Yaşam, insanlara verilmiş büyük bir hediye mi, ceza mı bilemeyiz ama yaşam ve ölümün varlık ile yokluğun iç içe geçmişliğini; bunların insan iradesi dışında gelişen durumlar olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zira şimdi var olan, tüm canlılığıyla karşımızda duran bir an sonra yok olabiliyor kolayca ve elimizden hiçbir şey gelmiyor buna engel olma konusunda. Nasıl ki ünlü yazar Lev Tolstoy da ‘Yaşam ince bir cam gibidir, beklenmedik bir anda kırılabilir’ diyerek bu hassasiyeti dile getirmiş en basit tanımlamayla!
Hastalıkları ve ölümü bir anda karşımıza çıkartma gücüne sahip hayatın bu acı gerçeğine karşı, ‘insan çaresizliği’ hayli dramatik bir durum. Lakin sağlığına-varlığına şükretmeyi bilmeden hayatla cebelleşip duran insanların yaşananları geride bırakıp yoluna devam etme özelliği, bu dramatikliği aşıp ölüm gerçeğini unutmada oldukça etkili. Nitekim böylesi dramatikliklerin kurgularda bolca yer alması, hastalıklar ve acılar üstünden prim yapılamaya çalışılması da insanlığın ölümü kolayca kabullenişinin neticesi!
Mutluluğun hiç umulmadık biçimde hüzne dönüşmesi… Kadere duyulan öfkeyle gelişen sorgulamalar… Çare arayışlarının kabullenişe vardığı tükenme noktası… Ve bolca
Eskiye duyulan özlem, eskilerimizden vazgeçememek çoğumuzun yaşadığı hisler… Zira günümüz dünyasında yaşananlar eskiyi mumla aratacak türden genelde. Dolayısıyla eskiler baş tacı edilmekte. Hatta öyleleri var ki yıllar geçtikçe daha da değerlenmekte. Nasıl ki, edebiyatımıza büyük katkılarda bulunan Namık Kemal de ‘Eski başkadır, eskimiş başkadır. Nice eskiler var ki hiç eskimez’ sözüyle kimi eskilerin her daim önem taşıyabileceğini ortaya koymakta. Dahası her eskinin bir yenilik doğurma kapasitesine sahip olabileceğini de unutmamak lazım.
Nitekim modasından sanatına, yaşam alışkanlıklarından siyaset âlemine kendini gösteren bu gerçeklik kurgu dünyasında da geçerli. Yerlisinden yabancısına pek çok eski yapım, sıkça yeni versiyonlarıyla piyasaya sürülmekte. Yabancılar eski filmleri yeniden yorumlayarak ve teknolojik yaratıcılıklarla zenginleştirerek seyirciyle buluşturmayı tercih ederken, konu darboğazı yaşadığı açık seçik gözlemlenen dizi sektörümüz de eskiye rağbet hususunda Yeşilçam filmlerinin nostaljisine sımsıkı sarılıp birbirinden türemiş gibi duran basit işlere imza atma kolaycılığını seçmekte. Eskinin nimetlerinden ayaküstü yararlanma merakı o denli arttı ki diziciler,
Her daim aklımı kurcalayan bir konu olmuştur… İyilik-kötülük ikilemi! Zira çocukluğumuzdan itibaren dikte edilen, dini ve ahlaki temaların ana nasihati ‘iyilik’ ne hikmetse bizi aşağı çeken bir unsur olmuştur sürekli. Nasıl ki, iyiliğin öğütlenmesine karşın kötülüğün yükselen değer olduğu gerçeğinde, insanları eze eze bir yerlere varanların yaptıkları yanlışlardan kolayca yırttıkları ve çoğunlukla kazançlı çıktığı aşikâr. Kuşkusuz bunun böyle olmasında iyiliğin türlü gerekçelerle pasifleştirilmesi, buna karşılık kötülüğün alkışlanması da büyük etken. Nitekim Şemseddin Sami’nin ‘Bir kötülüğü beğenen, onu işleyenden daha kötüdür’ sözü de kötülerin işi azıtmasında, yükselen değer olmasında onlara gösterilen tahammülün ve ilginin katkısını vurgulamakta. Hal böyleyken yaşamdan kurgulara, kötülüğün gölgelediği iyiliğin varlığı da hep göstermelik kalmakta. Ne acı!
Bu gerçekler ışığında ekrandaki dizilerin mantığını yorumladığımızda, öykülerin gerçek yıldızlarının kötü karakterler olduğu, senaryoların bunlar üstünden gelişim ivmelerini yakaladıklarını görüyoruz. Dahası izleyicinin, iyilerden ziyade kötülere karşı sempati beslediği de bir gerçek. Dolayısıyla yerli dizilerin çoğunda
İnsanların gelecekteki başarıları üstünde nasıl geçmişte yaptıklarının etkisi varsa, ulusların ilerlemeleri ve yükselerek varlıklarını sürdürmeleri de tarihteki yönetimlerin gücüyle-icraatlarıyla bağlantılı büyük ölçüde. Ulusların başına geçenler kararlı ve sağlam adımlar atarlarsa şayet, kendilerinden sonra gelenlerin de ufkunu genişletmiş olurlar genelde. Bunun için de vizyon sahipliği, büyük adam olma nitelikleri şart. Nitekim ‘Herkes tarih yapabilir ancak sadece büyük bir adam tarih yazabilir’ demiş Oscar Wilde.
Kuşkusuz bu noktada tarih yazan kişilerin büyük adamlığı kadar tarihi aktaranların bakış açısının ve yorumunun da önemli olduğu gerçeğini unutmamak lazım. Zira türlü gerekçelerle tarihi kişilerin gerçeğin ötesinde sunulmaları, maksatlı biçimde kötülenmeleri veya mitleştirilerek gereğinden fazla yüceltilmeleri her daim mümkün.
Nasıl ki, tahttan indirilirken ‘33 sene millet ve devletim için, memleketimin selameti için çalıştım. Elimden geldiği kadar hizmet ettim. Hâkimim Allah ve beni muhakeme edecek de Resulullah’tır. Bu memleketi nasıl buldumsa, öylece teslim ediyorum; hiç kimseye bir karış toprak vermedim. Hizmetimi Cenab-ı Hakkın takdirine bırakıyorum. Ne çare
Sezonun açılmasıyla birlikte eskilerini döndüren ve yeni yapımlarını ekrana süren kanallar, yaz döneminde başlattıkları işlerin rekabet güçlerini de gözden geçirir oldular. ‘Kocaman Ailem’, ‘Darısı Başımıza’ gibi yapımları yaz sonunu beklemeden yollayan televizyon dünyasında, gün değişiminden etkilenmeyip zirvedeki yerini koruyan ‘Erkenci Kuş’un başarısına karşın diğer yaz diziler aynı oranda ilgi göremedi.
Nasıl ki Show TV, yaz dizisi olarak ilgi çeken ‘Meleklerin Aşkı’nı da yeni sezona sarkıtmak yerine 11’inci bölümde noktalayıverdi. Bu doğrultuda, Star’ın ‘Nefes Nefese’si ve FOX’taki ‘4N1K İlk Aşk’ için de reyting bahanesiyle final söylentileri çıkartılmakta. Maalesef aynı durum Kanal D’nin ‘Koca Koca Yalanlar’ı için de geçerli.
Hakan Yılmaz, Evrim Alasya, Selen Uçer, Pelin Öztekin, Ferdi Sancar, Rüzgâr Aksoy ve Tuğçe Karabacak’ın başrolde yer aldığı dizi esasında ekrandaki komedi eksiğini gidermek için birebirdi. Gerek oyunculuk gerekse içerik açısından potansiyele sahip olan ve yayına giriş zamanlaması açısından yaz dizisi handikabını da aşan yapımın yeni sezon umudu rahatlıkla vardı. Lakin ihaneti ballandırarak ilk adımı atmasıyla yaratılan tepkisel bakış açısı ve yaz
Aniden değişen hava durumuyla sonbaharın ayak seslerini hissettiğimiz, okulların açılmasıyla iyiden iyiye kış moduna bürünmeye başladığımız Eylül ayını yarılarken Show’un ‘Keşke Hiç Büyümeseydik’ demesinin ardından gelen, eskisinden yenisine, dizi atakları sezonun tam gaz başladığının habercisi oldu. Nasıl ki ATV’nin dizi hamlesi de ‘Bir Zamanlar Çukurova’…
Erken kalkan yol alır mantığının ne oranda doğru olduğunu ‘Bizim Hikâye’nin bulunduğu Perşembe akışının zorlu rekabet ortamında test etmek istercesine varlık gösteren… Kadrosunda; Vahide Perçin (Hünkâr Yaman), Uğur Güneş (Yılmaz), Murat Ünalmış (Demir Yaman), Hilal Altınbilek (Züleyha), Bülent Polat (Gaffur), Turgay Aydın (Sabahattin), Selin Yeninci (Saniye), Sibel Taşçıoğlu (Şermin), Selin Genç (Gülten), Polen Emre (Fadik), Mustafa Açılan (Veli), Serpil Tamur (Haminne) gibi isimlerin yer aldığı ve oyuncu isimlerinden ziyade içerikle vuruculuk sergileme iddiasını baştan hissettiren dizide neler bulduğumuza gelince…
BİR ZAMANLAR ÇUKUROVA’NIN KONU HARMANI
Yıldız Tunç’un senaryosu ve Faruk Teber’in yönetmenliğiyle ekrana taşınan dizi, Tims&B Productions yapımı bir iş. Yöresi ve dönemselliğiyle ilgimi çekmeyi başaran
Şimdilerde pek önemsenmese ve görülmese de eskiler bilirler… Dükkânlarda ‘Müşteri velinimetimizdir’ şeklinde yazılar bulunurdu. Nitekim rahmetli babamızın işyerinde de ‘Allahın dediği olur’ levhasına ilaveten bu yazı vardı.
Biz de bu düsturla büyüdüğümüzden müşterimiz olan okurlarımızı her daim velinimetimiz olarak görüp onlardan gelen isteklere kalemimiz elverdiğince değinmeye çalışmışızdır. İşte bugün de yaşamdan kurgulara, göze batanlara değinirken böylesi bir okur isteğini de aktaracağım izninizle. Buyurun başlayalım gözümüze değenlere…
KEŞKE HİÇ BÜYÜMESEYDİK
Hangimiz ‘Keşke hiç büyümeseydik’ dememişizdir bir vesileyle? İlerleyen yaşla birlikte üstlenilen sorumluluklar ve karşılaşılan sıkıntılar sonucu illa ki dökülmüştür dudaklarımızdan, ‘Keşke hiç büyümeseydik’ sözü. Şimdilerde bu söz ekranlarda can bulmakta…
Show TV’nin yeni dizisi olarak rekabete soyunan ‘Keşke Hiç Büyümeseydik’, adından ve tanıtımlarından anlaşılacağı üzere, geçmişin güzelliklerini bugünün pişmanlıklarıyla iç içe geçiren, eskiye özlem niteliğinde bir iş. Zaten bana göre tanıtım sahnelerindeki nostaljik hallerle dönem dizisi niteliğini çok net sergileyen yapımın en önemli özelliği de bu. Zira
Çocukluğumuzdan itibaren özlemle beklediğimiz… Yıllar içinde, gelenekleri yaşamanın güzelliğinden ziyade, tatil ve eğlence aralığına dönüşen bayramlar büyük-küçük herkesin hayatına renk katan zamanlar. Daha doğrusu ‘zamanlardı’ demek lazım. Zira bayram kavramını ‘yollara dökülme’ olayına çeviren insanların sabırsızlığı, bencilliği ve kendilerine aşırı güven cehaletleri sonucu meydana gelen trafik kazalarının ekranlara yansıyan bilançosu, son dönem bayramlarının karanlık ve acı verici halini sergiler oldu. Nasıl ki bu yıl da 100’ün üzerinde ölümlü kaza haberleri yer buldu medyada.
Öte yandan bayramın iç bunaltan tablosu bu kadarla kalmıyor. Çeşitli sebeplerden dolayı bayramda evden uzaklaşamayanlar için yegâne eğlence aracı olan ekranların da durumu her geçen bayram daha da içler acısı olmakta. Eskiden özel programlarla bayram yayınlarını hazırlayan kanallar iyiden iyiye boşladılar. Özellikle mayo-şortlarla, bornozlarla bayram ziyaretinde bulunmanın marifetmiş gibi magazinde parlatılarak laçkalığın yükselen değer haline getirildiği bu bayram, televizyon kanallarındaki tablo tam anlamıyla bir fiyaskoydu. Ne bir hazırlık vardı, ne de eğlencenin adı.
Bayramın aşırı sıcaklar ve