DEĞERLİ okurlarım geçen yazımda başkanlık rejiminin “kuvvetler ayrılığı” prensibinin bir sonucu olduğunu yazmıştım. Demiştim ki, yargının, hükümet ve parlamentonun etkisinden kurtulup bağımsız kararlar verebildiği rejimler “parlamenter” rejimlerdir. Ama parlamentonun da hükümetin etkisinden kurtulduğu ve icranın başının (Başkanın) da doğrudan halk tarafından seçildiği, rejimlere ise “Başkanlık Rejimi” denmektedir.
Bu gün başkanlık rejimlerinin demokratik rejimler olarak kalabilmeleri için hangi şartların gerekli olduğu üzerinde durmak istiyorum. Çünkü gerçek odur ki bizim gibi az gelişmiş ülkelerde başkanlık rejimleri genelde demokrasi imiş gibi görünen dikta rejimlerine dönüşüyor. Bunun olmaması için neler gerekiyor, bunlara bakalım:
1. Herşeyden önce başkanlık rejimlerinde parlamenterler (Milletvekilleri ve senatörler), doğrudan doğruya partiye kayıtlı ve aidat ödeyen üyeler veya üyelerin seçtiği delegeler tarafından seçiliyor. Partinin ve parti genel başkanının atadığı “delegeler”in aday belirlemesi söz konusu olmuyor. Böylelikle her parlamenter parti başkanının boş kağıtlara imza attırdığı, tarihsiz istifa mektupları imzalattırdığı “kulları” olmuyor.
2. Başkan adayları, eğer parlamentoda üye (Milletvekili) iseler bu görevlerinden istifa ediyorlar, parlamento ile ilişkilerini kesiyorlar. Parti başkanı iseler başkanlığı bırakıyorlar.
3. Bakanları başkan seçiyor. Bakanlar parlamento üyesi olamıyor.
4. Parlamentonun, başkanın seçtiği bakanları onaylamak veya reddetmek yetkisi var. Ama reddettiği aday yerine yenisini seçemiyor.
5. Başkanlık belirli bir süre ile (bir dönem iki dönem; 4 yıl 8 yıl gibi) sınırlandırılıyor.
6. Parlamenterler başkanın ve bakanların (icranın) etkisinden tamamen kurtuldukları için vicdanlarının ve seçmenlerinin sesini dinliyorlar. Böylelikle parlamento, hükümet üzerinde çok ciddi bir denetleme yapabiliyor. Parlamento belirli bir yasal prosedüre uymak kaydı ile başkanı, bakanları ve en üst bürokratları görevden alabiliyor.
Bu sistem parlamenter sistemden daha karmaşık ve tehlikeli. Seçmenin ortalama eğitim seviyelerinin yüksek olmasını gerektiriyor. Aksi takdirde yukardaki şartlardan bir ikisinin değiştirilmesi ile kolayca despot bir rejime dönüşebiliyor.
Parlamento’ya seçilecek adayların bu gün bizde olduğu gibi başkanca atanan delegeler tarafından belirlenmesi, başkanın görev süresinin uzatılması veya sınırsız kere yeniden seçilmesine olanak tanınması gibi değişikliklerden herhangi bir veya ikisi Başkanların “Diktatör” e, ülkenin de bir “Muz Cumhuriyeti” ne dönüşmesine kolayca neden olabiliyor.
Özellikle karizmatik başkanların, devletin bütün olanaklarını kullanarak yürüttükleri coşkulu kampanyalar eğitim seviyesi düşük, demokrasi tecrübesi sınırlı olan topluluğun tehlikeyi görmesini kolayca engelleyebiliyor. Anayasa değişiklikleri büyük oy çoğunluğu ile seçimle gelmiş bir başkana “Dikta” yetkileri sağlayabiliyor.
Bizde başkanlık sisteminin nasıl sonuçlanacağını çok iyi düşünmeliyiz, değerli okurlarım!...