SEVGİLİ okurlarım, denetlenemeyen kudret insanoğlunu baştan çıkarır!
Avrupa yüz yıllarca kudretini Tanrı’dan aldığına inanılan Papa’ların taç giydirdiği krallar tarafından yönetildi. Bunlar yüzlerce yıl insanoğlunu Tanrı’nın ilahi kanunları ile yönettiklerini savundular.
İşte bu Allah’a dayandırılan, eleştirilemez, karşı durulamaz kudrete sahip olan Papalık ve krallar yüzyıllar boyunca engizisyonlarla insanlığa etmedikleri zulüm, etmedikleri işkence bırakmadılar.
Sonuçta Hıristiyan dünyası bu Allah adına insanları idare ettiğini iddia eden despotlardan yakasını çok uzun süren büyük mücadelelerle, ayaklanmalarla ve ihtilallerle kurtardı. İlk önce 30 Yıl Savaşları (1618-1648) olarak tarihe geçen büyük kırımlar yaşandı. Katolik ve Protestan krallar arasındaki bu tükenmeyen savaşlar sonucunda din adamlarının yorumladığı kurallarla insanların yönetilemiyeceği anlaşıldı. Din ve devlet işleri ayrıldı.
Daha sonra Amerika’da koloni halklarının İngiliz Krallığı’na karşı ayaklandığı Amerikan İhtilali (1775-1783) ve Fransız halkının ayaklandığı Fransız İhtilali (1789-1799) sonucunda demokrasi yönetimleri kuruldu. Demokrasiler halkın ve özellikle ABD’de General George Washington yönetiminde ordunun despot yönetimlere karşı ayaklanması ile ortaya çıkmıştır. Bir kere kurulduktan sonra da, yasalar yeni despotların ortaya çıkamaması için önemli sigortalarla donatılmıştır. Liderler tek başına bırakılmamış, bakanlar kurulları ön görülmüş. Liderler ve bakanlar kurullarını denetlemek üzere parlamentolar kurulmuştur. Liderleri, bakanlar kurullarını ve parlamentoları denetlemek üzere de kudret sahiplerinden bağımsız çalışacak ve millet adına karar verecek, bizim de “Bağımsız Yargı” dediğimiz, mahkemeler öngörülmüştür.
* * *
Anayasalarla güvence altına alınan bu demokrasi düzeninin bütün çabası kudret hırsı olan despotların yönetime hakim olup halkın üzerinde yeni baskı ve korku rejimleri kurmasını engellemektir. Ancak, ne yazıktır ki zaman zaman bütün bu önlemlere rağmen, demokratik mekanizmalarla iktidara gelmiş, ama sistemi halkın duygularını sömürerek dejenere eden despotlar ve politik partiler görülmüştür. İtalya’da 1922-1943 arasında ülkeyi yöneten Faşist Parti ve onun başkanı Benito Mussolini, Almanya’da Nasyonal Sosyalist Parti ve onun lideri Adolf Hitler, Filipinlerde Milliyetçi Parti Başkanı Ferdinand E. Marcos, Arjantin’de de Juan D. Peron, demokratik rejimlerden yararlanarak iktidara gelmiş diktatörlerdi.
Ne dine dayalı, ne hamasi nasyonalizme dayalı yönetimler, ne de yolun başında kitlelerin omuzda taşıdığı liderler, ellerine güç geçtiğinde halklarına zulüm yapmaktan kendilerini alakoyamamışlardır. Başta hangi parti olursa olsun güçlü ve kitleler üzerinde etkili bir muhalefet ve uyanık, eğitimli, özgürlüklerinin değerini bilen bir halk demokrasinin en büyük sigortasıdır.
* * *
Uzun bir aradan sonra, CHP ilk defa olarak yeniden büyük bir kitle partisi olmak için çaba içindedir. Yıllardır özlemini çektiğimiz değişiklikleri yapmaktadırlar. Bunun için de Türkiye’nin demokrasiyle yönetilmesinin önemini kavramış vatandaşlardan gönüllüler topluyorlar. Halka şimdiden hizmet üretmek, iktidar adayı bir parti olabilmek için.
Bu çabanın demokrasimiz için büyük önemi olduğunu düşünüyorum, sevgili okurlarım.