Uyarlama olayı, dizi dünyasında sıkça karşılaştığımız ve ele aldığımız bir konu malumunuz. Mevcutlara sürekli yenileri eklendiği için de bir türlü gündemimizden düşmeyecek gibi görünüyor. Peki, ikide bir üstünde durduğumuz uyarlama ne ifade ediyor? En basit biçimde tanımladığımızda… Uyarlama, yerli olmayan bir yapıtı yaşam ve inanç bazında yerlileştirmek. Yani mevcut olanı, hedef kitlenin beklentilerine adapte edip yeniden yaratmak.
Bu doğrultuda uyarlamalara, ‘Orijinallerini taklidi’ mantığıyla yaklaşsak yeridir. Kötü bir şey mi bu ‘Taklit’ durumu? Şayet iyi-başarılı olanların taklidinin yapıldığını düşünürsek… Hele bir de taklitte başarı çıtası yüksekse… Kesinlikle hayır. Nasıl ki, ‘İyi bir taklit, kusursuz bir yaratıştır’ demiş ünlü filozof-yazar Voltaire. Dolayısıyla biz de yeni sezon için planlanan uyarlamalara ön değerlendirmede bulunurken bu gözle bakmaktan yanayız çoğunlukla. Öte yandan yorumlarımızda haksızlığa veya abartıya mahal vermemek için öncelikle orijinallerine başarıyı getiren nitelikleri vurgulamayı da bilmek gerek. Nitekim AY Yapım imzasıyla yaratılacak olan ‘Call My Agent’ uyarlamasına bu hassasiyetle yaklaşıyoruz.
Hal böyleyken dördüncü sezonuyla noktayı koyacak olan Fransız dizisinin olası Türkiye adaptasyonuna karşı ‘Bu uyarlama tutar mı’ sorusunu yönelttiğimizde… Gerek orijinal yapıtla, gerekse yerli uyarlama projesiyle ilgili olarak bazı hassas faktörler çıkıyor karşımıza. Nedir bunlar? Kısaca bakalım…
HAKKINI VEREREK ‘MENAJERİMİ ARAYIN’ DİYEBİLİR MİYİZ?
2015 yılında ‘Dix Pour Cent’ orijinal adıyla izleyicisiyle buluşan Fransız yapımı dizi yayınlandığı ülkelerde izlenme rekorları kıran bir iş. Dolayısıyla yerli adaptasyonun hem senaryo açısından hem de canlandırma yönünden aynı oranda hakkını vermesi şart! Bunu sağlayabilmenin şaşmaz formülüyse, orijinalin her yönüyle iyi özümsenmesinden geçiyor.
52 dakikalık altışar bölümden oluşan sezonlarıyla Netflix’te yer alan yapımın en önemli özelliğini vurgulamaktan konuya girecek olursak…
İçeriğinde Fransız kurgularının inceliklerini alabildiğine yansıtan ve ‘Call My Agent’ olarak da bilinen dizinin baş özelliği, ‘Cesaret’! Şöyle ki; Menajerlere, oyunculara, sektöre ve arada medyaya yönelik gerçekçi söylemleri dillendirirken gayet cesur hareket eden, olumsuzluklarla ilgili lafını esirgemeyen bir senaryo var karşımızda.
Paris’te ünlü isimlerin menajerliğini üstlenen bir ekibin rekabetçi dünyasına dalıp onların kişisel ve mesleki yaşamlarını hikâyeleştirirken ünlü Fransız oyuncuları da konuk edip gerçeklerle daha çok özdeşleşen senaryo, bu ışıltılı dünyada dönen dolapları, dost görünenlerin arkadan attıkları kazıkları, kirli rekabetçiliği, şişik egoları, ünlülerin yaşlılık-istenmeme gibi kaygılarını ve yüzde on alarak çalışan menajerlerin çevirdikleri oyunları hiç çekinmeden yansıtıyor izleyicisine.
Peki… Aralarında Dominique Besnehard’ın da bulunduğu ekip tarafından kaleme alınan orijinalin senaryo kanadında tablo bu denli cesarete ve öz eleştiriye dayanıyorken bizim diziciler hakkını vererek ‘Menajerimi Arayın’ diyebilir mi? Uyarlama başarısının büyük ölçüde senaryoya bağlı olduğu gerçeğinde, olası yerli uyarlamanın içeriği aynı cesareti gösterebilecek mi? Sektörü oluşturan unsurlar, Fransız orijinalindeki gibi kendi kendiyle yüzleşip olumsuz yönlerini taşlayabilecek mi? Yoksa zaman zaman kara mizaha bağlayıp yanlış anlaşılmalardan beslenerek ilerleyen içeriğin menajerlik ve oyunculuk gerçeklerine dair tüm olayı, ‘Yalan Dünya’ misali dokunuşlarla mı kısıtlı kalacak? İşte bütün mesele bu!
Gerçek şu ki; eğer izleyicinin içselleştirerek izleyeceği, mesajları vurucu ve net olan bir senaryoyla uyarlama gerçekleştirilmezse, ‘Dix Pour Cent/Call My Agent/Menajerimi Arayın’ tadından uzaklaşılması kuvvetle muhtemel. Umudumuz, Yelda Eroğlu’nun kaleminde.
Başarı için çok önemli olan bu saptamayı yapmanın ardından gelelim orijinalin başarısına büyük katkıda bulunan oyuncu performansı ve yapım kalitesi detaylarına…
Genel itibariyle hikâye yönünden ele alındığında Türk izleyiciye hitap gücü yüksek olan Fransız dizisinin özünü çekici kılan şey, ince düşüncelerle donatılmış yapmacıksız karakterleri! Oyuncuların performans gücünü de, abartılara veya kaba esprilere gerek duymadan yol alan bu karakterler yükseltiyor zaten.
Bundan dolayı Juliette Binoche, Monica Belluci, Jean Dujardin, Cecile de France gibi ünlü isimlerle yaratılan özel bölümlerin yer aldığı orijinal dizide içeriğin su gibi akıp gitmesini sağlayan karakterlerin her birinin kendine özgü hikâyesinin olması ve bunların özel hallerle yansıtılmasındaki doğallık, uyarlama sürecinde asla yabana atılmaması gereken detaylardan.
Oyunculuklarını beğendiğim Canan Ergüder ve Barış Falay’ın performansından yana şüphem yok kesinlikle. Canlandıracakları karakterlerin hakkını en doğalından vereceklerdir. Şayet karakterler, orijinali aratmayacak düzeyde gerçekçilikle yaratılırsa bir sorun çıkmaz kısaca. Ancak burada benim takıldığım bir husus var. O da, Fransız dizisindeki gibi gerçek ünlülerin kendi kimlikleriyle yapımda yer alması durumunda ne denli samimi olunacağı… Orijinalindeki gerçekçilik ve cesaretle mi kendilerini oynayacaklar yoksa rol mü kesecekler? Göreceğiz.
İlaveten uyarlamanın tutması için Paris atmosferini solutan ve görüntü yönetmenliğinde de başarıyı yakalayan orijinal diziyle aynı kalitede ve renklilikte bir yapım gücü de lazım.
Anlayacağınız hakkını vererek ‘Menajerimi Arayın’ demek, kolay görünen ama inceliklerine uyma gereğinden dolayı, özünde zor olan bir uyarlama durumu yansıtıyor. Malzemesi bol bir iş olmasına karşın eleştirel söyleminde cesaretini konuşturamadığı takdirde bu malzemenin ve dahi yaratılacak karakterlerin koflaşacağı da muhakkak. O nedenle özgünlükleri orijinale adapte edip yönetirken, sektörel gerçekçilikten ve eleştirel özgürlükten taviz vermemek şart.
SONUÇTA; Şayet yeterli özen ve gayret gösterilirse, başkalarının özgünlüklerini taklit ederek iyi şeyler üretmek, başarılı uyarlamalar ortaya çıkartmak elbette ki mümkün. Dolayısıyla AY Yapım ‘Call My Agent’ olayını ilgi çekici adaptasyonla geliştirmeyi başarabilen bir mantıkla işe koyulursa, uyarlama, aslını aratmayacak düzeyde performans sergileyebilir ve rahatlıkla tutar. Lakin bu meyanda, sürekli uyarlama hevesinin peşinden koşturmanın yaratıcılığımızı körelteceği gerçeğini de unutmamak gerek.
Yeni sezon uyarlamalarımızın bize neler göstereceğini merakla beklerken… Bu noktada her daim özgünlükten yana olan tavrımızı takınıp, ‘Karga bülbülü taklit edeyim derken, ötmeyi unutmuş’ diyen atasözünü ve kişisel gelişime dair eserleriyle öne çıkan yazar Dale Carnegie tarafından dillendirilen ‘Başkalarını taklit etmeyelim, benliğimizi bulalım ve biz olalım’ öğüdünü hatırlatarak koyalım noktamızı.
Anibal GÜLEROĞLU