Değerli okurlarım, eski Yunanda “Polis” sözcüğü “kent” demektir. Bizim dilimizde ise sivil otoriteye bağlı kentlerde asayişi korumak üzere kurulan güçtür “Polis”. İngilizce’de kullanımda genellikle “Police Force” diye geçer. “Polis Gücü” (Şehir gücü) anlamındadır. Amerika’da da, diğer medeni ülkelerde de polis sadece kısa menzilli silahlarla donatılmışlardır. Özel güçleri de dahil olmak üzere kentlerde görev yapar. Bu ülkelerde polisin kırsal terörle mücadelede yeri yoktur.
Amerika’da İkiz Kulelere yapılan saldırıdan sonra kurulan “Department of Homeland Security” adlı yeni bakanlığın da emrinde istihbarat (Gizli Servis) örgütü vardır ama polis gücü yoktur.
Şimdi bizim polis teşkilatında ağır silahlarla donatılmış şehir dışında PKK ile mücadele edecek “Özel Harekat Birlikleri” oluşturacağımız anlaşılıyor. Doğrusu bunua normal düşünce çatısı altında anlam veremiyorum:
1. Öncelikle 1980 öncesinde “Pol-Bir” ve “Pol-Der” oluşumlarını unutmayalım. Ordu ve polis birliklerinin birbirleri ile mücadelesi ihtimalinin nasıl bir risk oluşturacağını düşünelim!
2. Ordumuzun Özel Harp Dairesi var, komando birlikleri var. Profesyonel askerlerden oluşmuş “uzman çavuş” kadroları var. Jandarmamızın Özel Harekat Birlikleri var. Burada da komando ve özel savaş eğitimi görmüş subay ve astsubaylara ilaveten özel eğitimli “profesyonel uzman çavuşlar” yer alıyor. Ordunun ve jandarmanın özel harekat birliklerinin yapamadığı neyi polisin özel harekat birlikleri ile yapacaksınız?
3. Silahlı kuvvetlerimiz 2000’li yıllara gelindiğinde silahlı terör örgütünü bitirmemiş miydi? Suriye sınırına birliklerimizi dayayıp Suriye’nin Öcalan’ı ülkeden çıkartmasını sağlamamış mıydı? Onu adım adım İtalya’da Yuna-nistan’da, Afrika’da izleyip Batı istihbarat birimlerini bize teslim etmeye zorlamamış mıydı? Silahlar susmamış mıydı? Arkalarında siyasi iradenin desteği olduğunda aynı şeyşi tekrar yapamazlar mı?
3. Değerli dostum Ekrem Pakdemirli Cihan Haber Ajansı’nın 24 Temmuz tarihli bülteninde bu konuda beyanat veriyor. Haberden aktarıyorum:
“Ekrem Pakdemirli, son olarak 13 askerin şehit olduğu Silvan saldırısında hayatını kaybedenlerin arasında neden hiçbir subay bulunmadığını sordu.”
Biraz insaf! Ben size hemen ezberimden çatışmalarda şehit olmuş üç subayın ismini sayayım: Üsteğmen Mustafa Çuhadar, Üsteğmen Çetin Aylar, Yüzbaşı Barış İbrahim Yurtseven. Konunun uzmanları eminim daha çoğunu sayarlar! Ayrıca geçen Cuma günü Şemdinli’de çatışmada yaralanan subayın da pazar günü Gata’da şehit olduğunu hatırlatayım. Peki siz hiç şehir içindeki çatışmalarda şehit olmuş bir il, ilçe emniyet müdürü, karakol amiri, üst rütbeli emniyet görevlisi duydunuz mu? Duymazsınız çünkü onların görevi de subaylarınki gibi çatışmaları yönetmektir, fiilen eline silah alıp savaşmak değil.
Şimdi elimizi vicdanımıza koyalım, silahlı kuvvetlerimizi böylesine yıpratmak kimin çıkarına hizmet eder. Doğal olarak silahlı kuvvetlerin içinden de yanlışlık yapan, kötülük yapan, işkenceye karışmış insanlar çıkabilir. Bu insanları süratle bulup cezalandırmak ayrı şeydir.
Sırf geçmişte bir subay tarafından kötü muameleye uğradık, veya bir şekilde aşağılandık diye veya bilemiyeceğim başka sebeplerle silahlı kuvvetleri yıpratıp, erleri ve astsubayları veya onların ailelerini subaylara düşman edecek ifadeler kullanıp, silahlı kuvvetlere alternatif güçler oluşturup, yıpratıp görev yapamaz hale getirmek kimin çıkarınadır?
Bu soruyu iyi düşünmemiz gerekir, değerli okurlarım.