV’de yer alan komedi dizisi ‘Dudullu Postası’nı televizyon izleyicisiyle buluşturuyor bu süreçte. Peki, 2 Nisan Perşembe saat 20.00’den itibaren ekranda yerini alacak olan ‘Dudullu Postası’, komedisiyle insanları güldürebilecek mi? Bakalım.
DUDULLU POSTASI’NDA NELER VAR?
Serkan Yılmaz imzasını taşıyan ‘Dudullu Postası’, mizah dergisi karikatürlerinden kitaba, oradan da diziye uyarlanan bir yol haritasına sahip. 2008 yılından itibaren Penguen dergisinde yer alan ve sekiz yıl boyunca büyük ilgi görerek fenomene dönüşen karikatür serisinin neleri işlediğine bakacak olursak… Bu noktada ‘Dudullu Postası’nın içeriğini, özünde Türkiye’yi özetleyen bir semtin hikâyesi, olarak yorumlayabiliriz.
İlk etapta semt özelliğiyle dikkat çeken eserde tüm olay bununla sınırlı değil tabii. Temelinde ulusal gazetelere özenen, fakat aslında gazeteciliğin vasıflarından pek de nasiplenememiş olan bir yerel gazete yani ‘Dudullu Postası’ da önemli bir yere sahip. Zira gazeteciliğe iğnelemelerde bulunan bu hikâyenin lokomotifi, köşe yazarı Asım Bey!
Asım Velioğlu, idealist ve aydın biri. Gurmelikten, sanattan da dem vuran bu duayenin en önemli kusuruysa, kafasına aldığı darbelerden olsa gerek, pek mantıklı düşünememesi. Aslında kendi de kişiliğindeki deli yönün farkında olan Asım Bey’i hikâyede ayrı bir yere koymamızın asıl sebebine gelince… Onun deliliğinden gelişen yönlendiricilik mantığı!
Şöyle ki; Serinin en renkli karakteri sayılan Asım Bey, toplumun kendinden daha mantıksız davrandığını, yaşananların anlamsızlığını gözlemledikten sonra insanlara karşı kendi deliliğini, ‘ulaşılması gereken ideal’ olarak sunmayı seçiyor. Bu süreçte de hem hayatın gerçeklerini evire çevire karikatürize ediyor, hem de okurunu güldürüyor layıkıyla.
Peki, farklı türlerin izleyicisini çekmek için kolları sıvayarak ‘Dudullu Postası’nı uyarlama riskini göze alan BluTV’den Kanal D’ye transfer olan dizinin içeriği hangi potansiyelde?
Gerçek şu ki; Objektif bir bakışla değerlendirdiğimizde… Büyük umutlarla başlanılan, lakin devamını pek de istenen biçimde getiremeyip finalle noktalanan ‘Dudullu Postası’, güçlü kadrosuna rağmen işin hakkını yeterince veremeyenler kategorisinde duruyor gibi!
Buna karşılık Güven Kıraç, Erkan Can, Taner Ölmez, Hazar Ergüçlü, Bülent Şakrak, Ayda Aksel, Ahmet Rıfat Şungar, ÖzgürEmre Yıldırım, Aslı Bekiroğlu, Gözde Çığacı, Levent Tülek gibi isimlerin yer aldığı içeriğe tamamen olumsuz gözle yaklaşmamak lazım. Zira BluTV’deki yayını süresince olumsuz yönde eleştireni de oldu, beğeneni de.
Kısacası; Onur Ünlü’nün yönetmen koltuğunda yer aldığı yapım, ikileme açık bir iş konumunda. Dolayısıyla bu duruma açıklık getirmek için her iki yönden de değerlendirmede bulunmak şart.
İlk bölümünü ‘kayıp babalar’ı arayarak başlatan dizinin başlangıçtaki en önemli olumsuzluğu, akıştan kaynaklanmakta. Temponun yavaşlığından dolayı sıkıcı hal alan ilk bölüm içeriğinde mizah yönünün kuvvetli olduğunu da söylemek pek mümkün olamıyor açıkçası. Oyunculuklar da bu olumsuzluktan etkileniyor haliyle. Böylece sergilenen mizah ve performans bir zorlamayla, söylem tutukluğuyla yürütülmüş havasına bürünüveriyor. İnternet ortamının özgür söylem dilinden ziyade, sanırsınız ekran kaygısı taşınarak yaratılmış gibi duruyor... Ki, internetten ekrana aktarılma olasılığının yüksekliğinde bu kaygının pek de yersiz olmadığı gerçeğini göz ardı edemeyiz.
Öte yandan Onur Ünlü’nün ‘Leyla ile Mecnun’ performansına takılıp kalanların… Yönetmenin her işini sürekli bu geçmişte kalan yapımla kıyaslamaya kalkışıp ondan bir iz arama çabasında olanların ‘Dudullu Postası’na yönelik olumsuz eleştiri girdabına kapılmasının yanlış olduğunu da söylemek isterim. Neticede her yeni yapımı kendi iç dinamikleriyle değerlendirip eleştirmek doğru olacaktır. Aksi takdirde o işe verilen emeklerin hakkını yeriz.
Bu mantıkla 2018 yapımı dizinin artılarına bakacak olursak…
Haber yaptıklarını zannederken, kendi komik hikâyelerini anlattıklarının farkında olmayan gazetecilerin gazetesi ‘Dudullu Postası’, aslında yabancısı olmadığımız bir yaşam sunuyor bize. Sıra dışı semtin, sıra dışı insanlarının gözünden anlatılan hikâyedeki kahramanlar fazlasıyla tanıdık. Mahallenin ele avuca sığmaz gençleri, umutsuz ev kadınları, hayal dünyasında yaşayan genç kızlar ve halı saha maçında kaybolan babalar… Bunların arasından sıyrılanlarsa gazetecilik yapmak için gecesini gündüzüne katan Asım Bey, abisi tarafından eve hapsedilen Melis, Melis’e âşık Tayfur, güvenlik ve namus takıntılı Eyüp ve mahallenin aykırısı Sebati! Tüm bunlar ve nicesi, klişe gibi dursalar dahi, ‘Dudullu Postası’nın absürt komedisini yaratmak için yeterli malzemeyi verme kapasitesinde.
Ayrıca içeriğin Onur Ünlü yönetmenliğinde, eleştirilsin veya beğenilsin, bir şekilde kendi özgünlüğünü yakaladığını da belirtmek isterim. Nitekim ilk altı bölümden sonra değişime uğrayıp karakterlerin başından geçenlere odaklanılması bunun göstergesi.
Ne var ki, Serkan Yılmaz’ın ‘Dudullu Postası’na aşina olanlar için dizideki senaryonun yansıttıklarının yetersiz kaldığı da meydanda. Çünkü karikatür olarak Türkiye genelindeki yanlışlara işaret eden, basın özgürlüğü gibi önemli detaylara dair aksaklıkları ele alan… Bu meyanda Asım Velioğlu karakteri üstünden medyaya da eleştiri getiren bir yapıya sahipti. Anlayacağınız ifade dili ve yaratılan atmosfer, diziye kıyasla daha özgür ve çok yönlüydü. Dizi, bu eleştiri enerjisini aktarmaktan uzak kalınca, ‘Burası Dudullu, burada imkansız yoktur’ diyen yapımın absürt komedi haliyle benimsenmesi de zorlaştı.
Diziyle ilgili olumlu detaylar cephesinde, felsefeyle karışık mesajcılığın komediye malzeme yapılmasını da vurgulamadan geçmeyelim. Absürt komedilerin temel olayı bu olsa da, her işin kendi içinde bir orijinalliği bulunmakta… Mesela kömür yokluğuyla-bolluğunu özdeşleştiren anne-kız sohbeti de buradaki yansımalardan!
SONUÇTA; Karikatür serisinden uyarlanarak içerik geliştirme yönünden ufkunu geniş tutan… Lakin orijinal mizahla uyarlamanın komedi yönü istenilen biçimde bağdaşamayınca izleyicinin algı düzeyine hitap edemeyip final durumunda kalan… Baştaki olumsuzluğu kırmak için devamında, rüyalarla-bilinçaltlarıyla isyanlara ve felsefeye oynayıp türünün diğer örnekleriyle kıyasa zemin yaratma hatasına düşen ‘Dudullu Postası’, mizah algısına kurban absürt komedi talihsizliğini yaşayanlardan olsa dahi, şu ortamda kafa dağıtmak için rahatlıkla izlenebilir. Hatta çok kasmadan izlenirse, yeterince güldürür bile… Her ne kadar finale doğru kara film olma yolunda ilerlese de!
Anlayacağınız‘Dudullu Postası’nda eleştirmek isteyene de, gülmeye niyetlenene de çok şey var. Dolayısıyla bu dizide de, tıpkı virüse karşı yapılan ‘‘Kendi OHAL’ini kendin uygula’’ tavsiyesinde olduğu gibi, herkes kendi komedi anlayışından sorumlu olup izleme kararını kendi belirleyecek. Hadi bakalım…
SON SÖZ: Fransız yazar ve sanat eleştirmeni Charles Baudelaire’den gelsin… ‘Komiklik ve gülme kapasitesi gülendedir, gülünende değil’.
Anibal GÜLEROĞLU
guleranibal@yahoo.com
www.twitter.com/guleranibal