Bilen anlamalıdır bilmeden kötülük yapanları; bilenin sorumluluğu bilmeye meyledenlere yol açmaktır, bilmeyenleri de yola sokmaktır
Tasavvuf dünyasının içerisinde olmanın göstergesi sınavlardan geçmektir. İyiliklere misli ile karşılık verebilmek gerekir. Keza almak değil vermek yakışır yol ehli olan kişiye. Öte yandan kan veya yol bağımız olmakla birlikte yolumuz üzerinde karşımıza çıkan insanlara yaptığımız iyiliklere karşılık onlardan gördüğümüz kötülükleri hoş görmek ise “er kişi” olan tasavvuf ehlinin ahlakıdır. Yol ehli, yol boyunca bu davranış ve hallerle yol alır. Zaten bu şekilde davranamazsa yolda kalır... Kimi insanlar ise kendilerine yapılan tüm iyilikleri hiçe sayarak kendi meşrepleri, nefsleri, istek ve arzularının sebepleriyle kendilerine iyilik yapan insanlara vefasızlık ederler. Eş deyişle iyiliklere kötülük ile karşılık verirler ki bu insanlar “şer” odaklıdırlar. Hz. Mevlana’nın ifade ettiği gibi: “İyiliğe iyilik her kişinin işidir; iyiliğe kötülük şer kişinin işidir; kötülüğe iyilik ise er kişinin işidir.”
“Allah hayretini artırsın”
Tasavvuf yolcusu olan dervişler birbirlerine ve yol boyunca karşılarına çıkan herkese “Allah hayretini artırsın” diye dua ederler. İyi olan bir insan, kendisinden beklenenden daha fazla bir iyilik ediyorsa bu iyiliğin tam olarak ne olduğunu bilmeyenleri hayret dairesinden içeriye sokarak sarsar; iyiliğin ne olduğunu bilenleri de iyiden iyiye hayret ehli yapar. Her türlü kötülük karşısında sakin kalabilmek dervişin işidir.
Derviş gönül diliyle konuşur
Bulma ve kaybetme anında sükuneti korumak dervişin bir başka türlü işidir. Kendini bilen, bulan ve gören dervişler, kendisine yapılan kötülüklerin de elbette kökenini anlayabilenlerdir. “Derviş ehli bile olsan her ne ararsan kendinde ara” diyen Hacı Bektaşi Veli’yi hatırlamak gerekir. Kişi veya kişilere hak ettiğinden daha fazla değer vermekle o kişilerin ayarını bozan derviş, bu bağlamda suçu kendisinde aramak durumundadır. Derviş meşreplilere dervişlik edilmelidir, bu meşrepten haberdar olmayanlara kapları kadar değer biçilmelidir. Bir serçeye kartal görünümünde olan derviş, nasıl olur da “Gel beraber uçalım” diyebilir? Suç, uçmaya yeltenen serçede değildir; suç, serçenin gücünü unutarak onu yükseklere davet edendedir. Serçe birdenbire çıktığı göklerden başı dönerek ne yapacağını şaşırır ve kartal görünümlü dervişi türlü türlü sebeplerle suçlar.
Bilen anlamalıdır bilmeden kötülük yapanları. Bilmeyen nereden bilsin ne yaptığını, kalpleri nasıl kırdığını, başkasına ait olanı aldığını? Bilenin sorumluluğu bilmeye meyledenlere yol açmaktır, bilmeyenleri de yola sokmaktır. Yol alırken yol boyunca avam, havas ve havasül havas derecelerinde olan kişiler ile elbette çok karşılaşan dervişin sınavı, avama karşı göstereceği tavırdan çıkan sonuca bağlıdır. Çünkü avam katı kalpli, bencil, çaldığı şeye göre kılıf diken, yaradansal ahlaktan haberdar olmayan bir görünüm içerisindedir. Ve dilleri çok serttir, yaralayıcı ve keskindir. Derviş ise gönül dilini bilir, gönülden gönüle konuşurken “Kuzum” der. Gönül diliyle konuşan derviş her dili bilir. Her dili bilen derviş de, yoldan habersiz bu katı kalpli kişilerin dilini anlar. Derviş kartaldır; kartal olduğunu unutanlar kendisine kötülük edenlere akbabalık ederler. Oysa kartalı kartal yapan şey, kartal olduğunu hiçbir an unutmamasıdır. Leş; yani kötü kalpli maddi ve manevi hırsızları bir gün akbabalar hallederler. Günün birinde leş kokulu bir akbaba, kartal görünümlü bir dervişe hadsizlik ederse kartal onunla didişmez, kavga etmez. Oradan sessizce ayrılabilirse akabinde göklerde çok daha fazla yerlere yükselir. Bunun yanında kartal nefsine uyarsa, akbabayı paramparça eder elbette; ancak akabinde yerlerden birkaç metre dahi yükselemez. Nefsinin isteklerine cevap vermekle ilahi ahlak gücünden güç kaybeder. Kartal kılıklı derviş ahlaklı yolculara “aşk olsun”, Yaradan onları iyilerle karşılaştırsın.