İzleyicinin gönlüne dokunabilen dram ağırlıklı işlerde, birkaç fire dışında, başarısını kanıtlayan ve AB grubunda ‘Sen Anlat Karadeniz’i geçerek dördüncü olup Total’de 10’unculukta kalan ‘Vurgun’la iyi bir açılış yapıp bunu perçinleyen FOX’ta yer almasını uzun süredir beklediğimiz bir yapım var… Amerika’nın bir numaralı aile drama dizisi olarak görülen ve insanların severek izlediği bir yapım olan ‘This Is Us’ın uyarlaması ‘Hayat Gibi’!
Ekrana çıkışı sürekli ertelenen hatta yayınlanmayacağı söylentilerine bile maruz kalan bu yapımın yeni yılda devreye sokulacağını umuyorduk. Ancak yılın ilk ayı biterken henüz ekrana çıkamayan dizi, adının değiştiği ve yayının Şubat sonlarına sarkabileceği haberiyle yer aldı gündemde. Bu da haliyle şaşırttı bizi. Zira orijinalinin gürültüsüz-entrikasız bir akışla yol alan; ilişkilerin güzelliğini, hüznü ve tebessümü harmanlayarak hissettiren sıcacık bir aile işi olduğunu düşünürsek ‘Aile’nin yani eski adıyla ‘Hayat Gibi’nin de izleyici üstünde olumlu etki yaratıp başarıyı yakalama ihtimali oldukça yüksek görünüyordu.
Peki, hal böyleyken isminin neden ‘Aile’ye dönüştürüldüğüne bir türlü anlam veremediğim ‘Hayat Gibi’nin yayını niye sürekli
Farklılıklar… İnsanların merakını olduğu kadar korkularını ve ezip yok etme dürtülerini de harekete geçiren olgular. Zira her ne kadar sıradanlıklardan şikâyet edilse ve farklılıklar için çaba gösterilse de, büyük farklılıklar anlaşılmazlıkları da beraberinde getirince korkuya neden olur. Özellikle egemen güçlerin düzenini tehdit etme kaygısı girmişse işin içine normalliğin ötesine geçenlerin yok edilme süreci kaçınılmazdır. İşte bu noktada farklılıkların dayanışması çıkar ortaya. Hani ‘Bazen büyük farklılıklar insanları birbirlerine daha da yakınlaştırır’ der ya bir anonim söz… İşte o misal!
Gel gör ki, farklı olanlara karşı sıradanlığın normalliğinde kalmayı tercih edenlerin toplumsal gücü çoğu zaman daha baskındır. Çünkü algıları yönlendirme potansiyeli bir yana, kitlesel varlıklarıyla da farklı insanları bastırmada daha avantajlıdırlar. Ortamı kontrol etme adı altında gerçekleri rahatlıkla saptırıp psikolojik motivasyon yaratabilirler. Daha da ötesi, bu güçlerini doğrudan farklı olanlar üstünde de kullanıp onları, kendi yarattıkları sahteliklere inandırabilirler. Yani farklılara, süperlere karşı bir nevi psikiyatrik atak uygulanır normal geçinenler tarafından. Üstelik bu
Yeni başlangıçlar, yeni umutlar derim ya her zaman… Gel gör ki heyecanla beklenen yeni başlangıçlar bir parça aksaklıklarla yüzünü gösterebiliyor bazen. Bu yıl da benim için öyle oldu. Rahatsızlığımdan dolayı ne merakla beklediğim ‘Vuslat’ın davetine icabet edebildim, ne de yazı yazabildim. Lakin bu süreçte sağlığın her şeyden önemli olduğunu da çok net anladım. Hani Kanuni, ‘Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi’ demiş ya… Herkes bu sözü çok iyi özümsemeli bence. Neyse efendim cümlenize iyilikler dileyip lafı uzatmadan ekranda yer almaya hazırlanan farklılıklarla ilgili iki örneğe geçelim.
GÜNLÜK DİZİYE FARKLI BİR TAT
2019 yılının ilk haftalarında dizi yayınlarını tatile sokan ve reklam gerekçesiyle bu süreci önceki yıllardan bir parça daha uzun tutan özel kanallara karşın TRT 1’in yayın politikası malumunuz. Mevcut yapımlarının yeni bölümlerini ekrana getirmenin yanı sıra yeni dizilerini de devreye soktu… Ki bence bu taktik yeni işlerin özel kanalların dizileri arasında kaynayıp gitmemesi adına oldukça akılcı bir adım oldu! Nitekim kritiğini daha sonra yapacağım ‘Vuslat’, ilk bölümüyle Total’de altıncı, AB’de ikinci gelerek bunu ispatladı. Sırada fragmanlarıyla dahi
Yılbaşı gecesi ‘Kalk Gidelim’ ve ‘Elimi Bırakma’ dizilerinin oyuncularını ‘Aileler Yarışıyor’da hararetli bir mücadeleye sokup ‘‘Ege’nin Hamsisi’’nin büyük sürprizler içeren finali için de yılın sonunu tercih ederek diziye adeta jest yapan TRT 1, yeni yapım atağını sağlam adımlarla sürdürüp yeni yılda da dizilerde yakaladığı çizgisini bozmamakta kararlı görünüyor. Bu doğrultuda 2019’un başlarında iki fark yaratacak yapım daha izleyiciyle buluşacak… ‘Vuslat’ ve ‘Tek Yürek’! Bu iki yapımın fark yaratma özellikleri nedir derseniz… Kısaca ele alıp değerlendirelim birlikte.
KADİR DOĞULU’NUN DÖNÜŞÜMÜ ‘VUSLAT’TA!
Vuslat… Kimilerine göre sevilene kavuşup sevinci yaşamak… Kimine göre ayrılık korkusunun başlangıcı… Kimine göre de ecel beklentisi… Nasıl ki, ‘Öğreneceksin yüreğim! Öğreneceksin… Dünyanın hasret, ölümün vuslat olduğunu’ demiş Hz. Mevlana! Bu noktada bize göreyse, yapımcılığını A23 Medya’nın üstlendiği, yönetmen koltuğunda Murat Onbul’un oturduğu, senaryosunu ise Betül Yağsağan’ın kaleme aldığı bir dizi hali, ‘Vuslat’…
Tanıtımında ‘Oyun altıyla başlar’ diyerek Aziz’in mezardaki görüntüsünü verip ilk andan merak uyandırmayı başaran ‘Vuslat’, yapım bilgilerinden
Bir alanda doğru değerlendirme yapabilmek için eleştirilerle övgülerin dengesinde şaşmamak gerektiğini sıkça dile getirmişimdir. Nitekim özel kanalların işleri de, 1968’deki ilk deneme yayınından günümüze çeşitli aşamalardan geçen devlet televizyonculuğunun sundukları da aynı mantık çerçevesinde gözlemlenip yorumlanmalı.
Gerçek şu ki, yayıncılığını-haberciliğini ister beğenin ister beğenmeyin... Kimi zaman gerçekçi canlandırmalarıyla yükselttikleri karakterlerden dolayı, kimi zaman da genç kesime hitap etme gücü yüksek çiftler yarattıkları için mevcut ekran yüzleri arasından sıyrılmayı başaran isimlerin kadrolarında boy gösterdiği bir TRT yayıncılığı var karşımızda. Bu da bize TRT’nin dizi projelerinde günü yakaladığını ve izleyici nabzına göre şerbet verme felsefesini doğru kullanmayı becererek daha geniş kitlelere hitap etme hedefini göstermekte.
Dolayısıyla izleyicide benzeri türden işler yapılması yönünde yoğun beklenti uyandırarak günümüzde dahi kendini özlettiren ve geçmişteki bir yazımda FOX’a transfer olduktan sonra iş yapmama gerekçesini dillendirdiğim ‘Zengin Kız Fakir Oğlan’ dizisiyle aile komedisine yeni bir soluk katan… Altuğ Küçük’ün kalemiyle bize yabancı
‘Yaşadığımız her an kendi hakkını ister’ demiş Goethe. Lakin yaşamın içinin hakkı verilmeyen anlarla, işlerle dolu olduğu da muhakkak. Bundan dolayı hakkını alabilmiş olanların değeri artıyor, ardında iz bırakabiliyor. Nasıl ki ekranların unutulmazları arasına girebilen ve efsaneye dönüşebilen işler de bu bağlamda değerlendirilmesi gerekenlerden. Gioberti Ailesi’nin maceralarını konu alan ve ülkemizde de beğeniyle izlenen ‘Şahin Tepesi’ de bu kategoride yer alanlardan. ‘Falcon Crest’ orijinal adıyla, 1981-1990 yılları arasında fırtına gibi esen ve 227 bölümle televizyon dünyasının unutulmazları arasına giren dizinin dikkat çeken özelliklerinden biri de, pek çok ünlü ismi bünyesinde barındırmasıdır kuşkusuz.
Üzüm bağlarına sahip olan ve bunu akrabasına kaptırmamak için mücadele veren Angela ile ailesinin iyi-kötü çatışmacılığı üstüne kurulu ve entrikalarla örülü öyküsünü TRT ekranından anlatan dizide lüks arabasıyla göz kamaştıran Lorenzo Lamas tarafından canlandırılan torun da yakışıklı ve çapkın karakter olarak vazifesini layıkıyla yapardı. Evin çalışanının olaylara dâhil olup ortada dönen paralardan nasiplenmek için uğraştığı ‘Şahin Tepesi’ndeki miras kavgası mahkeme
‘Hayat zafer değil savaştır’demiş gerilim filmlerinin unutulmaz yaratıcısı Alfred Hitchcock. Her yaşın ve ortamın kendine göre mücadelelerle dolu olduğunu düşünürsek, hayatın karşılıklı çarpışmalarla ve irili ufaklı yıkımlarla geçtiğini söyleyebiliriz rahatlıkla. Bu çarpışmalardan doğan gelişmelerde kişisel gücün payı olduğu kadar kaderin ve tesadüflerin etkisinin büyüklüğü de muhakkak. Neticede önemli olansa yaşanan çarpışmalardan kazançlı taraf olarak çıkabilmeyi başarmak!
Nitekim zorlu rekabetçiliğin sürdüğü ekranlarda birbirlerini kırdırmacasına yarışa sokulan dizilerin, reyting kıyımcılığıyla daha zorlu hale gelen, çarpışmaları için de aynı yaklaşım geçerli. Tek farkla… Ünlü isimlerle doldurulan yapımlar, varlıklarını kalıcı kılabilmek ve kazançlı çıkabilmek adına kıyasıya çarpışırken kazanan taraf olma konusunda kaderden ziyade hikâye gücünün ve tesadüfün etkisi görülmekte.
Şimdilerde ekranda yeni bir çarpışma mevcut… Büyük beklentiyle doğan ve ekran ömrü baştan biçilen AY Yapım imzalı ‘Çarpışma’! İsmi ortaya çıktığında bana Güven Kıraç, Cengiz Bozkurt gibi sanatçıların yer aldığı ‘Kavşak’ filmini hatırlatan… Farklı karakterlere odaklanıp bunların hayatını kazayla
Hani mezarlık kapısına yazıldığında tartışmalara neden olan ve sıkça kullanıldığı halde özünden pay çıkartılma hususunda boş geçilen ‘Her canlı bir gün ölümü tadacaktır’ sözü var ya… İşte bu cümle her insanın ve dahi her işin yol haritası olmalı aslında! Neden derseniz… Zamanın boşa harcanması ve anlamsızlıklar üretmek, bu hakikati akıldan çıkartmamakla sağlanabilir büyük ölçüde de ondan. Ne var ki kolaycılıktan medet uman insanoğlu ölümün varlığını da, ‘son’ kavramını da düşünmekten hoşlanmaz. Dahası başkalarıyla ilgili olarak bunları dile getirirken, aynı akıbetin kendisi için de geçerli olduğunu hiç düşünmez. Oysa hayatın kanunu, her canlının bir gün ölümü tadacağı yani bu dünyadaki rolünü noktalayacağı, her başlangıcın bitişe varacağı üstüne yazılmıştır.
Nitekim bu kanun ekranda varlık bulan diziler için de geçerli. Dolayısıyla ‘Her dizi bir gün finali tadacaktır’ diyoruz. Ancak tıpkı insanların ölüm olgusunun varlığını kabullenemediği gibi dizicilikte de yola çıkılırken final durumu akla getirilmek istenmez pek. Bundan dolayı da planlı programlı hareket edilmeyerek yakalanan ekrana çıkma fırsatı boşa harcanır. Böylece zamansız ölümlerin acılığı misali hiçbir şeyi