‘Nasıl geçti habersiz’ dedirten ve salgının sebep olduğu sıkıntılarla keyif kaçırtan bir yazın sonuna yaklaşıyoruz. Önümüzdeki günler, durgunluk ve kaygı yönünden geride bıraktıklarımızı aratacak mı, bilinmez ama kendi normaline kaldığı yerden devam eden kurgu dünyası durgunluktan silkinmiş görünüyor. Şimdilerde oldukça iddialı ve hareketli durumda.
Bu doğrultuda yeni sezon dizilerinin tanıtımları da yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı. Her kanal elini güçlü tutma kaygısıyla hareket ettiği için yapımcılar proje üretme yarışında adeta. Medyadaki haberlerden de görüleceği üzere, salgın kısıtlayıcılığına rağmen dizi sektörümüz hız kesmeden proje üretmeye soyunmuş. Eskilerin yanı sıra her türden yeni yapımın hazırlıkları sürmekte. Biz de aralarından ruha dokunuşlarıyla dikkatimizi çeken iki yeni diziye ön değerlendirmede bulunup sizlerle paylaşmak istedik.
ÇÖP APARTMANI’NDAKİ HAYAT APARTMANI…
Şimdilerde pek rastlamasak da ‘çöp ev’ haberleri bir ara oldukça sık yer buluyordu medyada. Hatta dört yıl önce Kadıköy’de iki kardeş, kendilerine ait olan tarihi binada ellerine geçeni biriktirip, mahalleliyi canından bezdiren ‘çöp apartman’ yaratarak medyaya konu olmuşlardı. Daha önce
‘Her durumdan vazife çıkartmak’ insanların hızlı etkileşimli yaşam rutininde bir geleneğe dönmüş durumda adeta. Eğrisine doğrusuna, yerlisine yersizine bakılmadan fırsatı kaçırmamaya yönelik işgüzar mantık giriyor devreye ve hemen kollar sıvanıyor. Kurgucular da bundan geri kalmamak için ellerinden geleni yapıyorlar doğrusu. Nasıl ki, farklı biçimlerde vazife çıkartmalara sahne olan pandemi yani salgın sürecinde dizi sektörünün duruma uygun icraatlarını gördük hep birlikte.
Nitekim ‘‘Pandemi’den komedi çıktı’’ dedirten içeriğiyle varlık göstermeye hazırlanan ‘Süt ve Kurabiye’ isimli komedi dizisi de, bu vazife çıkartma alışkanlığının bir yansıması olarak, sahnede yerini almak için gün saymakta.
SALGINA ‘SÜT VE KURABİYE’ BAKIŞI MI DEDİNİZ?
‘Süt ve Kurabiye’dendi mi hemen 80’li yılların sonunda TRT’de yayınlanıp günümüze kadar hafızlardan silinmeyen çocuk programı ‘Susam Sokağı’ gelir aklıma… Ve tabii doymak bilmeyen iştahıyla tabağındaki kurabiyeleri lüpleyip ‘Bir bardak da süt lütfen’ diyen sevimli Kurabiye Canavarı! Gerçi aynı isme sahip olan ve süt-kurabiye ikilisine kavuşma isteğine karşılık bulamamış küçük bir kızın bu hayal kırıklığıyla baş etme öyküsünü anlatan ‘Milk
‘Her şerde bir hayır vardır’ der büyüklerimiz. Virüs salgınıyla gelen zorunlu kısıtlamalar da bu tarz bir durum yarattı. Olumsuzluktan, olumlu haller yakalanır oldu. İnsanların çoğunu daha temkinli davranmaya yönlendirirken, sosyalleştikçe yalnızlaştığımız modern yaşam düzeninde aile-ev ortamı gibi unutulmaya yüz tutan değerleri daha bir öne çıkarttı sanki bu pandemi süreci!
Nitekim diziler ve filmler de bu doğrultuda kişilerin ev ortamında faydalandıkları en önemli eğlence kaynağı haline geliverdi. Gerek dijital platformlardaki, gerekse ekranlardaki yapımlara yoğunlaşıldı ister istemez. Sinemaların henüz eski vizyon performanslarına ulaşamadıkları gerçeğinde, beyazperde dışında da kayda değer işlerin varlık göstereceği ispatlandı adeta.
‘The Platform’, ‘The Old Guard’ gibi filmlerini izleyicisiyle buluşturan Netflix… ‘Tedavi/TheCured’, ‘Cennet Projesi/Lazarus Project’, ‘Mayın/Mine’gibi kaliteli yapımların ilk gösterimlerini gerçekleştirerek izleyicilere ev ortamında sinema zevki tattıran FilmBox misali platformların yanı sıra ekranlarda da sinema şöleni yaşanır oldu. Nasıl ki bu hususta TRT’nin de önemli katkılarda bulunduğu bir gerçek.
’12 Punto TRT Senaryo Günleri’ ile
Her şeyin tadı gönül rahatlığıyla, huzurla çıkarmış ya… Aylardır Demokles’in kılıcı gibi tepemizde sallanmayı sürdüren pandemi olayı da tadını tuzunu kaçırdı her şeyin. Doğal olarak ekranlar da nasiplendi bu durumdan. Neyse ki yaz dizileri çıktı da, bir parça hareketlilik geldi ortama. Arka arkaya sıralanan yaz dizileri hem kısıtlamalarla gelişen yenilik boşluğunu doldurdular, hem kafamızı dağıtmamıza yardım etmeye giriştiler, hem de dizi yokluğundan durağanlaşan televizyon gündemine taze kan pompalayıp eleştirel malzeme yarattılar.
Nitekim komedi mantığıyla ‘Gençliğim Eyvah’ demenin ardından ego patlaması yaşayan ‘Bay Yanlış’ın sürüsüne bereket yanlışlarıyla karşılaştık. Ardından daha eli ayağı düzgün bir romantik komediye niyetlenenler, halim selim ‘Sen Çal Kapımı’ dedirtti bize. Nihayetinde ilk bölümüyle Total’de üçüncü AB’de beşinci sıradan reyting yarışına dâhil olarak bir parça hayal kırıklığı yaratan… Ancak ikinci bölümde Total’de birinci, AB’de ikinci gelip durumu toparlayan ‘Çatı Katı Aşk’ da bu sürecin bir parçası olup yerli dizi kanadından renk kattı yaz gecelerimize.
Gerçek şu ki, rekabet rahatlığından dolayı reyting kaygısının pek yaşanmadığı bu dönemde yaz
İnsan doğasının en güçlü ve temel duygularından biridir aşk… Özünde basit gibi görünür bu vazgeçilmez duygu. Ama bir o kadar da tanımlaması zordur aşkı. Gel geçtir, uçarıdır, maymun iştahlıdır. Kimi zaman ayakları yerden keser, hata üstüne hata yaptırır kararlarda… Bazen de zaman hüzne dönüşür, huzur bırakmaz insanda. Biyolojik dürtülü heyecan olarak tanımlayanı da vardır aşkı, romantizmle yoğrulmuş sevgi ilişkisi olarak göreni de!
En nihayetinde, bedeli acı çekmeyle ödenen bir mutluluktur aşk… Tıpkı edebiyatımızın ünlü isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Aşkın kötü tarafı insanlara verdiği zevki, eninde sonunda ödetmesidir. Şu veya bu şekilde. Fakat daima ödersiniz’ cümleleriyle işaret ettiği gibi! Buna karşılık aşksız yaşanamayacağı da bir gerçek.
Nitekim yaşamın ötesinde aşk, kurguların da temel direği konumunda. Dolayısıyla çetrefilli aşklar, imkânsızlıklara meydan okuyarak yaşanan derin sevdalar evire çevire işlenir kurgu dünyasında. Özellikle bizim senaryo yaratıcılarımızın vazgeçilmezidir aşk. Üçgenler kurmanın ötesinde farklı dinden, farklı kültürlerden, farklı yaşam standartlarından çiftler yaratarak aşk öyküsü geliştirmeyi pek severler. Zira farklılıkları
Ekranların yaz klasikleridir… Romantik komediler ve aile dizileri. Her sezon bitiminde ağır içerikli, ağıtlı-kavgalı diziler dinlenmeye çekilirken yerlerini daha kafa dağıtıcı, neşelendirici yapımlara bırakırlar. Nasıl ki, salgının özel şartlarıyla normalleşmeye çalıştığımız bu süreçte de ekranlardaki bu rutin değişmedi. Yavaş yavaş kendine gelmeye başlayan dizi sektörü, gecikmiş sezon finallerini gerçekleştirirken, bir yandan yaz dizilerini izleyiciyle buluşturma bir yandan da yeni projeler yaratma evresinde.
Nitekim Kerem Bürsin ile Hande Erçel’in başrolündeki romantik komedi ‘Sen Çal Kapımı’, FOX ekranında yerini almak için 8 Temmuz Çarşamba tarihini beklerken, ‘Öyle Bir Geçer Zaman Ki’ dizisinin tekrarlarıyla büyük ilgi gören Kanal D’nin yeni romantik komedisi ‘Çatı Katı Aşk’ da 9 Temmuz Perşembe akışında izleyiciyle buluşacak.
Yeni diziler ekran sınavı için gün sayadursun… Öte yandan kimi yapımlar da kadrolarını oluşturup çekim hazırlıklarını sürdürmekte. Misal… Star TV’nin ‘Call My Agent’ uyarlaması ilk bölümünde Tuba Büyüküstün sürprizi yapmaya hazırlanıyor. ‘Gençliğim Eyvah’ ile yaz komedisini tattıran ATV’nin NTC Medya imzalı iddialı projesi ‘Maria ile Mustafa’sı
Savaşlar, sevdalar, hırslar, umutlar… Ve sayısız hayal kırıklığı... Dünyanın gözdelerinden olan İstanbul harmanının unsurları. Sayısız söz söylenmiş, eser yaratılmış İstanbul için. Lakin onu anlamanın en iyi yolunun, büyük hayallerle gelinen İstanbul’un gerçeklerini yaşamak olduğu da muhakkak. Zira ‘‘Ya ben İstanbul’u alırım, ya da İstanbul beni” diyen Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u olanca şanıyla almış almasına ya, tarihten bugüne nice umutlar harcanıp gitmiş, hayatlar sönmüş İstanbul sevdasında.
Anlayacağınız İstanbul masallarının sonu her zaman arzulandığı şekilde gelmemiş. Nasıl ki, Yeşilçam filmlerinden televizyon dizilerine, kurgular da bu hakikati bolca işleyerek hatırlatmış bizlere. Bunun en son örneğini, ekrana veda eden ‘Zalim İstanbul’da gördük nitekim. Umutlar, ikiyüzlülükler, arkadan iş çevirmeler, hırslar, yalanlar, zalimlikler, aşklar ve her şeye rağmen galip gelmek uğruna yitip giden hayatlar… ‘Zalim İstanbul’un içeriğini şekillendiren bu unsurlar, kırsaldaki yaşam seviyesini yükseltme hayalciliğiyle İstanbul’a koşanların gerçekleriyle örtüşmenin ötesinde, ders niteliğinde çıkmıştı karşımıza. Hal böyleyken biz de ‘Zalim İstanbul’dan kalanlara değinerek bu
Uyarlama olayı, dizi dünyasında sıkça karşılaştığımız ve ele aldığımız bir konu malumunuz. Mevcutlara sürekli yenileri eklendiği için de bir türlü gündemimizden düşmeyecek gibi görünüyor. Peki, ikide bir üstünde durduğumuz uyarlama ne ifade ediyor? En basit biçimde tanımladığımızda… Uyarlama, yerli olmayan bir yapıtı yaşam ve inanç bazında yerlileştirmek. Yani mevcut olanı, hedef kitlenin beklentilerine adapte edip yeniden yaratmak.
Bu doğrultuda uyarlamalara, ‘Orijinallerini taklidi’ mantığıyla yaklaşsak yeridir. Kötü bir şey mi bu ‘Taklit’ durumu? Şayet iyi-başarılı olanların taklidinin yapıldığını düşünürsek… Hele bir de taklitte başarı çıtası yüksekse… Kesinlikle hayır. Nasıl ki, ‘İyi bir taklit, kusursuz bir yaratıştır’ demiş ünlü filozof-yazar Voltaire. Dolayısıyla biz de yeni sezon için planlanan uyarlamalara ön değerlendirmede bulunurken bu gözle bakmaktan yanayız çoğunlukla. Öte yandan yorumlarımızda haksızlığa veya abartıya mahal vermemek için öncelikle orijinallerine başarıyı getiren nitelikleri vurgulamayı da bilmek gerek. Nitekim AY Yapım imzasıyla yaratılacak olan ‘Call My Agent’ uyarlamasına bu hassasiyetle yaklaşıyoruz.
Hal böyleyken dördüncü sezonuyla