SEVGİLİ okurlarım, işin ciddiyeti kalmadı!
BDP başkanı KCK/TM davası süresince 1000 kişinin terör örgütüne katılmak üzere dağa çıktığını ileri sürüyor. Sözleri aynen şöyle:
“Son iki yıl içerisinde yani bizim partimize gelip başvuran ailelerin sayısı, çocuğum dağa gitti diyen ailelerin sayısı 1000’i bulmuştur. Bin genç bu KCK operasyonları nedeniyle dağa gitmiştir. Bunun hesabını kim verecek? Hani dağa gidişin yollarını kapatacaktınız? Hani bu ülkeye barışı getirecektiniz? Dağa giden 1000 gencin hesabını kim verecek?”
Böyle bir iddia ciddi bir siyasi parti lideri tarafından yapılamaz. Ülkenin yasaları çerçevesinde bir grup Türk vatandaşı tutuklanmış. Bunların terörist oldukları iddia ediliyor. Bu sanıklar Türkçe ifade vermiyorlar. Yani kaba güçle, Türkçe bilmelerine rağmen mahkemeye Kürtçeyi resmi bir işlemde kullandırtmak istiyorlar. Türkçe bilmeyen sanık ve tanıklar için mahkeme zaten bir tercüman atamakla yükümlü. Her vakit de yapılıyor.
Burda sanıkların yapmak istediği bir dayatma, bir emrivaki ile Kürtçeyi resmi dil haline getirmektir. Bütün bunlar konuşulabilir! Ne zaman. PKK silahlarını bırakıp gelip adalete teslim olduğu zaman!
* * *
Sanıklar ifade vermedikçe dava erteleniyor. BDP başkanı da “Ey Türk devleti gördün mü? Bak senin hakimlerin Türkiye mahkemelerinde Kürtçe konuşulmasına izin vermiyor. Kürt gençleri de KCK operasyonları yapıldıkça, mahkemeleri de uzadıkça dağa çıkıp terörist oluyorlar! İşte bundan da sen sorumlusun! Ver bakalım bunun hesabını!” Söylenen gerçekten budur!
Bakın siz işe, gençlerin terörist olmasından kendileri sorumlu değil, terör örgütünü kuranlar değil, onları dağa çıkmaya ikna edenler değil, dağa çıkanları kahramanlaştıran, bir eforik özenti yaratan BDP liderleri değil, PKK değil, KCK değil! Ya kim? Ülkenin yasalarını uygulamaya çalışan, terörü bitirmeye çalışan devlet sorumlu! Gökten kafamıza dolu yağsa devlet sorumlu! Biraz izan! Biraz da insaf gererkli!
İspanya da BASK terörünü sona erdirmek istiyor. Ama orada terör örgütü ETA, Ocak ayı başında süresiz ve kalıcı ateşkese hazırlandığını ilan ettiği zaman Başbakan Zapatero, “Biz ETA’dan teröre kesin bir son vermesini, silahlarını bırakmasını istiyoruz!” demişti!
Teröre nasıl son verilebileceğini öğrenmek için Tamil Kaplanlarının yarattığı terörü Sri Lanka’nın nasıl bitirdiğini incelemek gerekir. Ben 31 Ağustos 2010 tarihli köşe yazımdan küçük bir bölüm alıyorum:
“Tamil Kaplanları, 2000’li yıllara gelindiğinde 65 bin kilometre karelik bu ülkenin dörtte birini fiilen kontrol ediyorlardı. ‘Kara’, ‘Deniz’ ve “Hava” Kuvvetlerinden oluşan orduları, polisleri ve uluslararası düzeyde ciddi yapılanmaları ve parasal destekleri vardı. Ama 21 milyon nüfuslu, kişi başına geliri 3 bin 500 doların altındaki fakir ve küçük Sri Lanka, Tamil Kaplanları’nı Mayıs 2009 da, tam 33 yıl ciddi ve kararlı bir mücadele yürüttükten sonra mağlup etti. Tamil Kaplanları mağlubiyeti kabul etti. Silahlarını bıraktı ve teslim oldu.
Sri Lanka’da şimdi gerek sivil örgütler, gerekse devlet yaraları sarmak, mağduriyetleri gidermek için kurul ve komisyonlar kurdular. Her iki taraftan da savaş suçluları mahkemelerde hesap veriyor. Barışı inşa ediyorlar. Tamil halkı da normal yollardan politikaya giriyor, haklarını arıyorlar.
Kan durdu, silahlar sustu!...”
Tabi artık dağlara da aileler çoluk çocuk piknik için çıkıyorlar, değerli okurlarım!
BLOG
OLCAY SAĞ: Ali Nail Bey, yazılarınızı zevkle okurum. Sanatla ilgili yazınızdaki fevkalade zarif tenkidiniz için sizi kutlarım. Ben de bir sanatkar olarak sizinle aynı görüşteyim. Sanata saygıyı hep desteklerim. Yalnız bu gibi olaylar o kadar sıklaştı ki. Hem moralimizi bozuyor, hem de bizleri kamplaştırıyor diye düşünüyorum. Büyüklerimizden daha hassasiyet bekliyoruz.