Bir insan kendisinde beğendiği veya beğenmediği davranışlarının derecesini öğrenmek için kendi kendisine aralıklarla dava açmalıdır. Kişi kendisinde beğenmediği bir tarafını düzeltirse o kişi mucize gerçekleştirmiş demektir.
Günlük hayatın rutin seyrinde hayatı ıskalamamak için kimlik ve kişilik sorgulaması yapılmalıdır. İstek ve arzular yerli yerinde belirlenmelidir. Toplumun yüklemiş olduğu kişiliksiz kişilikler vasıtasıyla insanlar ne yapmak ve yapmamak istediklerini tam olarak kavrama zorluğu çekmektedirler. Kendi istek ve arzularımıza mı cevap veriyor? Yoksa toplumun beklentilerine mi cevap vermeye çalışıyoruz?
Kişi durağan olduğu takdirde bu kısır döngüde hayatını mutsuz bir şekilde sürdürür. Mutsuzluğun en temel göstergesi, kişinin sık aralıklarla şikayet etmesidir. Üstelik şikayetçi olduğu her şeyi terk etmemesi de ayrı bir ironik durumdur. Sanırım birçok insan bu ironik durum içerisinde.
Zamana ve mekana göre ahkam verilmesi gerektiğinden dolayı kişinin mutluluk yolunda kendisi için yapması gereken ilk iş, toplum içerisinde tek başınalığın yaratacağı özgürlüğe doğru yönelmek olmalıdır. Keza sadece özgür insanlar bilgelik yoluna dahil olabilirler. Bilge adayı, bu yolda yol aldıkça doğru seçer, sabırla katlanır ve adil davranmayı öğrenir. Bu öğretiyi kendi bünyasinde, kendi zihninde, kendi kendine bulmalı ve uygulamalıdır. Neticede her ne arıyorsak ilkin bunu kendimizde aramalıyız. Kendinde kusur ve hünerleri bulan elbette bir başkasında her geçen gün daha az kusur görür; bununla doğru orantılı olarak da karşısındaki insana daha fazla hünerli gözlerle bakar. Bizden önce tecelli bulmuş ve akabinde vuslata ermiş bülbüllerin dediği gibi “Kusur arayan hüner göremez”.
Doğadan koptuğumuz için doğallığımızı büyük ölçüde yitirdik. |
“Bu davada jüri aşk olmalıdır”
Bir insan kendisinde beğendiği veya beğenmediği davranışlarının derecesini öğrenmek için kendi kendisine aralıklarla dava açmalıdır. Çünki bizi bizden daha iyi olarak bir başkası bilemez. Akıl ile yol alan bir insan bilge adayı değildir. Akıl hesap ehlidir ve kişinin kendisine açtığı davada adil davranmasına izin vermez. Mutlaka bir kılıfını bularak kişiyi kendi kendisine haklı çıkarır. Oysa ki, açılacak olan bu davada juri aşk olmalıdır. “Aşk bir davaya benzer, cefa çekmek ise şahide; şayet şahidin yoksa cancağızım davayı kazanamazsın.” Hz. Mevlana davanın nasıl açılması gerektiği ve akabinde kişinin nasıl kendi kendisine adil davranması gerektiğini bu sözleriyle belirtmiştir. Mevlana kendi zamanının koşulları içerisinde kendi kendisine açtığı davalar netiicesinde birçok mucize gerçekleştirmiştir. Çünkü kişi kendisinde beğenmediği bir tarafını düzeltirse o kişi mucize gerçekleştirmiş demektir.
İlkin iyi, akabinde adil olmak için kendi kendine söz vermek yeterli değildir. Tecrübe edilmeden hiçbir şey bilinemez. Bu nedenle kişinin ne kadar iyi, adil, cömert, tevazu sahibi, hoşgörülü olduğunun delili ancak kendi kendisine açacağı davada belli olur. Bedenin istek ve arzuları ile ruhun dileklerinin talepleri bu dava sırasında aşk adı verilen kantar sayesinde ya ödüllendirilir ya da cezaya çarptırılmalıdır. Bu tecrübe ile kişi yaşarken adeta her açtığı davanın neticesine göre ya yeniden doğar ya da ölmeden önce ölür. Aşk öyle bir kantardır ki, kişiye kendisine açtığı davada hem sanık hem hakim hem de avukat görevlerini yükler. Sanık da sen, hakim de sen, avukat da sen! Yalana gerek yok. Kişi kendi davasında bile kendisine yalan söylerse zaten bu kişi manen hiç doğmamıştır.
Doğadan hızla koptuğumuz için doğallığımızı büyük ölçüde yitirdik. Kent hayatının yarattığı suni yaşam içerisinde hayatımız heba olup gidiyor. Bu ve buna benzer onlarca şikayetimiz varsa her boyutta küçülmek ve doğaya dönmek gerek. Doğaya dönen bir insan doğal olarak zamanla kendi doğasına göre davranmaya başlar.
Kendi doğasına göre yaşamayı başarmış olmakla birlikte toplumsal adalet ve güzelliklere de olumlu cevap vererek mutlu olan ve mutluluk yayan insanlara “Merhaba”.