DOĞRUSU, Türkiye Amerika’dan bir başka görünüyor. Amerika durağan, steril, ihtiyar gördüğü Avrupa’yı büyük oranda gündeminden çıkarmış. Genç, büyüyen, dinamik ekonomilere ilgi duyuluyor. Çin, Uzakdoğu’nun hızlı büyüyen ekonomileri, Hindistan, Rusya ve Amerika’nın gündeminde. Ekonomi ile ilgili yazıların merkezinde bunlar var. Geçmişte Türkiye’nin gündeme gelmesi ancak olumsuz olaylarla mümkündü. Ama bu sefer Türkiye’nin yükselen ülkeler arasında yerini almış olduğunu izledim. Türkiye gerek ekonomik büyümesi ile gerekse İstanbul’un kültürel zenginlikleri ile sık sık basında ve TV programlarında olumlu olarak yer alıyordu.
Orada bulunduğum 3 hafta içinde Wall Street Journal’da, Washington Post’ta, Time Dergisi’nde, The Economist’te ve Charlie Rose adlı TV pogram yapımcısının kendi adıyla yapıp sunduğu çok izlenen ciddi söyleşi programında Türkiye vardı. Bir de Citibank’ın İstanbul’u tema alan mükemmel yapılmış “advertorial” uzunluğundaki reklam programı da bizim için kıvanç verici idi.
The Economist dergisinin resmi görüşünü yansıtan uzun makalede, Avrupa’da ve Amerika’da Türkiye aleyhine sık tekralanan görüşler teker teker ele alınıyor ve çürütülüyordu. Makalenin kapanış cümlesinde de bu yazılanların Economist’in resmi görüşü olduğu açıkça vurgulanıyordu. Ciddiyeti ile tanınan Ekonomist’ten böylesine açık bir desteğin sık görülen bir olay olmadığını vurgulamalıyım.
Charlie Rose ise şöylesi için çağırdığı politikacıları köşeye sıkıştırıp zorlaması ile tanınan bir sunucu. Ancak programına çağırdığı Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan’a Türkiye’de olsa “Çanak” diye tanımlanabilecek sorular sordu. Cevaplar zaman zaman sorulan soru ile ilişkisiz olsa da üzerine gitmedi. Besbelli ki Türkiye’ye sempati ile yaklaşıyor, zorlamıyordu.
Bu olumlu yaklaşımlar Türk ekonomisinin ve tabiidir ki diplomasisinin gösterdiği başarının sonucu olabilir ya da Amerika’da Türkiye’nin medya ilişkilerini yürüten şirketlerin başarısı olabilir. Bunu bilmiyorum! Ama konuya sadece bu açıdan bakıldığında en azından Amerikan kamuoyunda Türkiye’nin havası benim orada olduğum sürede eskiye oranla ciddi boyutta olumlu idi. Bundan mutluluk duydum.
Değerli okurlarım, ne olurdu sanki iktidar Cumhuriyet’in kuruluş ilkelerine bağlılığını Türkiye’de de kimsenin kafasında endişe bırakmayacak şekilde eylemleri ile kanıtlasaydı. Anketler apaçık gösteriyor ki bu endişeler eğitim seviyesi ile paralel artıyor. Bu endişeleri CHP ya da MHP yandaşlığı ile eşleştirmek doğru değil. Geçmişte AKP’ye oy verenlerin de eğitim seviyeleri ile bağlantılı olarak bu endişeleri taşıdığı ortada.
Çok iyi anlamalıyız ki Batı’da laiklik; yani kiliselerin, devleti sivil kanun ve kurallarla yönetilmek üzere rahat bırakmaları, dindarlarla dini yönetime karşı olanların mücadelesi sonucu tarih sahnesine çıkmadı. Hıristiyanlık’ta, Calvinizm ve Lutheranlık gibi Prostestan mezheplerin ortaya çıkarak yönetimden pay istemeleri sonucunda ortaya çıktı. Katolikler ile bu mezhepler arasındaki tükenme bilmeyen çok kanlı inaç ve iktidar savaşları sonucunda özellikle Katolik ve Protestan kiliselerinin devlet yönetimini sivil kurallara bırakmaktan başka bir çare bulamamalarıdır laik yönetimi getiren.
Tarihten ders almalıyız değerli okurlarım.