Akıl güzeli sever; elbette aklı gereği... Âşık herkes ve her şeyi sever; elbette âşıklığı gereği. Maşuk (Yaradan) ise âşığı sever ve seçer; elbette kıymet biçen mükemmelliği gereği...
Yaradan’ın yaratmış olduğu her şeyi Yaradan’dan bilerek, Yaradan’a doğrudan doğruya yönelenlere Hakk âşığı derler. Akıl, bir şeyin varlığını işaret eder. Aşk ise o şeyin varlığını Yaradan’ın kudreti karşısında yok sayar ve akabinde de o şeyin mahiyetini yaşar. Keza bir şeyin varlığını bilmek ile o şeyin mahiyetini yaşamak arasında çok büyük bir fark vardır. Varlığını bildiğimiz birçok şeyin mahiyetini göremiyoruz. Yaradan’ın varlığını akıl yoluyla dil bize söyletir. Lakin Yaradan’ın tüm haşmetli mahiyetini anlamak durumunda aklın buna doğal olarak gücü yetmez. Mahiyeti ancak aşk hisssettirir. Nitekim akıl diyor ki “Var bir Allah ama mahiyeti anlaşılmıyor ahhh...”
Hangi insan, etrafında gördüğü her şey ve kişiye aşk adıyla seslenir ve ona aşkla yaklaşırsa o kişiye âşık denir. Bununla birlikte aşk mertebesinde bir makam elde etmiş olan kişi de hiçbir suretle “Ben âşığım” diye kendisini göstermez, işaret etmez. İnsanda güzel yüzdür, yüzde güzel gözdür. Ancak insanı insan yapan şey hem dilinden dökülen hem de arkasından söylenen sözlerdir. Aşk, ehli tevazu derdiyle Yaradan’a yönelir. Akıl düşkünü olanlarsa Yaradan’a türlü türlü pazarlıkla döner. Her şey ve her yerde ezelden beri olan ve ebediyete kadar olacak olan Yaradan’a tüm varlıklarını yok sayarak yönelenler âşıklardır. Bu fani dünya ve ahiret için Yaradan’dan bir şey istemek ise akıl ehli kişilerin işidir. Keza âşıklar meclisinde Yaradan’dan sadece Yaradan’ın kendisi istenmelidir. O’ndan başka bir şey istemek ayıptır. Tıpkı Yunus Emre gibi: “Ne varlığa sevinirem / Ne yokluğa yerinirem / Ben senin aşkın ile övünürem / Bana seni gerek seni...”
Aşık “Her şey Yaradan’ın” der
Akıl, doğası gereği hesap eder. Aşk ise tüm benliğini Yaradan’a teslim eder. Âşık teslimiyetiyle teselli bulur. Akıl tedbir alır ama taktir anı gelip çattığında kıyamet koparır. Âşık ise bulma ve kaybetme anında gösterdiği sükunetini Yaradan’a olan teslimiyetinde bulur. Akıl vermeden almak derdinde olduğu için dünya kadar dert ile meşguldür. Keza almak aklın doğası gereğidir. Âşığın doğası ise vermeye meyillidir. Akıl benim der; âşık ise her şey Yaradan’ındır der. Akıl sürekli her şeyi birbirinden ayrı ayrı varlıklar olarak görerek sürekli iyi- kötü, güzel- çirkin diye kategorize eder. Âşık ise kainattaki her şeyi Yaradan’ın zuhuratları olarak gördüğünden dolayı mutlak bir şeye indirgeyerek organize eder. Kategorize eden akıl teferruatlarla uğraşır ve ikilik yaratır. Organize eden âşık ise birdenbire gelenler arasındaki unutulan bağı birbirlerine hatırlatır. Hikayeyi bilen âşık hatırlatma derdindedir. Aşk adlı süvariye yerini bırakmamış olan akıl sürücüsü ise elest bezminden başlayan hikayeyi unutmuş olduğundan dolayı sürekli şikayet içerisindedir.
Akıl elbette gereklidir. Ancak zamanı geldiğinde yerini aşka bırakmalıdır. Akıl öyle donanımlı bir yapıda olmalı ki insana doğru yolu gösterebilsin. Aklının olanakları sayesinde doğru adrese, yola gelen kişi bu noktadan sonra yoluna aşk adı verilen rehberle devam etmelidir. Hakk’tan halka dönmek için aklın donanımlarına ihtiyacımız var. Ancak halk içerisinde Hakk ile birlikte olabilmek için ise aşk’ın ışığına gerek var. Tıpkı Hz. Mevlana ve Diojen gibi. Sinoplu can dost Diojen gündüz gözüyle elinde fenerle dolaşır. Onu bu halde görenler biraz da alaycı bir tavırla “Gündüz gözüyle elindeki bu fenerle ne arıyorsun?” der. Diojen “Adam arıyorum adam” der.
Hz. Mevlana ise Diojen’i örneklendirerek der ki: “Ben de elinde fenerle adam arayan o adamı arıyorum!”