BU yazıyı kaleme alırken, İzmir, Atatürk’ü, muhteşem törenlerle anmaktaydı. Belki en uzun süre işgal altında kalan kentlerden biri olarak, İzmir, kurtarıcısına şükran duygularını böylesine bir coşku ile gösteriyordu. Belki de bu gün Atatürk’ün yokluğunu her zamankinden daha çok hissediyordu. Ona her zamankinden daha çok gereksinme duyuyordu kim bilir.
Hiç şüphe yok ki; İzmir’in Atatürk’e olan sevgisi, onun temsil ettiği aydınlığı özümsemiş olmasından kaynaklanır. Atatürk’ü, hamasi sözlerle, yaygaralı nutuklarla anlamak ve anlatmak olanaksızdır. Onun en temel öğretisi olayların muhakemeye dayalı bir rasyonalite ile öğrenilmesi ve yorumlanmasıdır. Atatürk’ü şapkaya, giysiye, başörtüsüne indirmeye kalkmak ona ihanettir. “Efendim 70 yıl geçti, her şey gibi Atatürk’ün öğretileri de eskidi” gibi hükümler onu böyle anlayanların sözleridir.
Atatürk, düşünmeyi savunmuştur, muhakeme etmeyi savunmuştur, öğrenmeyi savunmuştur, dinin çağdaş bilgilerin ışığında yorumlanmasını savunmuştur! Hedefi Türkiye insanının, bilgi, kültür, bilim seviyesini yükseltmek, mantık, muhakeme, merak ve sorgulama yeteneklerini geliştirmektir. 21’inci yüzyılın terminolojisi ile insan kaynağının kalitesini
CHP’deki değişime kısaca değinmekle yetineceğim. Maalesef, bence Türk siyasetinin ve demokrasisinin bu en ciddi konusu, medyamızda herkesin bir köşesinden çekip sakız gibi yaydığı bir magazin olgusu haline getirildi. Halbuki bütün demokrasiler gibi Türkiye’nin de, toplumun gözünde iktidar alternatifi olduğuna ciddi biçimde inandığı bir muhalefet partisine gereksinmesi wvardır. Böyle bir muhalefet partisinin bulunmaması demokrasimiz, insan hakları ve özgürlüklerimiz için hangi hükümet başta olursa olsun, en büyük tehlikedir. CHP şimdi bu yeni kadroları ile böyle bir ihtiyaca cevap vermeye hazırlanmaktadır. Bu hepimiz için iyi olacaktır.
Ben İzmirlilerin yakından tanıdığı, CHP’nin en başarılı il başkanlarından biri olan Alaattin Yüksel’in partinin Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olmasını da CHP açısından parti içi demokrasinin ve halka hizmetin önemli bir teminatı olarak görüyorum. CHP’nin bu çalkantılı dönemi süratle geri bırakarak projelerini açıklayıp uygulamaya geçmesini diliyorum.
* * *
Değerli okurlarım, eğer ekonomisini kalıcı bir biçimde düzlüğe çıkarmak istiyorsa Türkiye bu “düşük kur, pahalı TL” sorununu çözmek zorundadır! Türk Lirası’nın
İSTANBUL Taksim’deki hunhar olayın failinin PKK’lı olduğu açıklandı. Bu artık bir alışkanlık halini aldı. Ne zaman sivil vatandaşlara ilişkin bir kanlı sabotaj olsa ilk önce PKK’nın yandaşları yaygaraya başlıyor. “Bunu kesinlikle PKK yapmadı! Bu alçakça bir provokasyondur!”
Önceki gün NTV’de oldukça popüler, eski solcu bir köşe yazarı konuşuyor, “Bu patlamayı duyduğum anda aklımdan iki şey geçti. İlk önce eyvah, bunu da PKK’ya yıkacaklar! Ve ikinci olarak, bunu kesinlikle PKK yapmış olamaz!”
Hoppala, sanki bu güne kadarki sabotaj ve suikastları PKK yapmamış ama birileri - ki doğal olarak devleti, hatta hükümeti kasdediyor - bu masum(!) örgüte yüklemişler! Aynı güçler son olayı da bu masum örgüte yükleyecekler diye telaş ve üzüntü duyuyor yazarımız! Öyle de bir yaygara koparıyorlar ki nerede ise iki yıldır içerde tutulan “Ergenekon” sanıklarına yükleyecekler suçu!
Bu “PKK yapmadı - provokasyondur” yaygarası sürerken, devlet şüphe götürmeyecek şekilde eylemin PKK tarafından yapılmış olduğunu gösteren bulguları açıklayıncaya kadar PKK da suskun kalıyor! Ya da devlet açıklamada gecikirse, “Ellerinde delil yok herhalde” sanısıyla başlıyor kendi internet sitelerinden açıklama
DOĞRUSU, Türkiye Amerika’dan bir başka görünüyor. Amerika durağan, steril, ihtiyar gördüğü Avrupa’yı büyük oranda gündeminden çıkarmış. Genç, büyüyen, dinamik ekonomilere ilgi duyuluyor. Çin, Uzakdoğu’nun hızlı büyüyen ekonomileri, Hindistan, Rusya ve Amerika’nın gündeminde. Ekonomi ile ilgili yazıların merkezinde bunlar var. Geçmişte Türkiye’nin gündeme gelmesi ancak olumsuz olaylarla mümkündü. Ama bu sefer Türkiye’nin yükselen ülkeler arasında yerini almış olduğunu izledim. Türkiye gerek ekonomik büyümesi ile gerekse İstanbul’un kültürel zenginlikleri ile sık sık basında ve TV programlarında olumlu olarak yer alıyordu.
Orada bulunduğum 3 hafta içinde Wall Street Journal’da, Washington Post’ta, Time Dergisi’nde, The Economist’te ve Charlie Rose adlı TV pogram yapımcısının kendi adıyla yapıp sunduğu çok izlenen ciddi söyleşi programında Türkiye vardı. Bir de Citibank’ın İstanbul’u tema alan mükemmel yapılmış “advertorial” uzunluğundaki reklam programı da bizim için kıvanç verici idi.
The Economist dergisinin resmi görüşünü yansıtan uzun makalede, Avrupa’da ve Amerika’da Türkiye aleyhine sık tekralanan görüşler teker teker ele alınıyor ve çürütülüyordu. Makalenin kapanış
BENİM gördüğüm Amerika, çoğunlukla şehir merkezlerindeki başdöndürücü yüksek binalar ve çevrelerinde yeşillikler içinde kaybolmuş yerleşim bölgeleri idi. Dağları ve de kıtayı çerçeveleyen okyanusu da bilirdim. Ama çöl... Çöl benim için çocukluğumun kovboy filmlerinden kalma - doğrusu pek de bir anlam uyandırmamış - anılardı! Ve sanki Amerika değildi oraları.
Çöl’ün Amerikasını bu seyahatte tanıdım. Scotsdale Phoenix’in (Finiks okunuyor)bir semti. Phoenıx’in yer aldığı Arizona eyaleti Amerika’nın güneybatısında, Meksika’ya 600 küsur kilometre sınırı olan bir eyalet. Washington’dan Phoeix’e uçuş takriben 5 saat. Uçağa öğleden sonra 4’te biniyoruz. Ama üç saat dilimi geçtiğimiz için Arizona saati ile 6’da Poenix’in üzerindeyiz. Kent alacakaranlıkta ışıklarla bölünmüş bir dama tahtası gibi. Dümdüz bir ovada cetvelle çizilmiş bulvarlar.
* * *
Bizi eve götüren otoyolda akşam geceye dönüyor. Şimdi gökyüzü sadece mavi yolculuklardan tanıdığım huşu veren bir yıldız cümbüşü. Çölde yıldızlar “saguaro” denilen kollu uzun kaktüslerin siluetlerini görmemize izin veriyor. Çölün ortasında kollarını yıldızlara uzatmış 3-4 metre boyunda dev çöl adamları. Ve de arada bir virajlarda çölün bu bu
BUGÜN televizyonda ABD Hazine Bakanı Tımothy F. Gaithner ile uzun bır söyleşi izledim. Gaithner gençliğinde Uzakdoğu ve Afrika’da yaşamış, Japonca ve Çince bilen genç kuşaktan bir Amerikalı politikacı. Doğrusu pek politikacı da dememek gerekir, çünkü daha önce hiçbir seçime katılmamış. Amerikan merkez bankası FED’in New York şubesinin başı, daha önce IMF’de çalışmış bir bürokrat. “Nasıl oluyor?” derseniz, başkanlık sisteminde kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun olarak pek çok bakan politika dışından başkan tarafından seçiliyor. Parlamenterler arasından seçilmişse de parlamentodan istifa ediyor. Yani bir anlamda ABD “atanmışlar” tarafından yönetiliyor!..
Gaithner de böyle bir “atanmış”. ABD’nin krizle mücadele timinin en önde gelen yetkililerinden biri. Söyleşide Amerika’nın krizle mücadele macerası üzerine tepeden tırnağa bir otopsi izledik. Eski IMF’ci Gaithner, krizi IMF’nin bize yazdığı Friedman’cı liberal reçeteler yerine, tam tersine Keynes’in müdaheleci reçeteleri ile alt etmeye çalıştıklarını anlattı. Altyapıya harcadıklarının 400 küsur milyarı bulduğunu ayrıca 300 milyarın üzerinde de vergi indirimleri yaptıklarını anlattı. Bizim IMF reçetelerimizde ise daima
YAKIN dostlarım bilirler. Seyahat etmek benim hoşuma giden birşey değildir pek! Afrika aslanlarını, Ganj nehri kıyısında yakılan ölüleri, kuzey kutbunu ve beyaz ayıları koltuğumda kahvemi yudumlayarak National Geographic TV’den izlemeyi yeğlerim. Bu belki senelerce işimin bir parçası olarak yapmak zorunda kaldığım uzun seyahatlerden kaynaklanıyor. Otel odalarında, valizimin derinliklerinde çamaşırlarımı aramak, alt üst olmuş valizleri yerleştirmek, havaalanlarında CIP salonlarında da olsa saatlarce uçak beklemek benim işim değildir!
Ama bu sefer bir başka oldu. İlk defa uzun bir tatil seyahati yapıyorum. Yani üç haftalık bir seyahat! Bu seyahatin itici gücü de çekici gücü de pek etkili!
Amerikadaki ailem ve arkadaşlarımla doya doya bir arada kalmak. Ablam, eniştem, yeğenlerim, onların çocukları...Sonra eski okul arkadaşlarım... Birlikte en basit şeyleri yapmak, yürüyüşler, sanat gösterileri. Ulusal Sanat Müzesi. Simithsonian gerçek bir çekim gücü.
Ama itiraf etmeliyim ki son birkaç ay Türkiye’nin politik atmosferi de ciddi bir itici güç olmuş. Ülkeyi emanet ettiğimiz iktidardaki ve muhalefetteki liderlerimizin kavgaları, her gün uğraştığımız çağdaş ileri ülkelerin yüz yıl
GEÇEN yazımda uzunca bir seyahate çıkıyor olduğumu söyledim. Yola çıkmadan önce Klerides’in aşağıda vereceğim beyanatını okudum. Bizim hükümetimiz bu Kıbrıs Rumları ile anlaşma için Rauf Denktaş ve ekibini zorlarken ben de bunun çok zor olduğunu çünkü Rumların Akritas Planı gereği adadaki Türkleri yok etmeyi, adadan Türkleri temizlemeyi, bunu yapamazlarsa da onlara baş eğdirmeyi ikinci sınıf vatandaş yapıp ekonomik olarak yok etmeyi planladıklarını yazdım.
Bugün nihayet Rumların en yetkili ağzından orada oynanan insanlık dışı oyun açıklandı. Yunanistan bundan dolayı sevindi, “Bravo, Klerides nihayet doğruları söyledi. Gerçekler ortaya çıksın. Türklere yapılan haksızlıklardan dolayı özür dilensin. Biz Türkiye ile dost olmak istiyoruz. Avrupa Birliği’nde müttefik ve komşu iki ülke olarak yer alabilmemiz için yapılan mezalimden dolayı Türklere gerekli tazminat ödensin!” dedi zannediyorsanız, yanılıyorsunuz! Klerides doğruları söylediği için ağır bir biçimde kınandı!
Haber aynen şöyle: “Glafkos Klerides, Kıbrıslı Türkleri 1963 -68 yılları arasında kamplarda tecrit etmelerinin büyük hata olduğunu itiraf ederek, ‘Boyun eğeceklerine inandık ama eğmediler’ dedi. Klerides, geçmişte