Yaradan’a layık bir şekilde sürülen yaşamın son bulması anına Hz. Mevlana, Şeb-i Arus adını verir. Hz. Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihi, saat 16.00 sularında Yaradan ile vuslatına nail olmuştur
Gönlünün en derinlerine bir “aşk dalgıcı” gibi inen Hz. Mevlana, 17 Aralık 1273 tarihi, saat 16.00 sularında Yaradan ile vuslatına nail olmuştu. Hz. Mevlana, Şems-i Tebrizi ile buluşma zamanına kadar devrinin alimiydi. Şems ile birlikte yaptıkları kesrette birlik-vahdette çokluk sohbetleri, paylaşımları ve karşılıklı öğrenimleri neticesinde tüm ilmi bilgilerini anlamlandırarak arifane bir kimliğe bürünmüştür. Şems-i Tebrizi’nin gidişinden sonra da toplumun her kesimi içerisine her fırsatta girerek aşk ehli olmanın sorumluluğunu halleri, davranışları ve buna bağlı olarak sözleriyle yerine getirmiştir.
Hz. Mevlana alim ehliyken bildiğini ve bilmediğini bilme erdeminde olmakla, ilmen yakin mertebesinin zirvelerinde bir anka gibi dolaşmıştır. Bu bağlamda Yaradan ile yaşarken ilk vuslatını (kavuşmasını) ilmi, ilim gibi bilmenin edebiyle gerçekleştirmiştir. Akabinde bildiklerini Kuran-ı Kerim’e dayandırarak anlamaya çalışma arifanelik dairesinin içerisinde adeta sema eder gibi devr-i alem yapan Hz. Mevlana ayne’l yakin makamında simurg kuşları gibi taht kurmuştur. Ve böylece Yaradan’ı sadece bilmekten öte anlama derdini dert edindiğinden dolayı da bir başka türlü vuslatını gerçekleştirmiştir. Bir şeyin varlığını bilmenin vuslatıyla her şeyi kapsayan o şeyin mahiyetini anlamanın zuhuratı olan kavuşma arasındaki farkın hazzını suyun içerisinde olan balığın suyun kıymetini bilmesi gibi fark etmiştir. Alim ile arifin bu makamsal vuslatları arasında Yaradan’a olan yakınlık derecesi anlamında büyük fark vardır.
“Âşıkların taçlarının adı tevazudur”
Hz Mevlana; güç olmakla birlikte son derece lezzetli bu vuslat yolunda Yaradan’a doğru döne döne yönelirken her nereye baksa, her ne duysa tüm duyup ve gördüklerini Yaradan’ın birer tecellisi olarak seyretme, hissetme makamına ulaşır. Bu bir başka türlü Yaradan ile yakınlıktır ki buna tasavvuf terminolojisi hakk’el yakinlik adını verir. Kim herhangi bir şeye ne kadar
Hz. Mevlana aşk ehli makamında Yaradan’ın tüm aşklarına âşık olarak makamını korumaya çalışırken Yaradan ile her an vuslat halinde olabilme imkanlarını elde edebilmiştir. Zaten bir aşk makamını elde etmek önemli olmakla birlikte bundan daha önemlisi o makamı koruyabilmektir. Âşığın yaşarken ve hayatın her yerinde yaradan ile ilm’el, ayn’el ve hakk’el yakınlık kurabilmesi birer vuslat olmakla birlikte adeta nişaneler ile nişanlanmaya benzer. Bu bağlamda yaşarken Yaradan ile vuslatlara Hz. Mevlana nişanlılık adını verir. Yaradan’a layık bir şekilde sürülen yaşamın son bulması anına ise Hz. Mevlana Şeb-i Arus (düğün gecem) adını verir. Öyle ya! Yaradan ayrıyken Yaradan ile tüm yarattıkları vasıtasıyla gerçekleştirilen vuslat, “nişanlılık” bu kadar güzel ise Yaradan’a yeniden ebedi olarak kavuşma ne de muhteşem bir vuslat olacaktır. Düğün gecesinin görkemi ile nişanlılık töreninin görkemi aynı derecede olamaz elbette...